Gerçeklerini açık açık konuşamayan bir ülkede yaşıyoruz.

“Kürt Sorunu” dedikleri ve aslında kendi yarattıkları “sorun”un çözümünün özerklik olabileceğini bile 30 yıl sonra ancak başka kanallar üzerinden fark etmiş bir ülkeyiz.

Kimilerinin terör dediği şeyin başkaları tarafından özgürlük mücadelesi olduğunu, kimilerinin cinayet dediği şeye başkalarının nefsi müdafaa diyebileceğini, aynı ülkede yaşayanların farklı görüşlere sahip olabileceğini yeni farkına varıyoruz.

Bu ülkede Ermenilerin yaşadığına, onların ve daha birçoklarının mallarına el konulduğu için geri isteme hakları olabileceğine, buna tazminat yerine, “yahu adamların mallarını almışız da şimdi geri verelim bir kısmını bari” demeye yeni yeni alışıyoruz.

Gerçekleri açık sözlerle tartışmaktansa ironiler yaparak, tarihsel lafların arkasına gizlenerek karşısındakilerle bilardo oynarmış gibi banttan söz atan bir ülkeyiz.

Ama alışıyoruz birbirimize. 72 milyonuz ya uzun sürüyor belki ama alışıyoruz. En azından artık “damar”ımızı anladı siyasetçiler. Biz de birbirimizin “damar”ını anlıyoruz.

Biliyoruz ki ülkenin siyasi hataları üzerine direk sözler söylersek, eylemler yaparsak bu ülkenin milliyetçileri parçalar bizleri. Askere laf edersek “darbe” yapar bu ülkenin askerleri.

Ee ne yapıyoruz o zaman, alttan alttan ilerliyoruz…
“Asker” diyemiyoruz da “sistem” diyoruz,
“Türk kimliği sorunlu” diyemiyoruz da “Türkiyeli” diyoruz,
“Kürtçe” diyemiyoruz da “bilinmeyen diyoruz”,
“Kürt halkı” demiyoruz da “devletsiz haklar” diyoruz
“Gayrımüslim” diyemiyoruz da “farklı dinden” diyoruz

Korkuyoruz…

Hala birbirimize konuşmaktan korkuyoruz…

O yüzden devletin tarih kitaplarında olduğu gibi bu ülke de kendince yöntemler geliştiriyor, değişimi bize korkutmadan yaşatmak için. Devlet nasıl eskiden doğrudan tarih kitaplarında azınlıkları ve Kürtleri yok sayıyordu da şimdi var sayıyor ama pedagojik olarak gelişen milli eğitim bakanlığı artık satır aralarında gizli bilgilerle çocukları birbirine karşı “fişekliyor” ise bu ülkenin diğer yapıları da kendince “pedagojik” olarak gelişiyor.

Yani aslında bizi kandırıyorlar.

Diziler aslında bu ülkenin nasıl geliştiğini ve değiştiğinin en önemli istatistiklerini sunuyor bize. Dizilerimiz de bizlere benziyor. Farkında mısınız Türkiye’de ne kadar sorun var ise o kadar da dizi var. Her konsepte ve soruna bir dizi.

Darbe dizileri, derin devlet dizileri, polis dizileri, cemiyet dizileri, öğrenci çeteleri dizileri, terör dizileri, asker dizileri. Azınlıklar yine arada kaynayan karakterler bu dizilerde. Henüz onları tam sorun olarak algılayamamış bu sistem herhalde ki bu konuda doğrudan bir dizi yok. Ama bakınız, bir Ermeni kızı ile Türk erkeğinin aşkını anlatan bir dizi çıkar yine yakında.

Aslında bu “derin dizi” mafyası diyebileceğimiz bir yapı sanki. Bizler normalde neyi tartışamıyorsak diziler üzerinden tartıştırıyorlar bize. Son birkaç haftadır dizilerdeki cinsellik ve “ahlaksızlık”lar gazete manşetlerinden inmiyor. Siyasetçiler bile işi gücü bırakıp dizilerdeki karakterlerle uğraşıyorlar. Ama onlar da biliyorlar ki o dizilerdeki karakterleri kullanarak aslında siyaset yapıyorlar. Arada o kadar saçmalıyoruz ki inanamazsınız.

Osmanlı’da kapı dinleme geleneği yokmuş diyor bir tarihçi. Yahu kapı dinleme dünyanın en eski casusluğudur. Bu tarihçiler kitapları okurken kendilerini o kadar kaptırmışlar ki gerçeklikten kopmuşlar. Bir başkası “Padişah içki içmezmiş” diyor. Anlaşılan o da o vakit saraydaymış.

Tarihin en büyük sorunu da budur ya o dönemde yaşamadığınız için anca anlatılanların takipçisi olabilirsiniz. Sanki yaşıyormuş gibi yapamazsınız. Ama biz tarihimizi o kadar tartışmamışız ki şimdi dizilerde tartışıyoruz ancak.

Yoksa bir dizi karakterinin iffeti bir parti liderinin neyine. Karakteri canlandıran kızı beğeniyorsa o başka.

Farkında mısınız aslında arz ve talep üzerine kurulu şu “aptal kutusu” dedikleri televizyon ne kadar da akıllı. O bile anladı Türkiye’nin kendi kendine tartışmadığını ve kendi içerisindeki “aptallık”larla tartıştırdı. Kendi üzerinden ülkeyi, “sistemi” tartıştırıyor bize. Bu “aptal kutusu” bile bizden daha cesaretli çıktı.

Geçtiğimiz hafta Behzat Ç dizisinde çaktırmadan beyaz berelerle, 301’lerle, solcu karakterlerle birlikte Hrant Dink cinayeti konu edildi… Cinayeti mi diziyi dizi mi cinayeti kullanarak gündeme geliyor bilmem ama bu işin sonu hoş değil…

Bizler halen polislerin işkencelerini görmezden gelirken. İçkili polisi o gösterdi bize, (Behzat Ç.) dayakçı polisi o gösterdi bize. Hem de o “aptal kutusu” diziyi kullanarak gizliden gizliye polis sevdirdi izleyicilerine. Yakında ortalık dayak atabilmek, içkili baskın yapabilmek için polis olmak isteyeceklerle dolacak.

Biz sorunlarımızı ancak diziler üzerinden tartışabiliyoruz. Türkiye’nin en temeldeki sorunlarından biri olan soykırım ise ancak yıllar sonra sorun olarak kabul edilebilecek belki, ancak ve ancak dizisi yapılacak bir dönemi gelecek…