Türkiye'de felsefe ve bilime karşı düşmanlığın son yıllarda oldukça artmış olması, hayatın normal akışında kanıksanmış gibi. Daha çok tek tek kişi, gruplar veya dini cemaatlerin aktif olduğu bilim düşmanlığına bu sefer devletin de eklendiğini görüyoruz.

Bu konuda yazımız için bir örnek vermek gerekirse; 14 Aralık 2019 tarih ve 30978 numaralı resmi gazetede yayımlanan Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun kararını okuduğunuzda ülkenin şeriat kuralları ile mi yönetildiği şeklinde bir soru geliyor insanın aklına. Kararın giriş kısmı şöyle başlıyor: '' Muhasebe, İslam dininin farz-ı Kifaye olarak gerekli kıldığı mesleklerden biridir... Adil olma kavramı, Kuran-ı Kerim'de birçok ayette geçmektedir... İslami bakış açısıyla denetçinin uyacağı kurallar ise esas olarak İslam inancının ve fıkhın ilke ve kurallarına dayanır.''

Bu karar ne demek istiyor? Karar, denetçilerle ilgili etik kuralları düzenlerken referansı İslam'dan, Kuran'dan alın diyor. Karar, meramını ayetlerle, hadislerle ve İslam Hukuku, yani Şeriat anlamına gelen Fıkıh ile açıklıyor. Kamu adına çalışacak denetçilerde takva sahibi iyi müslüman olma şartını dayatıyor.

Hemen belirtelim ki, tüm meslek kamuoyu, başta mesleğin çatı örgütü Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB) olmak üzere çağdışı, bilim dışı, laiklik karşıtı olarak yayınlanan bu karara karşı en kitlesel, en diri şekilde bir duruş göstermelidir. Kanaatimizce bu bir denemedir. Eğer gerekli demokratik tepki verilmezse benzeri gerici uygulamaların arkası gelecektir.

Yüzyıllardan beri bilim ve felsefe düşmanlığının temelinde, egemenlerin sömürü düzenlerini sorunsuz olarak devam ettirebilmek için dinin sorgulanmayan, itaat eden, boyun eğen özelliğini öne çıkaran eğitim ve öğretim modeline ihtiyaç duyulmuştur. Çünkü, dinsel bilgi, gerçeğin bilgisi değildir. İnsanın hayal, tahayyül, duygular ve sistemsiz aklı ile spekülatif ürettiği bilgilerdir.Yani din, bir şeyi anlama, bir bilgi edinmenin ötesinde bir konudur. Bir şeyi anlamak değil, onu bilgisizce ve anlamaksızın kabullenmedir. Bilmeyi değil imanı, adanmayı ve tapınmayı vurgular. Din, insanların ne yapıp ne yapmayacaklarını kutsal kitap ve peygamberlerin söz ve tutumlarıyla belirler, onların gücüyle onları toplumda egemen kılar. Dolayısıyla din, işlevci ve davranışçıdır, yani kişinin toplum içinde gözetlenebilir, ölçülebilir davranış ve eylemlerini kişinin özgür iradesine bırakmadan toplumsal değer yargılarını düzenleyerek sosyal yapı sistemi oluşturmakla meşguldür.

Dini çevreler kutsal kitapların, geçmişin ve geleceğin bütün bilgilerini içerdiğini iddia ederler. Gerçek şu ki, bütün kutsal kitaplar, hedeflerine ulaşmaları için kendilerinin dönemine kadarki bilgi ve fikirleri kullanarak kendi dönemindeki insanları ikna edip egemenliğine inandırmayı amaçlarlar. Nitekim hiçbir kutsal kitap, kendilerinden sonraki bilimsel, tekniksel ve fikirsel gelişmeleri içermezler. Gelecekle ilgili kehanetler, din adamları denen aracı kurumlar tarafından, dini ayetlerin anlamlarının yorumlarla, çoğu zaman da bilgileri veya görgüleri çapında uydurularak kutsal kitaplara atfedilir. Bu yüzden dinler insanların, dinin öğretilerini kabul etmelerini, fikir yapılarını ve yaşamlarını bunlara uygun şekilde oluşturmaları için bağlayıcı ve zorlayıcı kurallar getirmişlerdir.

Oysa felsefe ve bilim, insanın düşün ve gerçek yaşamında dinin tam manasıyla karşısında yer alır.

Önce felsefe nedir diye tanımlarsak; Felsefe, evren, dünya, insan ve bunların dayandıkları değerleri ve kurumsal yapıları eleştirel bir tutumla inceleme ve tutarlı bir şekilde temellendirmektir.Felsefe, doğadaki ve toplumdaki her türlü gelişme hakkında neden ve niçin sorularını sormaktır. Felsefe varlık ve var olan her şeyin (evren, düzen, insan, bilgi, ahlak, etik) değerleri mantıksal bir zeminde bütünlüklü bir şekilde kurgulama çabasıdır.

Felsefe, insanın ve toplumun bunalımlı dönemlerinde bütün varlığını kucaklar ve teorik ve pratik olarak çözümler üretilmesini sağlar. İşte tam da bu yönüyle felsefe hayata rehberlik eder, dinin önkabullerle beynin dumura uğratılmasının önüne geçer. Kısacası felsefe, hayatı anlamlandırır, insana aklı ile kendisi olmasını öğretir.

Felsefe, hakikatı keşfetme çabası olduğundan önüne çıkan her şeyden şüphe etmektir. Doğası gereği felsefe şüpheyi içerdiğinden bir şeye iman etmeyi reddeder. Yani iman ile felsefe tam tamına zıt şeyledir. Şöyle de diyebiliriz ki, felsefeye iman edildiğinde o öğreti felsefe değildir artık. Din açısından da felsefenin sahip olduğu özellikler kabul edilemez. Zira iman edilen şeyden şüphe etmek hiçbir din açısından mümkün değildir.

Felsefe için bu söylediklerimizin hemen hemen tümü bilim kavramı için de geçerlidir. Şöyle ki; bilim felsefesine göre bir şeyin bilimsel bir gerçek olabilmesinin belirli koşulları vardır. Bunlar sırasıyla, kabul koşulu, gerekçelendirme koşulu ve doğrulama koşulu.

Kabul koşulu : Bilim insanlarının bir bilimsel önermeyi kabul etmeleri. bu önermeyi bilimsel çalışmalarında kullanmaya , daha açık olarak, her türlü bilimsel çıkarımların öncülleri olarak kullanmaya karar vermeleri demektir.

Gerekçelendirme koşulu : Bilim felsefesinin amacı, bilim insanlarının kabul ettikleri bilimsel önermelerin bilimsel gerekçelerini araştırıp gün ışığına çıkarmaktır. Bu gerekçeler, deney ve gözlemler aracılığıyla defalarca test edilir. Nitekim kabul edilmiş bir gözlem önermesinin kabulünün bilimsel gerekçesi o önermenin gözlem ve deneylerle doğrulanmış olmasıdır.

Doğruluk koşulu : Bir önermenin doğru olması, bu önermenin karşılığı olan bir olgunun bulunması demektir.

Varlığı kabul edilmiş, gerekçeleri deney ve gözlemlerle kanıtlanmış ve defalarca aynı sonucu vererek doğruluğu kanıtlanmış... işte bilimsel gerçek. İçinde bulunduğu zamana ve koşullara göre bugün doğru ve geçerli olan bilimsel bir olgu veya düşünce, değişik zaman ve koşullara göre yanlış veya kabul edilemez, yanlışlanabilir olması, bilimsel gerçeğin başka bir özelliğidir.

Özetle bilimsel gerçeğin ortaya çıkarılması ve onun doğrulanması sürecinde insan beyninin somut olarak meşakkatli bir çabası vardır. Felsefi olarak sorgulama, şeylerin nedenini araştırma ve sonuca ulaşma mücadelesi vardır. O yüzden bilimi felsefeden ayırmak mümkün değildir. İnsanlığın düşünce tarihi felsefe ile başlamıştır dersek hiç abartmamış oluruz.

Yazımızdaki din ve dini düşünüş hakkında söylediklerimizle, felsefe ve bilim hakkındaki yazılanları kıyasladığımızda, felsefe ve bilim düşmanlığının toplumun düşünce ve pratik yaşamını belirlemede din ve dini düşünüşün neden hakim kılınmak istendiğini anlarız.