Zili çaldım, kocaman demir kapıyı iterek açtık. 19 ve 20. yüzyıl’da Karaköy’e damgasını vuran haşmetli yapılardan birisinin mermer merdivenlerinden çıktık. Galata Rum İlkokulu Vakfı’nın Başkanı Meri Komorosano bizi merdivenlerin başında karşıladı.
Kimyacı babası Sokrat’tan devraldığı vakıf başkanlığını sürdüren Meri Hanım, yıllarını bu binayı korumaya ve geri almaya harcamıştı. Merdivenin başında bizi beklerken, yanında kuyruğunu sallayarak bizi izleyen bakıcı Mari’nin kedisi Çolito duruyordu.
Çini zeminli, çifte sahneli tiyatro salonu galeri düzeninde inşa edilmiş. İKSV bu yıl Bienal’in bazı etkinliklerini bu büyük ve bol ışıklı salonda yapacak. Sahne İKSV amblemiyle kaplanmış, yerler pırıl pırıl silinmiş.
Binanın her katında yüksek tavanlı sınıflar var. Artık öğrencisi kalmayan sıralar çoğu sınıfta köşelere itilmişler.
Meri Hanım, binayı kültür sanat etkinlikleri için kullanmayı kararlaştırdıklarını anlattı. Çocukların yuva olarak kullandıkları dersliklerden birini de çocuk müzesi olarak düzenlemeyi planlıyorlar.
Geçen yıl bu okulun mezunlarından yüz kişi dünyanın dört bir yanından gelip özlem dolu bir buluşma gerçekleştirmiş.
 Merdivenler geniş. Koridorlar geniş. Tavanlar yüksek ve ferah...
Mimar Korhan Gümüş de binanın gerçek sahiplerine iade edilmesine önem veriyor. 1853’te yapımına başlanan ve 1883’te tamamlanan okul, asıl faaliyete 1910’da başlamış. O yıllarda, Karaköy ve Tophane önemli bir yerleşim alanıymış.  Çevre, her türlü meslek erbabının dükkânlarıyla kaplıymış.
 1950’li yıllarda yani Adnan Menderes döneminde yol genişletme çalışmaları sırasında Karaköy ve Tophane büyük değişime uğramış. Karaköy Rum İlkokulu önünden geçirilen geniş yol nedeniyle tam karşıdaki Getronagen Kilisesi yıkılmış ve yolun gerisine çekilerek yeniden  inşa edilmiş. Karaköy ve Tophane’nin dokusu işte bu yol uğruna yıkılan tarihi binalar nedeniyle bozulmuş. O gün bugündür bölge eski canlılığına ve etkinliğine kavuşamamış. 

Koridordaki uyarı sözleri 
Hiçbir okulda bu kadar Atatürk resmini, İstiklal Marşı’nı, Gençliğe Hitabe’yi, Atatürk’e bağlılık andını ve Andımız’ı bir arada görmedim. Örneğin bir duvarda bir Atatürk resminin iki yanına iki tane İstiklal Marşı levhası asılmış… Bir camekânlı kutu içine asılmış tam 8 tane “Kemalizm” başlıklı dergi dikkat çekiyor. Duvarlardaki manzara sanki 12 Eylül darbesinden yadigâr gibi. Okul 2007’de öğrenimine son verdiğine göre, “beş yıl önceyi yansıtıyor” da diyebiliriz. 

Vakıflar Kanunu 
Okuldaki dikkat çekici görüntülerden birisi de, merdiven başlarına konan uyarıcı sözler: “Yurtta barış, dünyada barış...”, “Sağlık kurallarına uy...” ve “Kavga etme...” gibi uyarılar dikkat çekiyor. “Kavga etme” doğal olarak ilgimizi çekti. Ne anlama geldiği üzerine değişik yorumlar yaptık.
Bu okulun yeniden gerçek sahiplerine verilmesi, Türkiye gerçekliğini düşündüğümüzde, bir mucize gibi. Vakıflar Kanunu’nda yapılan değişikliğin çok anlamlı olduğu açık. Atılan adımlar elbette yeterli değil, ama yapılanı küçümsememek gerekiyor.
İşin diğer boyutu da, bu ülkenin yurttaşları üzerindeki akıl almaz ideolojik baskı. Kemalizm adı altında yapılan dayatmanın, azınlıklar üzerinde katmerleştiğini, okulun duvarlarına asılan tablolar, marşlar, fotoğraflar, sözlerden net bir şekilde görebiliyoruz.
 Pencere kenarına üst üste dizilmiş çerçeveleri kaldırdım. Timurlenk, Kanuni Sultan Süleyman, Fatih gibi Türk büyüğü olarak kabul edilen tarihi kişilerin resimleriydi bunlar. Atatürk’ün olmadığı duvar ve koridorlarda da belli ki onlar sıralanmışlardı.
 Teras katından görünen İstanbul manzarası etkileyiciydi...
 Okulun kat kat çıktığımız terk edilmiş merdivenlerindeki ayak sesleri, bizi geçmişe götürüyordu.