Bugün İstanbul Üniversitesi’nde simgesel açıdan son derece önemli bir etkinlik düzenleniyor. 28 Kasım 2002 günü kansere yenik düşen Prof. Bülent Tanör, üniversitenin rektörlük binasındaki Doktora Salonu’nda saat 14.00’te özel bir törenle anılacak. İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından düzenlenecek toplantıda Prof. Tanör’ün kardeşi Prof. Fatmagül Berktay, İÜ Rektör Yardımcısı Prof. Zeynep Çiğdem Kayacan, arkadaşlarından Prof. Gençay Gürsoy ve öğrencilerinden Prof. Turgut Tarhanlı konuşma yapacaklar.

Bu sıradan bir anma toplantısı olmayacak. Çünkü İÜ Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra aynı yerde anayasa hukuku alanında öğretim üyeliği yapan Prof. Tanör, önce 12 Mart 1971, ardından 12 Eylül 1980 askeri darbelerinin ardından görevinden alınmış ve geri dönmüştü. Ne var ki ortada herhangi bir askeri darbe yokken, 2001 yılında dönemin İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun gayretleri ve yine dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün desteği sonucu, sudan bir bahaneyle o çok sevdiği ünivesitesinden uzaklaştırıldı. İki Kemal’ler kendisiyle uğraşırken Prof. Tanör kanserle boğuşuyordu. İÜ’yü terk etmek zorunda kalınca, kuruluşundan itibaren destek verdiği Galatasaray Üniversitesi’ne geçti (kendisi GS Lisesi mezunudur) ve bundan yaklaşık 9 yıl önce onu bir zamanlar tüm liselilerin en azından ilk yıllarını geçirmiş olduğu, sonradan üniversiteye devredilen Ortaköy’deki binadan gözyaşları içinde yolcu ettik.



Tam bir cumhuriyetçi

Kendisinden “profesör” diye bahsetmeme bakmayın, Bülent Hoca ve onun sevgili yol arkadaşı Öget ile 1970’lerin sonlarında başlayan bir tanışıklık ve dostluğumuz vardır. Onu ilk kez Galatasaray Lisesi’nden birkaç arkadaşla birlikte evinde ziyaret etmiş ve bizden en az 20 yaş büyük olan liseli abimizden, hatırladığım kadarıyla, solculuğun ne olduğundan ziyade ne olmadığı üzerine bir şeyler işitmiş ve tabii ki duyduklarımızdan hoşlanmamıştık.

Yıllar sonra gazeteciliğe atılıp İslami hareketler üzerine çalışmaya başlayınca kendisiyle daha sık karşılaşır ve tartışır olduk. Tabii bunda, bir süre Cihangir’de aynı sokakta oturmamızın ve birçok ortak dostumuzun (ki bunların bir kısmı Fransız sol aydınlardı) bulunmasının da payı vardır.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Fransızların çok sevdiği, nedense ülkemizde pek kullanılmayan “cumhuriyetçilik” kavramı aklıma hep Bülent Hoca’yı getirir. Kendisiyle, İslami hareketler, laiklik gibi konularda epey farklı noktalarda duruyorduk fakat onun bir cumhuriyetçi olduğu kadar demokrasiye de tavizsiz bir şekilde sahip çıkması nedeniyle tartışmalarımızın hemen hepsi, her iki tarafın da hayrına sonuçlanıyordu.



İÜ ve YÖK’e düşen görev

Bülent Hoca ile birçok anım var. Bunların hemen hepsinde onun nezaketi, kendini adamışlığı, samimiyeti, titizliği ve kararlılığı iç içe geçmiştir. Belki ilerde başka bir vesileyle bunlardan da söz etme imkanı bulurum. Şimdilik tekrar bugünkü toplantıyı, Bülent Hoca’nın yıllar sonra o çok sevdiği üniversitesine dönmesini hatırlatıp bir çağrı yapmak istiyorum:

Ülke olarak yeni sivil bir anayasa yapmaya soyunmuşken, bu ülkenin en sivil anayasa uzmanlarından birine yapılmış olan haksızlığın geride hiçbir izi kalmaması lazım. Dolayısıyla İstanbul Üniversitesi’nin Prof. Bülent Tanör’den özür dilemesi ve itibarını iade etmesinin zamanı çoktan geldi ve geçiyor. Kuşkusuz bu tür toplantılar önemli ama daha da ileri gidilmeli, Bülent Hoca’nın adı bir daha kimsenin silemeyeceği bir şekilde İstanbul Üniversitesi’ne kazınmalıdır. Tabii ki bu konuda ilk görev Rektör Prof. Yunus Söylet’e düşüyor.

Bu arada Alemdaroğlu’nun 10 yıl önceki suç ortağı YÖK’ün de devreye girmesi şart. Bu vesileyle Prof. Gökhan Çetinsaya’yı YÖK Başkanı olduğu için tebrik edelim ve Bülent Hoca konusunu gündeminin ön sıralarına koymasını kendisinden talep edelim.