14-15.07.2020 tarihlerinde, İÜ Fen Fakültesi Cemil Birsel Salonu’nda, “Türkiye Hukuk Platformu” tarafından düzenlenen, “Demokratik Hukuk Devletini Yeniden Düşünmek Sempozyumu” yapıldı.

Sempozyumun 2. Gününde, “Yargı Reformunun Değerlendirilmesi”, “Uluslararası Düzen ve Hukuk” başlıklı oturumları izledim.

İzlediğim oturumlarda, AKP yanlısı bir düşünce yapısının yansıtıldığı konuşmalar vardı. Yargıda yenilikler yapıldığı anlatılamaya çalışıldı.

Yağıda yapılan yeniliğin yönünün çağdaş hukuk düzeyine doğru mu Ortaçağ’ın Şeriat Hukukuna doğru mu olduğu konusu, içtenlikle dile getirilemedi. Anlatımların satır aralarından Ortaçağ’a doğru gittiğimiz anlaşılıyordu.

Toplantının ikinci günü olan 15.07.2020 tarihinde, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu açış konuşması yaptı. “Demokratik Hukuk Devleti” kavramıyla Süleyman Soylu adlarını yan yana getirince, dinleyenlerin akıllarına çok eğlenceli sayılabilecek anılar gelmekteydi.

Anayasayı, yasaları yerlerde süründürenlerin, Hukuk Devleti arayışları çok ilgi çekiciydi.

“Cumhurbaşkanı, Vali Yargıya yön vermeliymiş”

Hukukçu olduğunu söyleyen konuşmacılardan biri: “Cumhurbaşkanı, Başbakan, Vali yargıya karışmayacak mı” diyerek öfkeyle sorunca, bunların yargıya yön veremleri gerektiğini savunan sözler söyleyince, ellerimle kulaklarımı tuttum. Kulakların yerinde mi, duyuyorlar mı? diye ellerimle yokladım. Düş mü görüyorum. Bu söylenenler gerçek mi diye kendime sorarak, uykuda olup olmadığımı anlamaya çalıştım. Söylenenleri duyabiliyor muyum diye başımı salladım. Bunu söyleyen hukukçu geçinen biriydi.

Çağdaş hukuk algısında önemli bir yeri olan “Güçler Ayrılığı İlkesi” bu sempozyum sunumlarında adı bile ağızlara alınmayan bir ilke durumuna düşürülmüştü.

Sempozyumda, “Çağdaş, Küresel Hukuk” yerine, “Çağdışı, Sultanlık, Halifelik Hukuku”, “Tek Adam Yönetimi Hukuksuzluğu” arayışlarının olduğu gözden kaçmamaktaydı.

Türkiye Cumhuriyeti’nde işkence sıfırmış

Oturumun 2. Günü, ikinci oturumun başkanlığını yapan, bir dönem önce Milletvekilliği yapmış, hukukçu olduğunu vurgulayan kişi, “Türkiye’de şu anda işkence sıfır” deyince, işkence olaylarının kitle iletişim araçlarına yansımadığı günün olmadığı bir ülkede bunu nasıl söylenebildiğini sordum kendime. Oturumun sonunda soru alınmadığı için kendisine soramadım.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi tarafından hazırlanan “2020 Yılı İlk 6 Ay Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi İnsan Hakları İhlalleri Raporu”, 10.08.2020 tarihinde, İHD Diyarbakır Şubesi binasında düzenlenen basın toplantısında açıklandı.

Raporda: “2020 yılının ilk 6 ayında en az 85 yurttaş işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. Cezaevlerinde en az 441 siyasi mahpus, hiçbir gerekçe gösterilmeden veya politik tutumlarından sorumlu tutularak ailelerinden uzak illerde bulunan hapishanelere sürgün edilmişlerdir. İlk 6 ayda, 6 çocuk katledildi, 3 çocuk intihara sürüklendi. 204 çocuk ise cinsel istismara maruz kaldı” deniliyor. (Cumhuriyet Gazetesi, 11.08.2020)

Türkiye Cumhuriyeti’nde işkencenin sıfır olduğunun söylendiği bir konferansla, İHD Diyarbakır Şubesi raporunu yan yana getirince, nasıl bir gerçekleri çarpıtma denizinde yüzdüğümüzü anlamak kolaylaşmakta. Olayları, bilgileri çarpıtma konusunda sınır tanımayan bir düzeysizlik olduğu görülüyor. “Demokratik Hukuk Devletini Yeniden Düşünmek Sempozyumu” konulu sözde bilgilendirme sempozyumunda, yaşadığımız ülke gerçeklerinin böylesine çarpıtılması, insana “Hukuk Devletini” değil “Hukuksuzluk Ülkesi” yaratmanın yollarının arandığı izlenimi bırakmaktaydı.

Sempozyum konuşmalarında tek yanlı bir aktarım vardı. İzlediğim oturumlarda, konuşmacılara soru sorma olanağı tanınmadı. Yapılan sunumlarda belirgin mantık çelişkileri olmasına karşın, sorular yöneltilerek bu yanlışlıkların giderilmesi ya da anlatımların açımlarının yapılmasına yönelik bilgilerin verilmesi gerekirken bu yapılamadı.

Salonda 50-60 kişi vardı. Bunun kaçı görevli, kaçı dinlemek, öğrenmek için gelmiş insanlardan oluşuyordu bilme olanağı yoktu. Oldukça önemli hazırlıklar sonunda yapılan sempozyuma ilgi azdı denebilir.

Türkiye’de yargıya güvenin %8-10 olduğunun altı çizildi. Bu yüzde 8-10 güven oranını bulamayacağımız günlere doğru hızla ilerlediğimiz gözlenmekte.

Darbelerin 2 önemli nedeninin olduğu, bunlardan ilkinin kurumlardaki vesayet, ikincisinin darbecilere hesap sorulamaması olduğu belirtildi. Bu konuyu doğrulamanın gerektiği açık.

Türkiye Cumhuriyeti’nde “Hukuk sorunu” olmadığı, oldukça ileri yasaların olduğu, bu yasaları uygulayacak bilgi ve donanımda “Hukukçu Sorunu” olduğu ileri sürüldü.

Ülkemizde “Hukukçu Sorunu” var. “Hukuk Sorunu” da var. İleri düzenlemeler getiren yasalarımız olduğu gibi, çağın hukuk algılarına uymayan düzenlemeler getiren yasala da var.

Hukuk sistemiyle ilgili saygın adları kullanarak, istem (talep) örgütlemesi peşinde oldukları açıktı. Bu düşünce yapısı, böylesi örgütlülüklerle “Hukuk Devleti” aramanın olanaksız olduğu, nasıl bir hukuk sistemi arayışında oldukları da otaya çıkmaktaydı.