Türkiye’nin 21 Ağustos 2020’de Karadeniz’de fosil gazı bulduğunu açıklamasının ve hemen ardından Doğu Akdeniz’de fosil yakıt arama faaliyetleri nedeniyle yaşanan askeri ve siyasi gerilimin ardından, ekolojik çöküşe ve iklim krizine karşı politik mücadele yürüten örgütlerin inisiyatifiyle bir imza metni kaleme alınarak hem Türkiye’deki hem de Türkiye dışındaki ekoloji mücadele yürüten örgütler fosil yakıtların yeraltında bırakılması talebini yükselterek, Kazma Bırak adıyla ortak bir kampanya yürütme çağrısı yaptı. Yunanistan’da bu kampanya ‘Mezarımızı Kazıyorlar’ temalı olarak yürütülüyor.
Fosil yakıtların kullanımının ve yeraltından çıkarılmasının durdurulması ve böylelikle fosil yakıt projelerinin ekosistemlerde yarattığı tahribatın sona erdirilmesi ve iklim krizine karşı somut bir adım atılmasına yönelik olduğu kadar, özellikle Doğu Akdeniz’de ülkeler arası çatışmalara yol açabilecek siyasi adımlara karşı halkların barışını ve iklim adaletini savunmak her zamankinden daha elzemdir.
24 platform, Türkiye’den, Yunanistan ve Kıbrıs’ta ekolojik mücadele yürüten 30 örgüt kampanya katıldı. Irak, Suriye, Portekiz, Almanya ve Fransa’dan örgütlerin de imzaladığı metin, 68 örgütün ve 200 kadar bireyin imzasıyla kamuoyuna duyruldu. 26 Ocak 2021 Salı günü de basın toplantısı ile eylem planı gerekçeleri ile açıklandı.
Şirket Devletler ekonomik daralmayı önlemek için “üretim çarklarını” hızla salgın öncesine döndürme hesabı yapıyorlar.
19. yüzyılın ortalarındaki sanayi devriminden bu yana, sera gazı salımları, özellikle1970’lerden beri katlanarak, istikrarlı bir şekilde artıyor. Bu gazların neden olduğu sera etkisi dünya atmosferinde yıllık yüzey sıcaklığı ortalamasının 1850’lere kıyasla bugün için yaklaşık 1,2 °C daha yüksek olmasına neden oldu. Son bilimsel raporlar bu “ısıtmanın 2027-42 arasında 2 °C’yi aşabileceğini gösteriyor. İçinde bulunduğumuz iklim krizi, bu ısıtmanın yarattığı iklimsel dengesizlikten kaynaklanan iklim felaketleridir. İklim bilimcilerine göre, ısıtmayı 1,5 °C’de sınırlamak için sera gazı salımlarının 2010’daki düzeylerine kıyasla2030 yılına kadar en az yarı yarıya ve 2050 yılına kadar ise sıfıra düşürülmesi gerekiyor. 1,5 °C eşiği, bu eşik aşıldıktan sonra iklim felaketlerinin çapının ve etkilerinin öngörülemediği bir eşik olarak belirlense de yıkıcı etkiler bugünden yaşanıyor, milyonlarca insan iklim mültecisi haline gelirken milyonlarcası temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. 1,5 °C hedefi için alınacak diğer sera gazı azaltım tedbirlerinin yanı sıra, yenilerini çıkarmak şöyle dursun bilinen fosil yakıtlarının en az%84’ünü yeraltında tutulması gerekiyor. Korona virüs salgını ile yaşanan ekonomik durgunluk ve yenilenebilir enerjilerin payının artmasıyla AB ve ABD’de sera gazı salımları 2020’de yaklaşık % 9 azaldı. Ancak, devletler ekonomik daralmayı önlemek için“üretim çarklarını” hızla salgın öncesine döndürmenin gayretine giriştiler. Bugünkü gidişat, dünya çapında yıllık 40 milyar tondan fazla sera gazı salımı ile 3,3-3,5 °C bir ısıtma yolunda. Bu nedenle, bugünkü her iklim eylemi, 1,5 °C hedefi için yetersiz bir çaba olarak değil, bu gidişatı değiştirmeye yönelik bir adım olarak değerlendirilmeli. Yeni felaket seviyeleriyle karşı karşıya olsak da, bugün sarf edilecek her çaba gelecekte hayat kurtaracaktır. Yani, karalar bağlamaya, felaket ya da paniğe gerek yok. Gereken örgütlenme ve bilinçli eylemlerdir. Ama elbette, günün sonunda nihai soru kapitalizmden kurtulup kurtulamayacağımız.
Doğal gaz küresel ısınmayı en fazla tehdit eden fosil gazdır.
İklim krizinin en çok vurduğu ülkelerin en yoksul ülkeler olmasının yanı sıra, fosil yakıt madenciliğinin kendisi de arkasında büyük bir ekolojik yıkım bırakmaktadır.
Karadeniz’de, Doğu Akdeniz’de gündemde olan fosil yakıt olan “doğal gaz” devletlerin ekonomik planlamalarında kömür ve petrolden yenilenebilir enerjiye geçişte daha az sera gazı saldığı iddia edilen bir ara yakıt türü olarak görülmekte. Oysa fosil gazı, neredeyse tamamen metandan oluşur. Metan da karbondioksitten 86 kat daha yüksek küresel ısınma potansiyeline sahip bir gaz. Çoğu fosil gaz projesinde, gazın çıkarılmasından son kullanım noktasına kadar olan sızıntılar eksik rapor edilirken dünyadaki metan salkımlarındaki artışın büyük çoğunluğu fosil gazın kullanımının artmasından kaynaklanmaktadır (diğer kaynaklar arazi kullanımındaki değişiklik ve endüstriyel tarım ve hayvancılık). Yani, fosil gazı bir geçiş yakıtı olmaktan uzaktır.
2015 Paris İklim Anlaşmasını imzalamış “gelişmiş ”ülkelerde enerji konusundaki tartışma yenilenebilir enerjinin payının artışının yanında, aynı zamanda fosil yakıtlarda da kömür ve petrolden fosil gazına bir geçiş yönünde. 2050’lerdeki “net sıfır” karbon salımı hedeflerinde dahi fosil gazının belli oranda kullanılması öngörülüyor. Türkiye, Yunanistan ya da Kıbrıs gibi ülkeler açısından ise tartışma kömürden gaza geçiş etrafında dönmüyor. Türkiye’de örneğin hem yenilenebilir enerji yatırımları her yıl rekor kırarak büyürken kömürlü termik santraller de, Türkiye’nin fosil gaz ithalatı da artmakta. Yani “gelişmekte olan” ekonomiler için konu henüz bir geçiş değil, büyümenin hangi yakıtlarla gerçekleştiği ile ilgili.
Türkiye’de durum
Türkiye mevcut yaklaşık 3 milyar metreküplük fosil gaz rezervinden yılda 405 milyon metreküp gaz çıkarıyor, ancak bu üretim tüketiminin % 1’ini bile karşılamıyor. Nüfusun % 80’inden fazlasına ve tüm illere, ısınmanın çoğu fosil gaz ile sağlanıyor.
2019 yılında dünyada çok sera gazı salan 15. ülke olan Türkiye’nin bu yılda toplam ithalat maliyetlerinin % 20’den fazlası fosil yakıt ithalatından kaynaklandı. Buna rağmen yaklaşık 83 milyon nüfusu göz önüne alındığında, küresel ortalamanın biraz üzerinde olan yıllık kişi başına yaklaşık 6 ton sera gazı salımı bulunmaktadır.
Denizlerden hidrokarbonların çıkartılmasının yaratacağı çevresel tahribata sadece denizler değil, kıyılar için de ciddi ekolojik sorunlar üretecektir. Deniz ve kıyılardaki biyo çeşitlilik etkilenecektir.
25 Ocak’ta yaklaşık 5 yıl aranın ardından Yunanistan ve Türkiye arasında başlayan istikşafi görüşmelerinin iklim adaletini sağlamayacağı kesindir. Türkiye’de, Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta yaşayan halklar arasında kışkırtılan milliyetçilik, yıkıcı kapitalist madencilik, faaliyetlerine karşı meşru mücadele haklarını kullanmaları, iklim krizi savaş ve bölgesel siyaset konularında ortak tutum almaları 26 Ocak 1996’daki Kardak/Imia krizinin yıl dönümünde önemlidir.