2003 yılının eylülü... İran Dışişleri Bakanlığı sarayındayız. Reformcu Hatemi cumhurbaşkanı. Meclis’te de reformcular çoğunlukta. Bakan Yardımcısı Eminzade, arkadaşımız Hrant Dink’in basın ve düşünce özgürlüğüne ilişkin eleştirel sorusuna ilginç bir karşılık verdi: ‘Arkadaşlarımın bir kısmı hapiste. Onlar için yapılan açlık grevine ben de katıldım... Maalesef bu çelişmeleri çözemiyoruz.’ İran’da sonunda reformcular kaybettiler.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu dinlerken 9 yıl önceki bu sahneyi hatırladım. ‘Türkiye-İran paralelliği’ üzerinden bir sonuç çıkarmayı amaçlıyor değilim. Ancak ‘yargının yürütmenin alanına el atması’ açısından net bir benzerlik var.
Davutoğlu’nun Büşra Ersanlı’yla birlikte çalıştığını biliyoruz. Ersanlı’ya yönelik ‘terör örgütü üyeliği’ suçlamasına inanmadığını kapalı çevrelerde dile getiriyordu. Açıktan çıkışıyla, şikâyetini ‘kamusal bir tepki’ haline getirmiş oldu. Aynı hükümetin İçişleri Bakanı’nın, Büşra Ersanlı hakkında, gelişmiş bir demokraside rastlanamayacak bir üslupta konuştuğunu da unutmuş değiliz.
Dışişleri Bakanı’nın çıkışını; yargı sorununun hâlâ çözüme ulaştırılamadığı gerçeğinin bir etkili hükümet üyesi tarafından itirafı olarak okuyabiliriz... Başbakan’ın da şikâyet ettiği gibi, yargı ‘devlet içinde devlet’ olma özelliğini koruyor.
Davutoğlu’nun Ersanlı ile ilgili dikkat çektiği “28 Şubat’ta çok demokrat bir tavır almış bir akademisyendir” sözüne gelirsek, ‘dram’ın asıl kaynağına biraz daha yaklaşabiliriz...
Büşra, 28 Şubat’ta, 12 Eylül 1980’de, 12 Mart 1971’de demokrat bir tavır sergiledi. Bugün de ‘yönelim’ini değiştirmiş değil. 28 Şubat’ın mağdurlarının bir kısmı şimdi iktidar oldular. Büşra’nın hayatının hiçbir döneminde bir ‘iktidar yolculuğu’ndan söz edemiyoruz... Başörtülü kızları savunurken de Kürtlerin haklarını savunurken de temel kavramı hep özgürlük oldu.
İdris Küçükömer
Pazar günü, Profesör İdris Küçükömer’in ölümünün 25. yıldönümüydü. Büyükada’daki mezarı başında, İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti bir anma düzenledi. Katılanlar arasında Küçükömer’in öğrencilerinden Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da vardı.
Küçükömer, ‘Düzenin Yabancılaşması’ kitabıyla, 1960’ların alışık olmadığı bir çıkışa imza attı. Gericilik/ilericilik denkleminin yanlış bir zeminde yürüdüğüne işaret ederek geleneksel modernist tarih ve siyaset okumasını tersyüz etti. İktidar-özgürlük-birey ilişkisinde devletçi otoriterliğe eleştirilerde bulundu.
Devlet de devletçi solcu çevreler de onu affetmedi. Önce İstanbul Üniversitesi’nde profesörlüğü reddedildi, sonra 12 Eylül döneminde öğretim üyeliği elinden alındı. Hastalandı ve genç yaşta yaşamını yitirdi.
İdris Küçükömer de Büşra Ersanlı da özgürlükçü duruşlarının cezalarını çektiler... Bugün gelinen noktada, Davutoğlu’nun şikâyeti, devlet-özgürlük ilişkisinde, ‘geleneksel denklem’in sürdüğüne işaret ediyor. İlginçtir, Davutoğlu, Küçükömer’e de vurgu yapan bir akademisyen: “Bu kısırdöngüye ve tekerrüre isyan eden İdris Küçükömer, aynı zamanda bir tarih ve kimlik bilincinin kapılarını da aralamaktadır...”
Siyasette ikircikli tavır
Siyaset, ‘uzun tutukluluk süreleri’ne itirazını sürdürüyor, yargının ‘devlet içinde devlet’ olması tehlikesine dikkat çekiyor. Tutuklu milletvekillerinin görevlerine dönebilmeleri için kanun değişiklikleri yapılıyor. Denklemin ‘düğüm noktası’nı ise yargıçların (uzun yılların tercihleri içinde oluşmuş) zihniyet dünyası oluşturuyor... Yargıçların çok büyük bir bölümünün, ‘devlet-özgürlük-birey denklemi’nde, ‘otoriter devlet’i yeğleyen bir tavrı sürdürdüğünü görüyoruz.
Tabii siyasetin de çifte standartlı ve ikircikli bir tavrı var. Bu tavır, değişimin önünde hâlâ ciddi bir engel oluşturuyor. Sonuç olarak, varoluşumuzun donuk, trajik ve sıkıcı fotoğrafını şöyle çekebiliyoruz: Büşra hapiste, İdris Hoca’yı ise kahrından öldürdük...