O gün gelecek

Her çocuğun ayakkabısı,

Herkesin ekmeği, işi gücü

Sofrasında iyi şarabı olacak.

Yaşasın komün!

Çocuklar

Yaşasın komün!

Eugene Chatelan

***

13 Aralık 1980 yılında lise öğrencisi bir çocuk, bir genç idam edildi bu memlekette.

Yaşı 17 veya daha fazla, ne fark eder? İdam gibi insanlık ayıbı bir ceza ile karşı karşıya kalınca, ne fark eder?

Erdal Eren, yoldaşı Deniz Gezmiş gibi 24 yaşında olsaydı ne fark ederdi sanki?

Geri dönüşü olmayan, devlet eliyle işlenen “yasal” bir cinayetin adı, idam. Bugün yasalarda idam yok. Peki, Cemil Kırbayır, Kenan Bilgin gibi zorla kayıp ettikleri; Sebahattin Ali'den Musa Anter'e, Uğur Mumcu'ya fail i meçhuller; kameralar önünde işlenen cinayetler (Tahir Elçi, Kemal Kurkut gibi)... Erdal Eren'in de katıldığı son protesto yürüyüşünün sebebi; faşist bir polis tarafından öldürülen ODTÜ öğrencisi Sinan Suner cinayeti gibi, Erdal'ın idamını protesto etmek için pankart asan, astığı pankartı kendisinin indirmesini isteyen polislere direnen Ercan Koca'nın işkencede öldürülmesi ne kadar "yasal"!...

İdam cezası tümüyle hınç almak amaçlı yapılmış hep. Devlet öç mü alırmış, hınç mı alırmış? İzaha gerek var mı. Yeri gelince işkence yapmış, yıllarca hapishanelerde tutmuş, faili meçhullerin, zorla kayıp etmenin adı; hınç değil ise, nedir? Kurulu düzene itiraz istememiş. Böyle gelmiş böyle gitmez diyenleri düşman bellemiş.

Cezalandırmak istediği kişiye boyun eğdiremeyince, O'nu yok etme yoluna gitmiş, geride kalanlara korku vermek amaçlanmıştır.

“Asmayalım da besleyelim mi. “

Erdal Eren de Deniz Gezmiş ve arkadaşları da biliyorlardı bunları.

Denizlerin idam kararında imzası olan Ali Elverdi, Denizlerin “celladı” olmasının mükafatı olarak Adalet Partisi’nden( AP) milletvekili seçilir.

28 Ocak 1976 tarihinde AP parlamento grubunda yaptığı konuşmada ‘vatana sunduğu hizmetleri’ (!) anlatır:

“Deniz Gezmiş sehpada şu sözleri söyledi:

-Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüksek ideolojisi! Kahrolsun emperyalizm. Yaşasın Bağımsız Türkiye. Yaşasın Türk ve Kürt halkları!..

Diğerleri de Deniz Gezmiş gibi bağırdılar. Ölüm sehpasında dahi komünizm propagandası yapıyor ve kendisinin arkasından gelecek olanlara cesaret vermek istiyordu.

Onları astığımız için, Türk kanunlarını, millet adına mahkeme ederek tatbik ettiğimiz için bana ‘katil Elverdi’ diyorlar. “

Gel de Can Yücel'i anma! Katile katil denir, başka ne diyecektik ki.

Deniz ve arkadaşlarının “ölüm sehpasında dahi” haykırdığı, halkların kardeşliği, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi sonraki kuşaklar tarafından sürdürüldü elbette.

‘bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!’ (A. Yücel)

12 Eylül 1980 öncesi neredeyse toplumun tüm kesimleri bir uyanış içerisindeydi. Erdal Eren de bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için örgütlü mücadele içinde bir genç olarak yerini almıştı.

Kırk yıldan fazla zaman geçti 12 Eylül 1980’in üzerinden. Herkes bu tarihin ne anlama geldiğini bilir. Bu kara günün yasakladığı en önemli şeyin adı örgüttür. Örgüt sözcüğü yıllarca yasa dışı bir suç aleti , organı gibi gösterildi , insanların uzak durması gereken kötü bir şeymiş gibi hem de.

Oysa örgüt kelimesinin sözlük anlamı: Ortak bir amacı veya işi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş kurumların veya kişilerin oluşturduğu birlik, teşekkül demektir.

Erdal Eren, bir eri öldürdüğü için idam edilmedi. Bir liseli olarak örgütlüydü, daha 14 yaşında Yapı Meslek Lisesi öğrencisiyken, eşit ve parasız eğitim için, yüksek öğrenim hakkı etrafında faaliyet yürüten Ankara Orta Öğrenimliler Derneği(ANOD) bünyesinde faaliyet yürüttüğü için, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği YDGD üyesi olduğu için, genç komünist olduğu için... Erin ölümü sadece bir bahane. Topluma korku salmak için gerekeni yapacaklardı. Hukukmuş, adaletmiş, avukatların iddialarıymış, araştırma inceleme gibi ayrıntılarla uğraşmaya ne gerek vardı. “Emirle Gelen İdam Kararı” yeterdi, artardı bile. ''Asmayalım da besleyelim mi" demişti cuntanın başı.

“Bir gün, mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak ve doğru kararı verecektir!” Faşizme karşı demokrasinin sesi, halka olan bağlılık duygusu ancak böyle ifade edilir.

Sosyalizm bir yana, bir işçinin, emekçinin, üreticinin, kamu çalışanının, kadının, gencin, çalışma ve sosyal yaşamında karşılaştığı sorunları tek başına çözebilmesi mümkün müdür? Ya da ne kadarını çözmeye gücü yeter ? Ekmek için örgüt şart, demokrasi için örgüt şart. Sermaye ve onun icracı maşası ‘faşist diktatörlük’ en çok örgütten korkar. Ya örgütleri darmadağın edecek ya da bozuşturacak başka şansı yok.

Erdal Eren, suçsuz olduğunu hep dile getirdi. Sıkıyönetim mahkemeleri karşısında örgütlü olmanın bilinciyle Olimpos tanrılarına kafa tutan Promete gibi ‘ateşi çalmak’tı suçu. İdam öncesi ailesine yazdığı son mektubunda neden bu cezanın kendisine verildiğini yazmıştı.

“Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizin de bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler. “

Erdal, halkın, emeğin kurtuluşu için, savaşsız ve sömürüsüz bir dünyayı yaratma mücadelesinde, bu günün dünyasını değiştirebileceğine inandığı işçi sınıfının mücadelesinde yaşamaya devam edecek, buna kuşku yok. Erdal Eren yaşıyor!..

__________________

*) Veli Yılmaz, Emirle Gelen İdam Kararı, Tümzamanlar Yayıncılık

**) Ahmet Kahraman, Darağacının Gölgesinde Korku Cumhuriyeti, s147 Tümzamanlar Yayıncılık