Son günlerde iktidarın gündemi yargıda reform söylemleri oldu. İktidar sözcüleri bu ve benzeri ifadeleri her zaman en sıkıştıkları zamanlarda telaffuz etmeleri yeni değil. Şu anki konjonktüre baktığımızda, içerde derinleşen büyük ekonomik kriz, dışarıda ise ABD başkanlık seçimlerini Joe Biden'ın kazanması ile oluşan siyasal ve toplumsal gelişmeler, iktidarı içinde bulunduğu yönetememe krizinden kurtarabilme çabaları olarak görmek gerekiyor.

Hatırlanacağı üzere eski bakan damat Berat Albayrak'ın ve Merkez Bankası başkanının görevden alındığı zaman İktidar sözcüleri ''Ekonomik ve Hukuki reformlar yapacağız'' diye gündem belirlemeye çalışmışlardı. İktidar yetkililerine sorulan Merkez Bankasının ''eriyen'' 128 milyar doların akıbeti ve döviz kurlarındaki anormal artışlarla ilgili konuları düşündüğümüzde, asıl amacın ülkeye yeni yabancı para girişinin sağlanması olduğunu anlamamız hiç de zor değil. Kısaca bütçe tam takır. Esnaf, işçi, memur ve köylü perişan. Televizyonlarda, köylüye destek amacıyla kurulan Ziraat Bankasına borcundan dolayı en önemli üretim aracı, traktörü haciz edilen köylülerle ilgili haberleri izlemeye başladık. Eğitim yerlerde sürünüyor. Kayyum atamaları belediyelerle sınırlı değil artık. Ülkenin en gözde üniversitelerine liyakatsiz rektörler atanarak üniversitelerimiz ''yüksek lise'' tanımlamasıyla ifade edilir seviyesizliğine kadar düştü. İşsizlik almış başını gidiyor. 84 milyonluk ülke nüfusunun 40 milyonunun yoksulluk , açlık sınırında olduğu inkar edilemez bir realite. Sorunları dile getirenler ''teröristlikle'' yaftalanıyor...

Ülkenin yöneticileri ekonomik ve hukuki reform yapacağız diyor. Elbette, ülkeyi bu duruma yönetimde söz ve karar sahibi olanlar değil de, partili - partisiz muhalifler getirmiş gibi, iktidar savunucuları sürekli 1930'ların, 1950'lerin veya 1970 ve 1980, 1990'ların sıkıntılarını hatırlatarak kamuoyunun bilincini çarpıtmaya çalışmaktadırlar. Evet, 1977'lerde yağ kuyrukları, benzin kuyrukları, şeker kuyrukları vardı. Şimdi de ucuz ekmek kuyrukları var. Tanzim satış mağazaları önünde sebze, meyve kuyrukları sıradanlaşmış halde. 1990'larda beyaz toroslarla insanlar kaçırılıyordu. 'Faili meçhuller' günlük yaşamın rutinlerindendi. Şimdi de insanlar kaçırılıyor. Daha 5 gün evvel Gökhan Güneş isimli genç İstanbul'un ortasında, güpegündüz beş kişi tarafından zorla bir otomobile bindirilerek kaçırıldı. Ailesinin ve arkadaşlarının etkili direnişleri sonucu bugün serbest bırakıldı...

Öte yandan iktidarın AB ile ilişkileri de büyük sıkıntı içinde. Bilindiği gibi Türkiye'nin ithalat ve ihracatının çok önemli bir kısmı AB ülkeleri ile gerçekleşmektedir. Türkiye'nin AB emperyalistlerine bağımlılığı ABD emperyalizmine olan bağımlılığı gibi gittikçe artan şekilde devam eden bir realite. Son yirmi yıldan bu yana yeni tek bir fabrikanın açılmadığı, hatta tekel gibi, Sümerbank gibi, şeker fabrikaları gibi sanayi kuruluşlarının kapatıldığı, üretim yerine ithalatın tercih edildiği mevcut ekonomik koşullarda yabancı sermaye girişine muhtaç ekonomik yapı ile sona gelinmiştir.

Demokratik ve özgürlük taleplerinin şiddetle bastırıldığı mevcut koşullarda gerçek manada demokratik bir ''reform'' sürecinin başlatılmasının imkansızlığı gün gibi, güneş gibi ortadadır. O yüzden de iktidar elindeki tek ''kozu'', din ve milliyetçilik argümanını daha da derinleştirerek kitlelerin en geri ve düşünmeyi gerektirmeyen en sıradan yönlerine hitap etmek ve muhaliflerine baskıyı artırmak suretiyle iktidarını devam ettirmekten başka çare bulamamaktadır.

İktidar sözcülerinin ''yönümüz Batı'dan yana'', ''geleceğimiz Batı ile olacaktır'' gibi açıklamalarının demokratikleşme ile bir ilgisinin olmadığını bilmek için derin siyasi analizlere hiç gerek yoktur. Türkiye'nin jeopolitik durumu, mülteciler konusu, İran'ın nükleer programı ABD ve Rusya'nın dış ilişkilerdeki gündemlerinin öncelikli sıralarını işgal ediyor oluşu, Türkiye'nin elini sözde rahatlatıyor görünebilir. Ancak gerek komşu ülkeler ile yaşanan derin yalnızlık, gerek ülke insanına rıza üretemeyen özelliği, iktidarı son günlerde iyice köşeye sıkıştırmış durumdadır. Zaten ABD veya AB emperyalistlerinin Türkiye'nin sahici manada demokratikleşmesi gibi bir dertlerinin olduğunu söylemek ise saflık olur.

Uzun sözün kısası, kitlelerin demokrasi ve özgürlük taleplerinin evrensel hukuk normları çerçevesinde iktidar tarafından reform yoluyla karşılanması veya böyle bir çabası, iktidarın varlığı ile çelişmekte olup, dayandığı temelleri sarsacaktır. Sürekli suni gündemlerle kamuoyunu meşgul etmek suretiyle ömrünü uzatmaya çalışmak iktidarın son günlerdeki asıl işi olmuştur.