Son dönemde giderek artış gösteren terör olaylarına ilişkin kimi yazı ve konuşmalarımda “kör terör” dememe kimileri alınıyor, çok şiddetli eleştiriyorlar.

Bu söylem, ”devlet dili, bu dili kullananlar da devletin yanında yer alanlardır” diyorlar. Şimdi kalkıp ben” Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri eğitimdir.” desem, aynı saptamayı Milli Eğitim Bakanı da yaparsa, anında ben AK Parti yanlısı olurum, bu anlayışa göre.

“Terörün sonlandırılması için PKK ile görüşmek de dahil, her türlü sivil ve barışçı yöntemler kullanılmalıdır” dediğimizde, bırakın aynı dili kullanmayı, resmi kurumlar içerisinde ilgili kurum olan MİT, daha da öteye giderek bunu uygulamaya koyduğunda niye aynı tepki verilmez?

Kürt yurttaşlarımızla geçmişte özgürlük ve demokrasi mücadelesinde birçok yerde yolarımız kesişti. Ceza evlerinde, işkencede birlikte acı çektik, yeri geldi birlikte direndik. Cumhuriyet tarihinden bu yana onlara uygulanan zulüm ve haksızlıklara hep birlikte karşı çıktık.

İlginçtir Kürt dostlarımızla gerek söylem, gerekse düşünsel anlamda pek sorun da yaşamıyoruz. PKK’nın masum ve sivil insanlara yönelik yaptığı saldırıları onların da büyük bölümü kabul etmiyor, en azından vicdanlarında olumlayana rastlamadım.

Asıl sorun kendisi Kürt olmadığı halde sözüm ona Kürtlerin mücadelesine destek verdiğini sanan Türklerden ve diğer etnik kökenli kişilerden kaynaklanıyor.

Özellikle de yurt dışında yaşayan ve hiçbir üretkenliği olmadığı için, oturup sanal ortamda ha bire sallayan, kendisini entelektüel sanan solcular aslında farkında olmadan Kürtlerin mücadelesine zarar veriyorlar.

Zaten var olan ”Kürtleri olası potansiyel suçlu ya da tüm Kürtleri PKK'lı sayan“ tehlikeli anlayışa bir anlamda çanak tutmuş oluyorlar.

Şimdi eğri oturup, doğru konuşalım; barışa bir adım kala yapılan Silvan baskınına ne diyeceğiz? Birçok yerde sivil ya da resmi yurttaşların ensesinden kurşunlanmasını, büyük kentlerde gelişigüzel patlatılan bombaları nasıl izah edeceğiz.

Eylem gerçekleştirilmeden önlenen Adana’daki Lunaparka bomba yerleştirilmesi olayının adına ne diyeceğiz.

Adana’ da varsıl kesimin itibar etmediği, genel de yoksul halkın çocuklarını getirdiği lunaparka koyacağınız bomba patlasa, öleceklerin çoğunluğu çocuk olacak ve inanın bunların tamamına yakını da Kürt çocukları olacak.

Böyle bir olaya kör terör demeyelim de ne diyelim?

Başından beri savunduğumuz; BDP'nin meclise gelip, parlamenter sistem içerisinde demokratik çözümleri zorlamasıydı. Gelinen nokta da BDP milletvekillerinin meclise katılma kararını nasıl alkışla karşılıyorsak, barış yoluna konacak dinamitleri, sivil ve savunmasız insanlara yönelik kör terörü kınama ve eleştirme hakkımız vardır.

Gerek şehit aileleri, gerekse çatışmalarda öldürülen gençlerin ailelerinin, cenazeler sırasında çektiği acıyı, döktüğü gözyaşını gördükçe yüreklerimiz sızlıyor.

Tahmin ediyorum şimdi kimileri; “Kürtlerin sorunlarını bilmek için Kürt olmak mı gerekir, ya da yurt dışındaki insanların da yüreği, vicdanı vardır.” Türünden itirazlarda bulunacaklardır.

Ancak öyle değil işte, “ateş, düştüğü yeri yakıyor.” Ve de çok fena yakıyor. Yüreğine ateş düşen analar, çocuklar, kardeşler; hangi din ya da ırktan olurlarsa olsunlar, hangi dili konuşursa konuşsunlar, derilerinin, gözlerinin rengi ne olursa olsun, akan gözyaşlarının tadı aynı!

Analar ağlamasın, babaların yüreği yanmasın, çocuklar öldürülmesin, yetim kalmasınlar istiyorsak eğer; tüm önyargılarımızı ve ön kabullerimizi bir yana koyup terörü önlemek, Kürt sorununa barışçı çözüm bulmak adına, çabalarımız yoğunlaştıralım.

İnanın birbirimizi anlamaya çalışmak, ortak aklımızı kullanıp, sorunlara akılcı ve gerçekçi, uygulanabilir çözümler bulmak çok zor değil.

Önce bizler konuşabilir, dostça tartışabilir olmak, bunun ortam ve koşullarını yaratmak zorundayız. Kendi egolarımızı, koşullanmışlıklarımızı atmadan, kendi doğrularımızdan başka doğru olmadığı varsayımından kurtulmadan, empati yapmayı öğrenmeden ne kendimize, ne de savunduğumuzu sandıklarımıza bir yararımız olmaz.

Bizden olmayan düşman, benim gibi düşünmeyen öteki, benim gibi giyinmeyen gerici, bana benzemeyen öcü yaklaşımıyla önce kendimize sonra çevremize ve sonuçta topluma kötülük yapmış oluyoruz.

Tahammül ve sabrın sınırlarını zorlayarak, kendimizi dünyanın merkezinde sanma yanlışından vazgeçerek, yakınımızda olan dostlarımızın gözlerinin içine bakarak; eline, koluna, omzuna dokunarak, yani onu hissederek kuracağımız empati; inanın en iyi başlangıç olacaktır.

İşte o zaman vazgeçemediğimiz korkularımız, kurtulamadığımız fobilerimiz, her fırsatta başkalarını küçümsemek ya da yok saymak için kullandığımız üstenci tavırlarımızın giderek yok olduğunu, yüreğimizin tam da orta yerine bir sevgi kümesinin gelip yerleştiğini göreceğiz.

Fazla iyimser bulanlar, hayal gibi görenler, Polyanacılık oynuyor diyenleri görür gibi oluyorum. Ancak inanıyorum ki, böyle bir umut uğruna bu tür eleştiri ya da alaycı tavırları da hoşgörü ve anlayışla karşılamaya hazırım.

Yeter ki, barış, özgürlük ve demokrasinin önündeki en büyük engel olan terör sona ersin, anaların gözyaşı dinsin, bu anlamsız düşmanlık bitsin, açlık, yoksulluk, ölüm kader olmaktan çıksın.

Meclisin en önemli gündemi olan yeni, sivil, demokratik bir anayasanın bu zorlu özgürlük yürüyüşünde önemli bir durak olması dileğiyle bir kez daha yinelemek istiyorum.

Gözlerimizin rengi farklı da olsa, gözyaşlarımızın tadı aynı!

 

NOT: Tam da yazımı bitirmişken bir son dakika haberi geldi.

Ankara ‘ın en işlek bölgesi Kızılay da bir minibüse konan bombanın patlaması sonucu çıkan yangında ondan fazla yurttaş yaralanmış, dileriz ölenler olmaz. Ne olur birileri bana izah etsin, bu minibüsteki yolcuların kim olduğu, burada yapılan eylem sonucunda kimlerin yüreğinin yanacağını kim bilebilir. Varsıl kesim zaten özel arabalarını kullanıyor. Toplu taşıma araçlarında dar gelirli memur, işçi, öğrenci ve yoksul halkın yolculuk ettiğini bilmeyen var mıdır? Dilerim yaralananlar arsında çocuk olmasın.