Şafak Pavey sadece engelli ya da CHP’li olmasıyla değil, yaşama tutunma gücündeki görkemle hafızalarımıza kazındı asıl. Yollarımızın kenarlarındaki kaldırım yüksekliklerine ve köstebek çukurlarına proteziyle, doğanın katledilmesine ödün vermez tavırlarıyla, etrafında biriken önyargılara ve istif edilmiş yalan yanlış merhamete nezaketiyle cevap veren o kadın! Herkese böyle bir yaşam direnci nasip etsin kâinat!

Gerçi yaşama tutunmanın binbir türlü şekli vardır var olmasına da bazen bu tutunma yeryüzünü daha anlamlı bir yer kılmak biçiminde hasıl olur. Hırs ve nefretle değil de sevgi ve ışıkla. İşin esası, dünya hâlâ dönebiliyorsa bu azınlıkta kalan insanların bitip tükenmez umudu ve inadı sayesindedir. Şu kimine göre saflık, kimine göre budalalık diye nitelendirilen duygular! Kül yutmadığını farz eden kimilerine göreyse “Hımmm kim bilir bunun altında neler vardır neler!” şüpheciliğinin adresidir bu hisler. Şu aslında en çok kendilerinden şüphe edenler için yani!

Ne ilginçtir ki Pavey’in güleryüzüne ne zaman baksak, kamuoyunda yaratıldığı üzere onun gerçekte ne ve kim olduğunu değil, nasıl ve şekilde algılandığını izler hale geldik. Kalp para tarzındaki bir şefkatle peşin peşin verilen sıradan hükümler, insanlıktan nasibini almamış cümleler, yersiz abuk sabuk laflar, bir sürüsü... Kısaca Türkiye’nin Meclis’ten üreyen ve köşelere uzanan merhamet algısıydı bu! O merhamet kalıbına bir girse herkesin rahatlayacağı şu kadın!

“Engelliler evlerinde otursalar daha iyi ederler kardeşim!”

“Engellisin ve acınmayı hak ediyorsun.”

“Engellisin, o halde yardıma muhtaçsın!”

Pavey’in ışıltılı yüzüne ne zaman baksam insan olarak nasıl da kaybettiğimizi düşünüp duruyorum. Nicedir. Öyle bir sadeliği var yüzündeki derinliğin. Yansıtıyor.

Her şeyin havadaki çıtkırıldım nemle hızla bayatladığı, insan ilişkilerinin lime lime olmaya yüz tuttuğu, bayağılığın en önemli tavırlardan olduğuna dair “ekran imajı” eşliğinde kaybedişin de başka bir adresi oluyor bu.

Kalem oynatmanın mitos bölünmeyle üreyen hizipçilik, misyonerlik, nefret söyleminin sözcüsü olmak, iktidar diliyle konuşmak gibi işlere de yaradığını, üstelik bunun görev addedildiğini fark edebildiğimiz sıralarda. Kalemin hakikatin dilini değil de yalakalık dilini kendine siper ettiğini öğrenmeye başladığımız zaman.

Pavey’in yüzüne ne zaman baksam, onun ışıklı yüzünde beliren Türkiye algısında gerçekte kimin yardıma muhtaç olduğunun yansımasını görüyorum. Formül de kaçınılmaz olarak şöyle değişiyor elbette:

“Takıntılılar evlerinde otursalar daha iyi ederler kardeşim!”

“Takıntılısın ve acınmayı hak ediyorsun.”

“Takıntılısın, o halde yardıma muhtaçsın!”