Susurluk kazası olalı on beş yılı geçti neredeyse.

O dönemlerde devlet yöneticiliğinin nasıl bir çeteciliğe döndüğü konusunda artık bir fikrimiz var ama gene de bütün gerçekleri hâlâ bilmiyoruz.

Düşünün ki aradan geçen bunca zamana rağmen o dönemdeki cinayetlerin suçluları henüz doğru dürüst yargılanmadı.

Önceki gün Mahmut Övür’ün yazısını okuyunca ne tür bir felaketin içinden geçtiğimizi bir kez daha düşündüm.

Kazadan on iki gün önce Çatlı’yla konuşmuş.

Çatlı, o sırada “aranan” bir adam ama cebinde “devletin” verdiği sahte kimlikler ve belinde devletin verdiği silah var.

Bir “devlet” görevlisi.

Ve bir de onu huzursuz eden rakipleri, düşmanları bulunuyor.

Biri Yeşil.

O da bir “devlet” görevlisi, işi cinayet işlemek.

Devlet adına işlediği cinayetlerle saldığı korkuyu, adamlarıyla birlikte “haraca” tahvil ediyor, elde ettiği geliri de onunla işbirliği yapan diğer “devlet” görevlileriyle paylaşıyor, bazı devlet görevlileriyle de “pay” nedeniyle dövüşüyor.

Öbürleri de “iki Mehmet’ten biri” Övür’ün yazdığına göre.

İki Mehmet dediklerinizden biri ülkenin emniyet müdürü, daha sonra da içişleri bakanı, diğeri de MİT kontr-terör daire başkanı.

Uyuşturucuyu, haracı, mafyayı devletin içine sokunca bütün dengeler altüst olmuş.

Devlet kalmamış ortada.

Önce devlet görevlileri mafyacıları “denetlemişler”, onlara emirler vermişler.

Sonra yavaş yavaş roller değişmiş.

Mafyacılar, devlet görevlilerinin patronları olmaya başlamış.

Kendilerini herkesten güçlü ve üstün görmeye koyulmuşlar.

Hem mafyanın gücüne, hem devletin gücüne, hem de paraya sahipler; korkunç bir iktidar bu.

Ben o dönemde aranan bir mafya reisinin, televizyonda bir canlı yayına bağlanıp, o günlerde başbakan olan Mesut Yılmaz’a epeyce bir söylendikten sonra “Bu adam beni yakalatmak istiyor” dediğini kulaklarımla duydum.

Mahkeme kararıyla aranan mafyacı, devletin başbakanının kendisini “yakalatmak” istediğini, başbakanın bir kabahatini açıklar gibi söylüyordu televizyonda.

İş oralara varmıştı anlayacağınız.

Mafyacıların “polemik” yaptıkları “rakipleri” başbakan düzeyindeydi artık.

Şimdi geriye dönüp o günleri yeniden soruşturuyoruz.

O dönemin MİT görevlileri teker teker sorguya çağrılıyor.

MİT’in bazı üst düzey görevlileriyle mafya o dönemde iç içe geçmişti.

Aralarında mafyayla işbirliği yaparken yakalananlar oldu ama anlaşılmaz şekilde MİT’teki görevlerine devam ettiler.

Bu tuhaflığın nasıl olduğunu da öğreneceğiz.

MİT’çilerle birlikte mafyacılar da savcıya çağrıldığı için ilişkilerin ayrıntılarıyla ortaya çıkacağını düşünmek mümkün.

Tabii asıl o dönemin siyasilerinin ve komutanlarının günahı çok büyük.

Onların akılsızlığı ve iktidar tutkusu ülkenin ve devletin zaten çok sağlam olmayan dengesini altüst etti.

Mafyaya Kürt işadamı vurdurarak PKK’yı bitireceğini sanan bir ahmaklığın yönettiği ülkede herşey olabilirdi, herşey de oldu.

Sonra “PKK’lı vurdurmak için tuttukları” adamlarla kendi siyasi rakiplerini etkisizleştirmeyi düşünmek gibi başka bir “şahane” plan keşfettiler.

İşler çığırından çıktı.

O dönemin bu inanılmaz çürümüşlüğü hâlâ tam olarak iyileştirilmedi devletin içinde, Ergenekon bu kokuşmuş yapının içinden çıktı.

O günkü birçok ilişki, bize bugün yaşananların şifrelerini de verecek.

Susurluk’u hiçbir zaman tam anlamıyla temizlemediler devletin içinden.

Ama ben şuna inanırım, devlet diş gibidir, bir kere çürümeye başladı mı asla kendi kendine iyileşmez, mutlaka onunla uğraşmak, temizlemek, iyileştirmek ya da çürüyen dişi toptan çekmek zorundasınızdır.

Susurluk’u yeterince “tedavi etmediler”, sorun büyüdü Ergenekon’a geldi.

Bugün “dünün suçlarının” hâlâ çok önemli olması, o suçların saçaklarının günümüze dolanmış olmasından.

Şimdi devlet, aslında her bir parçasını bildiği bir “yapboz”u, her parçayı “resmen” yan yana koyarak yeniden yapıyor, ortaya çıkan resmi sonunda bize gösterecek.

Tablo son haliyle ortaya çıktığında, bugün gördüklerimizin “hiçbir şey” olduğunu anlayacağız.

Çürük, ta en dibe ya da en “tepeye” kadar işlemiş çünkü.