Biliyorum, “bu başlık da ne böyle, delirdi herhalde” diye aklınızdan geçmiştir.

Demokrat Haber’in bazı yazarları, ve bazı sevgili arkadaşlarım, geçmişini bildikleri Hanefi Avcı’nın kitabı için, “kesinlikle okumam, elimi bile sürmem” derken, "bu da nereden çıktı" demenizi doğal karşılarım.

Ama ben aynen böyle düşünüyorum…

Kimse kusura bakmasın ama, sevgili Yıldırım Türker gibi naif solcu duyarlılığıyla Hanefi Avcı’nın yaptığı işkenceleri falan anlatacak değilim.

Ya da Ali Uygur adlı devrimcinin öldürülmesinden sorumlu olduğunu…

Ya da düzenlediği operasyonlarda katledilen Menekşe Meral’in kardeşi Fatma Meral’le söyleşi düzenleyip, Avcı’nın ne kadar kötü biri olduğunu kanıtlamaya çalışmayacağım…

Çünkü, şimdi bunların sırası değil.

Çünkü Hanefi Avcı bu suçlarından dolayı tutuklanmadı.

Umarım ileride o günleri de görür ve bunları da önüne koyarız.

Ama şimdi Hanefi Avcı’yı savunmalıyız…

NEDEN Mİ?

Hanefi Avcı tutuklandığında Eskişehir Emniyet Müdürü’ydü.

Ömrü polislikle, özellikle istihbaratla, çeşitli örgütlere karşı düzenlediği operasyonlarla geçmişti.

Yazdığı kitapta bu büyük operasyonlardan bazılarını da anlatıyor.

O operasyonlarda katledilenlerin ailelerinin içine düşen ateşi tarif etmek bile mümkün değildir…

Kim bilir daha bilinmeyen kaç kişiye işkence yapılmasından, öldürülmesinden de sorumludur.

Ama, şimdi, şu durumda, her şeye rağmen Hanefi Avcı’nın hukukunu savunmalıyız…

Çünkü Hanefi Avcı yaptığı işkencelerden tutuklanmadı…

Çünkü Hanefi Avcı düzenlediği operasyonlardaki yargısız infazlardan yargılanmıyor…

Hanefi Avcı yazdığı bir kitaptan dolayı tutuklandı.

Hem de kitabı vasıtasıyla iki örgüte birden üye olmak iddiasıyla: Devrimci Karargah ve Ergenekon.

İki dava için de, savcılıkta kendisine sorulanlar hep kitabıyla ilgili.

Bu kitabı sen mi yazdın, neden yazdın, ikinci bölümü başkası mı yazdı, vb…

İddiaya göre, yazdığı kitapta Devrimci Karargah üyelerine izlendiklerini anlatıp, tedbir almaları için onları uyarmış. Bu nedenle Devrimci Karargah üyesiymiş…

Yeni iddiaya göre de kitabı Ergenekon’cuların isteği doğrultusunda yazmış…

AVCI AVLANDI

Hanefi Avcı’nın kitabının çıkması ve ardından tutuklanmasıyla birlikte sol basın işkenceleri, operasyonları vb üzerine yönlendirildi. Muhafazakar basın da sevgilisi üzerine. Biri işkencelerini kınadı, biri sevgilisini...

Kimse "asıl mevzu"dan uzaklaştırıldığına uyanmadı...

Operasyon kısa sürede tamamlandı, kitap etkisizleştirildi, Avcı avlanıp, unutturuldu…

KİM İNANIR?

Bu ülkede çok hukuksuzluk gördüm, yaşadım. Ancak bu dönemdeki kadar, yüzlerce solcunun kanına girmiş bir polis şefini önce devrimci, sonra Ergenekoncu yapacak kadar gözü kararmış bir uygulamayla hiç karşılaşmadım.

İşin ilginci kara propaganda, psikolojik savaş her zaman vardı, uygulandı, ama hiç bu kadar akıllara ziyan örneklere, bu kadar çok inanan bulunduğunu da hatırlamıyorum.

Herhalde böyle bir örnek ancak 6-7 Eylül olaylarında yaşanmıştı...  

Demokrat Parti’nin Menderes hükümeti 6-7 Eylül katliamını organize etmiş, dünyadan tepkiler gelince, ”yakalayın 50 komünisti” talimatıyla içlerinde Aziz Nesin’in de olduğu 50 komünisti bu olayların sorumlusu olarak göstererek yakalatıp, tutuklatmıştı.

YA DA

Bir taşla iki kuş vurmak diye bir söz vardır, olumlu anlamda. Bunun olumsuz bir versiyonu da şöyledir: Bir taşla kuş katliamı yapmaya çalışmak…

Şimdi yaşananlar da biraz buna benzedi. Darbe girişimlerini, Ergenekoncuları açığa çıkarma ve yargılama diye başlayan süreç, önce bir taşla iki kuş vurma, sonra bir taşla kuş katliamı yapma niyetine dönüştü…

Avcı’yı kolay avladılar, çünkü o bir işkenceciydi. Ama Nedim Şener ve Ahmet Şık olayında ava giden avlandı.

Attıkları taşlar kuşlara değmedi ama, başlarına düştü…

Çünkü özellikle Ahmet Şık'ın yaşamı boyunca yaptığı gazeteciliğe tanık ve ona kefil olacak binlerce insan vardı.

ERTOSUN VAKASI

AK Parti’nin niyetinin gerçek ve kapsamlı bir demokratikleşme ve geçmişle yüzleşme olmadığını, göreceli bir demokrasi söylem ve perdesi altında kendi anlayışına karşı olanları tasfiye ederek, ya da uzlaşmaya zorlayarak egemenliğini tesis etmek olduğunu en iyi ortaya koyan olay Ali Suat Ertosun vakasıydı.

Ertosun, yıllardır devletin en derin yerleriyle ilişkili, en derin operasyonlarının uygulayıcısıydı ve “Hayata Dönüş” adıyla 19 Aralık 2000 yılında yapılan ve yalnızca ilk gününde 32 mahkumun ölmesiyle sonuçlanan cezaevi katliamları sırasında Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü idi.

2004'te Devlet Bakanı Cemil Çiçek'in önerisiyle kendisine 'Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildi. TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın elinden 'Devlet Üstün Hizmet Beratı'nı aldı.

Ertosun, Yargıtay üyeliği görevini yürütürken; Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nca gösterilen üç aday arasından, 5 Mayıs 2008'de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından seçilerek Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu asil üyeliğine atandı.

BU NE DEMEK OLUYOR?

Ertosun vakasıyla açığa çıkan mesaj şuydu: Ey derin devletin görevlisi. Bundan önce bu devlet için iyi-kötü, doğru-yanlış ne yaptınsa kabulümdür, başımın üstünedir. Benimle uzlaş yeter!

Ali Suat Ertosun en son HSYK üyesi olarak statükocu kesimlerin sözcülüğüne soyununca bu kez hakkında çeşitli ses kayıtları, fotoğraflar, bilgiler, iddialar ortaya döküldü. AK Parti ve özellikle Zaman medyaları tarafından üzerine çok gidildi.

Halbuki daha yeni kendisine 'Devlet Üstün Hizmet Beratı' verip ödüllendirmişlerdi.

ONA YAPILINCA SESSİZ Mİ KALMALI?

Hanefi Avcı da aslında AK Parti ve Cemaate yakın olarak bilinen, hatta bu yüzden soruşturulan, çocuğunu Cemaat okulunda okutan, 28 Şubat’a karşı tutum alan biriydi.

Emniyet içindeki ekipler savaşı ve yaşadığı ortamlarda tanık oldukları nedeniyle yazdığı kitapta Cemaate de dokununca hem Devrimci Karargah üyesi oldu, hem Ergenekon.

Tıpkı Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın yazdıkları kitaplarda sobaya dokunmaları gibi. O da yanmıştı…

Şimdi Ahmet’le Nedim bizdendir, Hanefi’nin canı cehenneme mi demek gerekiyor?

Bence hayır.

Çünkü Hanefi Avcı şimdi işkencelerinden, infazlarından dolayı değil, yazdığı bir kitaptan dolayı yargılanıyor.

Ve o kitapta iddia edilen, ismi verilenlerle ilgili hiçbir araştırma, soruşturma, açıklama yapılmıyor.

NE DEMEK İSTİYORUM?

Açıkça söyleyeyim.

Bu Ergenekon operasyonlarında iyi niyet diye sunulanlar ve yapılanlar örtüşmüyor.

Başlangıç açısından elbette iyiydi, destekledim, desteklerim, hala da destekliyorum.

Ama burada durulmasına, saptırılmasına, sulandırılmasına sessiz kalamayız.

Birincisi; Ergenekon’u ve darbecileri bertaraf edeceğim diye, AK Parti ve Cemaat’i eleştirenleri haklama anlayışı bırakılmalıdır. Keyfi olarak insanların dinlenilmesi, izlenmesi, bilgi ve belge sızdırılmasından vazgeçilmelidir.

Sızıntı bırakılıp açık, şeffaf, demokratik yollar seçilmelidir.

İkincisi; Operasyonlar gerçek ve tüm derin devlete yönelmelidir. Ucu kime dokunursa dokunsun, tüm derin devlet operasyonları, faili meçhuller aydınlatılmalı, üzerine gidilmelidir. Operasyonun başındakiler sadece kendi muarızlarıyla değil, tüm karanlık güçlerle hesaplaşmalı. Derin devletle uzlaşmaya çalışılmamalı... Derin devletle uzlaşan derin devlet olur çünkü...

“Bin operasyon yaptım” diyen Mehmet Ağar ve yüzlercesi ortalıkta dolaşırken, "Bu mudur hesaplaşma, bu mudur yüzleşme, bu mudur Ergenekon?" sorusunu eksik etmemek gerek...

Tabii bu soruları sorup iktidarı sıkıştırırken Ergenekoncuların elini rahatlatmak için fırsat kollayan statükocuların planlarına da yedeklenmemek gerek...

Daha fazla demokrasi, daha fazla şeffaflık, daha fazla özgürlükten başka yol yok...

O nedenle şimdi daha fazla ses çıkarmak zamanı...

Hem yıkılmakta olana, hem kurulmakta olana karşı...