Abdullah Gül başbakandı ve 1 Mart 2003 tarihinde ABD askeri güçlerinin Türkiye topraklarında konuşlanmaları için hazırlanan ‘tezkere’, Meclis’te oylanacaktı. ‘Irak’a yönelik müdahalenin içine Türkiye’nin de bilfiil katılması’ anlamına gelen bu karar, kamuoyunu o zaman da ikiye bölmüştü.
Meclis’te yeterli çoğunluk sağlanamadı ve hükümetin ‘tezkere’si geçmedi. ABD ordusu da (kendisi için daha yüksek maliyetler içeren) başka yollara başvurmak zorunda kaldı. Sonuç olarak Türkiye savaşın dışında kalmayı başardı.
Türkiye gene bir dönemeçte... O dönemle bir analoji kurmak elbette mümkün: Şimdi de ‘kendi halkına zulmeden ve toplumun özgürlük taleplerini kanla bastıran bir diktatör’le karşı karşıyayız.
Bu kez Batı, müdahale noktasında daha az istekli. ABD seçimlerinin ateşi Obama’nın dikkatini içeriye yöneltmiş durumda.
Irak müdahalesi öncesine benzer bir tartışma yaşıyoruz. ‘Bir koyup beş almak’ gibi kalıplar günümüz paradigmasında herhangi bir anlam ifade etmese de ‘savaşçı dil’den gerçekten hoşlanan bazı kalemlerin varlığı inkâr edilemez...
Diğer taraftan, bölgedeki bir savaşın nelere mal olacağını anlayabilecek olgun ve etkin bir kamuoyu var artık. PKK ile yaşanan çatışmalar ve bu sorunun yol açtığı sarsıntıyı göz önünde bulundurduğumuzda, duyarlı bir değerlendirme öne çıkıyor... 

Kayıp pilotun babası
Yaşadığımız günlerin en etkileyici açıklamalardan birisi, Suriye’nin Akdeniz’de düşürdüğü Türk keşif uçağının pilotlarından Gökhan Ertan’ın babasından geldi.
Malatya’daki evinde konuşan baba Ali Ertan, “Bizim ülkemiz bir pilot, bir uçak için ‘Hadi savaşa girelim’ diyecek bir ülke değil, bu uygun da değil” dedi.
Yüreği acı ile dolu baba, Türkiye için “Bir pilot, bir uçak için hadi savaşa girelim diyecek bir ülke değil...” diyebiliyor, bu özeni gösterebiliyor. ‘Halkın çoğunluğu’, agresif küçük gruplara oranla daha sağduyulu bir yaklaşımda. Bazı yazarlar ise hükümeti savaşa kışkırtan bir dile yatkın.
Bahçeli’nin Suriye konusundaki ihtiyatlı yaklaşımı dikkate değer: “Dikkat edilmesi gereken husus, savaş ihtimalinin en son seçenek olarak düşünülmesi ve küresel güçlerin telkin ve tahrikine gelinmemesidir. Uçak düşürülmesiyle ilgili konuda AKP hükümetinin Suriye’den gerekli hesabı sormasını ve meseleyi olgunluk dairesinde makul bir çizgiye getirmesini istiyor ve parti olarak da bunu bekliyor ve destekliyoruz.”
Bahçeli’nin aynı konuşmada “Kandil dümdüz edilmelidir” demesi ise durumu tam olarak anlamadığını ya da milliyetçi kamuoyuna mesaj vermeyi tercih ettiğini gösteriyor. Şurası artık daha netleşiyor: Kürt sorunu bir bölgesel sorun olduğu için Suriye’deki gelişmelerle de irtibatlı hale geldi.
Bazı yorumcular, bu olayların arkasında Rusya’nın da olduğuna dikkat çekiyorlar. Mümkündür. Bir küresel aktör olarak Rusya, müttefiki olarak gördüğü bir ülkenin yönetiminin Batılıların saflarına geçmesini istemez.
‘PKK’nın Suriye’de güçlendiği’ saptamaları yapılıyor. PKK’nın Dağlıca baskınında yine Suriye ile irtibatlı olduğu düşüncesi çok yaygın. ‘Kandil’e girmek’ ile ‘Şam’a yönelmek’, benzer bir risk ve strateji profili içinde değerlendiriliyor.
Arap Baharı, Suriye’ye gelinceye kadar bize bir yönüyle ‘kolay’ veya ‘rahat’ görünebilen bir meseleydi. Şimdi tüm karmaşıklığıyla yanı başımızda.
Bölgede savaş tamtamları çalıyor. Atılacak ileri ve dikkatsiz bir adım, Türkiye’yi ateşlerin içine çekebilir ve bütün gelecek beklentileri bir anda tersyüz olabilir... Sağduyulu ve barışçı bir düşünce yapısına en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemlerden birindeyiz.