Aslından ben gavat faşizm diye bir şey demedim. İbnetör faşizm dedim. Lakin bu hikâyeyi kaleme alan adam dedi ki şimdi bu ibnetör lafı uygun değil, velhasıl gavat diyelim. Ne yazarsan yaz dedim adama ama bu hikâyenin aslı ibnetör faşizmdir.

Benim adim Şehmuz o zamanlar 16 yaşındaydım, lakin bazen lazım olunca 18 olurdum. Kahveye, pavyona, kerhaneye misal. O zaman hemen bir yolunu bulup 18 yaşında olurdum.

O zamanlarda benden tam yedi yaş büyük ortağım Orhan ile ikindi namazından sonra cami avlusunda oturmuş hesap kitap yapıyorduk. Bende 4 milyar para vardı. Orhan da ise 6 milyar. Fakat onun hep yedek akçesi olurdu. Ben hep yuvarlardım. Eğer 6 dediyse 10 diye hesaplardım. Bu paranın yarısı ile o şehirden kaliteli horoz alacaktık. Kaliteli horoz mevzusuna şimdi girmeyeceğim.

Daha ikinci çayımızı bitirmeden resmi ve sivil polisler cami avlusunu doldurdular. Oradan iki ayrı masadakileri aldılar. Biz ne oluyor anlamadan bir yumruk yedi başına Orhan. 180 santim yere uzandı. Ben tam ana avrat küfre başladım ki, yüzüme tekme geldi ve dişimi kirdi. O hengamede elimi ağzıma sokup dişlerimi yokladım iki diş çukuru bostu.

Dayak faslı arabada sürdü. Yağmur gibi yağıyordu yumruklar, tokatlar.

Kim ulan bunlar?

İlk sorum şu oldu; benim düşmanlarım kimlerdi? Tek bir düşmanım vardı. O da kumarcı, pavyoncu Ferit. Tamam dedim bunlar kumarcı, pavyoncu Ferit'in kiraladığı adamlardı. Onlar vurdukça hem Ferit’e hem de onlara basıyordum küfrü. Orhan baygındı hala.

Belki 5 saat dayak yedik. Niye niçin hiç bilmiyordum. Büyük bir odada 20 kişiydik. Kızlı erkekli 20 kişi 5 saat boyunca dayak yedik. Orhan ayılıp bayılıyordu. Yaklaşık beş saat sonra bizi merdivenden sürükleyip aşağı bir yere kilitlediler. Ben Orhan ve 3 bıyıklı. Bu bıyıklılar bizden beter haşat olmuşlardı. Sürekli bağırıyorlardı. Başım zonkluyordu. Adamlara posta koydum, az susun da başımın ağrısı dinsin, dedim. Adamdan dahi saymadılar beni, devam ettiler.

Bir sonraki gün olmalı, sen de 30 ben diyeyim 50 kişi vardı hücrelerde. Ağlayanlar, bağıranlar ve susanlar olmak üzere üç gruptu bu kalabalığın yekunu. Şanssızlık işte bizi bağıranlar arasına koymuşlardı. Tam bir baş ağrısıydı. Sabah ekmek arası getirdiler. Ben hemen payıma düşeni yedim. Diş ağrısına rağmen, Orhan hala uyuyordu. Hücredeki üç bıyıklı biz oruçluyuz dedi. En bağıran adama "Allah kabul etsin" dedim. Medeniyetsiz herif, tip tip baktı yüzüme, "Üç ekmek arasını yemeyecekseniz alabiliri miyim" diye sordum, "al" dedi. Bir buçuk ekmeği yedim, kalan payı da Orhan'a ayırdım. Orhan nihayet ayıldı. Ekmekleri silip süpürdü. Sonra sigara içti, bıyıklılara ikram ettik almadılar. Sahi unutmuştum oruçtu onlar. Yemekten sonra daha beter ağrım oldu. Bir de bu adamların bağrışı hiç çekilmiyordu. Bir köşede Orhan'la konuşuyorduk. Neden, niçin buradayız?

Akşama doğru beni ve Orhan'ı yukarı çıkardılar. Allahım o ne dayak, burada tek tek anlatmayacağım. Sonra bir şey oldu. Orhan, elektrik verdiler dedi. Zaten ben bayılmışım. Sürükleyerek bizi hücreye attılar. Bizi bu durumda görünce bıyıklılar bağrışı kestiler. Bir insan bir insana öyle bir şey yapmaz, yapamaz, yapmamalı.

Sonraki gün ne yemek ne su bizi unuttular. Fakat bıyıklılar yine bağırıyordu.

"Kahrolsun Faşizm" ben en bağıran bıyıklıya dedim ki abi bu faşizm kim?

Gıcık gıcık baktı. Ben de adama bir mukabele baktım. Yine bizi aldılar yine elektrik hariç aynı şeylerden geçtik. Baygın halde yine indirdiler. Bu sefer en bağıran bıyıklı "yahu siz kimsiniz" dedi? Ceyhan Dayının adamlarıyız biz, dedim.

Uyumuştuk! Bıyıklıları geri getirdiklerinde uyandık. Baktım onlara. Orhan dedi ki, bunlar sabaha çıkmaz. Biri gidiciydi gerçekten. O zaman benle Orhan başladık bağırmaya; “İbnetör Faşizm, İbnetör faşizm. İbnetör faşizm doktor getir adam ölüyor. Tüm hücrelerden aynı bağrış duyuldu, ya da bize öyle geldi. Bağrış çağrış olunca en hasta olanı aldılar, bir zaman sonra getirdiler. Gerçekten ölüyormuş, müdahale edilmeseymiş.

Bu bıyıklılar hala oruçta, soramıyordum da ne orucu bu, ne günah islemişiniz de öyle uzun sürüyor.

Nihayet adının Hasan olduğunu söyleyen babacan bir polis geldi, beni yukarı bizzat çıkardı. Sigara verdi. Çay verdi. Çay ne güzel bir şey ya. Dahası paketi ve çakmağı bana bıraktı. Sağ olsun.

Bir masa başına geçtik, bana kimsin nesin şu bu birçok soru sordular hepsini şıp diye cevapladım. Örgütü anlat deyince abi örgüt ne dedim, demez olaydım, bir fasıl dayak daha yedim.

Ulan camiden mi topladık sizi deyiverince biri, ben de yemin ederim camiden aldınız abi dedim. Adam elindeki dosyaya bakınca gerçekten camiden alındığımı gördü ve dayağı kestiler. Garip sorular sordu, namaz hakkında, dualar hakkında hepsini iki mezhebe göre söyledim. Aslında ben Şafiydim ama Hanefi mezhebini de biliyordum.

Hasan abi sordu; “Siz niye buradasınız biliyor musun?”

“Evet”, dedim.

Anlat dedi, anlattım: “Abi biz Ceyhan dayının adamlarıyız, ben altı ay, Orhan 1 yıl onun kahvesinde çalıştık. O zamanlar Ferit'in kahvesi hemen karşıdaydı. Hem kumar oynatıyor hem de pavyona ortaktı, biz bunu iki defa dövdük. O da bizi size şikâyet etti. Daha önce de polis abiler bize posta koydular. Aramızda başka meseleler de var. Bundan dolayı buradayız.”

Sonraki gün Hasan abi geldi bizi yukarı çıkardı. Dedi ki biri var eğer tanıyorsan söyle, ben de dedim ki, “Hasan abi sen iyi adamsın, hangisi daha iyi tanımak mı tanımamak mı?”

“Sen onu o seni tanırsa hemen bırakırız sizi” dedi. Bizi bir odaya aldılar.

Bir herif karşımda, "Birader adın ne senin" dedim.

"Sana ne" dedi.

"Ne iş yapıyorsun sen?" dedim.

"Devrimciyim" dedi.

"Ne kazanıyorsun ayda?" dedim.

"Siktir git" dedi.

Normalde posta koyardım da alttan aldım.

Dedim ki; "Sana 1 milyar verecem beni tanıdığını söyle. Burada efendi bir polis var Hasan abi bana dedi ki sen beni tanırsan beni bırakacakmış."

Adam "Tanımıyorum" dedi.

"Bin iki yüz elli vereyim abi beni tanı."

"Tanımıyorum ve seninle konuşmuyorum" dedi.

"Ulan pezevenk 2 milyar verecem" dedim. Yok arkadaş tanımadı beni. Bir küfür bastım. Amk tanısan ne olacak dedim. Bizi salıverecekler.

Adam da çıt yok. Neyse olmadı öfkeden ağladım ilk defa. Hasan abi beni teskin etti.

Ben de "Hasan abi 4 bin verelim bizi salın" dedim, tabi benim gözüm kapalı. Bir gülüşme oldu, odada başkaları da varmış, "abi ne kadar lazımsa senet yaparız" dedim. Biri kâğıt kalem koydu önüme on milyar senet imzala. Ben de "abi imza kolay da ben bunu ödeyemem, karşılıksız olur, 6’ya anlaşalım ve 3 ay sonrasına yazalım" dedim. Gülüşüyorlardı, o arada çay getirdiler, sigara verdiler hatta gözlerimin bağını açtılar. Bir şeyler fısıldıyorlardı aralarında, “Yarın gönderin”, “Yarın olmaz biraz ileşsinler”, falan. O arada kâğıt ile kalemi cebime attım.

Aşağı indirdiler beni, Orhan'ı çıkardılar, saatler sonra indirdiler onu, bir köseye çekildik konuşmaya başladık. Bizi serbest bırakacaklardı, ama ne zaman?

Nihayet Hasan abi geldi yarın sizi serbest bırakacağız dedi.

Sabah ezanında en bağıran bıyıklıyı uyandırdım. Orhan dedi ki "bizi bırakacaklar ailenize bir şey diyelim mi ister misiniz?" Adam sessiz kaldı, düşündü.

Ben de adamın kulağına eğildim.

“İki tane gözün varsa senin, binlerce gözü var onların. Sen bir kent bilirsin, beş kıtanın beşini de biliyor onlar. Senin bir vaktin varsa...... devamını sen getir” dedim...

Kâğıdı kalemi verdim. Bir şeyler yazdı okumadım. Katladım cebime koydum, gerçekten birkaç saat sonra şehri terk etmek şartıyla bizi bıraktılar. Otogara gittik. Bilet aldık. Daha 3 saat vardı, Orhan dedi ki yıkanmamız gerekir. Bizi gözetleyen polise gittik dedik ki "burada temiz çamaşır ve hamam var mı," tarif etti, o arada ben sıvıştım. Bir yere gittim birçok insan vardı, insan hakkı derneğimi ne öyle bir şey. Birini sordum söylediler, avukatmış, yanına yaklaştım. Notu verdim, okudu ve bana sarıldı. Bu el yazması can kurtaracak dedi. Zira bu el yazması onların gözaltında olduklarının belgesiymiş. O kadarını bilemem. Hemen oradan sıvıştım.

Orhan, don atlet ve yeni giysiler almıştı, hamama girdik, banyo yaptık, ikişer porsiyon çorba içtik, döner söyledik ama yiyemedik, ayıptır söylemesi bir porsiyon daha çorba içtik, sonra arabaya bindik, gittik.

Arabadayken türkülü bir radyo kanalı bulduk, onu dinledik. Haberleri dinledik; gözaltında tutuldukları kabul edilmeyen şahısların avukatların girişimiyle gözaltında oldukları kabul edildi, avukatlar görüştükleri müvekkillerinin ağır işkence gördüklerini duyurdular.

Günler sonra bıyıklıyı televizyonda yine bağırırken gördük. Tutuklu yargılanmak üzere diyordu televizyon...

Orhan bana baktı. Ben Orhan'a "ne gürültücü adamdı ya" diye mırıldandık. Sonra dalgın dalgın gökyüzüne baktık. Garsona seslendim: “İki okkalı kahve getir garson!”