Başka bir gezegen gelse ve çarpsa gövdeme. Melankoli ile nostalji arasında gidip gelse. Dağlar yansa da aldırmasak. Demek böyle oluyormuş, bir gülün dalında solması. Aykırı hiçbir şafak, hiçbir kar tanesi, çiğ damlası engelleyemezmiş. Rollerden delidir, yerlerden dünya. Bilinmeyen bir kasaba, unutulmaya yüz tutmuş. Ve hep arsızmış bekleyenler...

Karantinaya aldım ruhumu. İşledim küçük küçük. Her şeyi seninle yapmak isteyen halklar vardı. Hep harfler arayan kalbin, yollarda kuşlarla gülüşürdü. Kargaşa mahalli değil, kaosa meyilli değil, ötekinin zindanı hiç değil. Ama ne güzel konuşuyordun, inandım. Kaynağın kuruduğu kanyonda, kasırganın bıraktığı kanıtlardan kurtulduğumu düşündüm.

Asırlardır başkalarından sakladığını, benden de saklar olmuştu. Öyle güzel kokulu bir gelincikti ama sonra sahiden solmuştu... Karanlıktaki dansçı ve adı belki bir huş ağacı. Ben çiçek yetiştiremem. Sustur kendini kalbim. Hatırlat unutursam, duyulmazsa fısılda. Dudağımın kenarında damlayan kan lekesi. Dilimde çatallaşan, dört köşeli bir öfke. Ölüler de yalan söyler. Sen sadece kendi dekorunu kurcala, kendi şarkılarını söyle. Çağrıldığın ve alkışlandığın sürece sahnedesin ve sahne senin...