Gücün her türü tehdit potansiyeline sahiptir ama kıstırılmış, paniklemiş güç kadar tehlikelisi yoktur. Gücün sağladığı güvenle atılan adımlar - rota yanlış bile olsa- kendi mantığını içinde taşır. Nereye yöneldiğini, neyi hedeflediğini kavrar, gardınızı ona göre alır, gücün yıkıcılığından kendinizi koruyabilir, karşı güç oluşturabilirsiniz. Güç sahibi yaratık (veya kurum) bir nedenle kendine güvenini, dengesini, aklını yitirir ve paniğe kapılırsa, gerçek bir tehdit, büyük bir tehlike oluşturmaya başlar. Panik içindeki amok koşucusunun ne yapacağını, nereye nasıl vuracağını hesaplayamazsınız.

Bir vahşi hayvan düşünün, vahşi olmasına bile gerek yok, bir kedi ya da bir köpek düşünün. Canını acıtırsanız, korkutursanız tırmalayacağını, ısıracağını; dost davranıp okşarsanız bacaklarınıza sürüneceğini, mırmırlanacağını, peşinizden seyirteceğini bilirsiniz. Aynı hayvan kendini kuşatılmış ve çaresiz hissedip de paniğe kapılırsa yapmayacağı saldırganlık yoktur.

 

AKP’nin Paniği Hepimizi Tehdit Ediyor

AKP iktidarı, saptığı çıkmaz sokakların karanlık bir labirente dönüşmesi karşısında paniğe kapılmış durumda. Sinirlerinin giderek bozulduğu, öz denetimini yitirmeye başladığı sadece sokaktaki vatandaş tarafından değil partilileri tarafından da fark edilmeye, -hatta fısıltıyla konuşulmaya- başlanan Erdoğan’ın aşırı huzursuzluğu, tırmanan saldırganlığı; bırakın eleştiriyi, kendisinden milim farklı düşünenlere yönelttiği, hainden başlayıp şerefsize varan hakaretler, içine düştüğü çelişkiler, savurduğu tehditler, muhalefeti ve medyayı sindirme taktikleri, aslında iktidarın gücünün değil  her adımda batağa biraz daha derin gömüldüğünü hissetmenin yarattığı paniğin belirtileri.

Erdoğan da, kurmayları da özellikle Suriye konusunda ve Kürt meselesinde, amiyane tabirle, çuvallamış durumdalar. Hem kendi naturaları, sınırlılıkları, hem Cemaat’in müdahaleleri, hem de Sünnî Türk milliyetçiliğinin oy getirisi hesabıyla bir süredir benimsedikleri mutlak güvenlikçi siyaset ve onun ayrılmaz parçası olan otoriter tırmanış, farklı niyet ve söylemle yola çıkan AKP’yi tam bir batağa sürükledi. Masaldaki, şişine şişine patlayan kurbağa misâli, Ortadoğu’da Sünnî Müslüman dünyanın liderliğine, 21. yüzyılda Osmanlı modeline, dünyanın en büyük ekonomileri arasına girmeye özenen Erdoğan ve hınk diyicilerinin kof hayalleri, iç dinamiklerini kavrayamadıkları, kendi hayallerinin yansıması sandıkları bir dünyanın dikenli tellerine çarpıp patladı. Suriye politikası cart curtla, demagojiyle, bu politikanın yanlışlığını dile getirenlere yönelik hakaret ve tehditle gizlenemeyecek şekilde iflas etti. Artık Beşşar Esed gitse de kalsa da, Türkiye bu bataktan kolay kolay kurtulamayacak. Koskoca Amerika’nın Irak’ta sözde demokrasi getirme adına yarattığı kaosun ve yıkımın bir benzerini Erdoğan’ın şefliğindeki AKP iktidarı Suriye’de yaratmakla meşgul. Türkiye, uluslararası prestij, güvenilirlik, saygınlık açılarından olduğu kadar (ki bunları yine aynı Erdoğan iktidarında ufak ufak edinmeye başlamıştı) ekonomik maliyet açısından da, yıllar yılı sırtında taşıyacağı ağır bir yük altına sokulmuş bulunuyor.

Oslo süreci samimiyetle ve inanılarak sürdürülebilseydi, birkaç yıl öncesine kadar barışçı çözüm olasılığı bulunan Kürt sorunu da bugün vardığı/ vardırıldığı noktada, hele de Uludere’den sonra Türkiye içinde barışçı müzakereci yollarla çözülebilir olmaktan çıktı. Türkiye Kürtlerinin karşılanamayan hak talepleri, varılan noktada bölge Kürtlerinin çok daha ileri talepleriyle (bölgesel özerklik ve giderek bağımsız Kürdistan)örtüşmeye başladı ve sorun uluslararasılaştı. Otuz yıldır denenen İttihatçı, Ergenekoncu, güvenlikçi, savaşçı yöntemlere dönmekten başka çare düşünemeyen iktidar, tarihin hesabını kendisinden soracağı bunca yıkım ve ölü canın vebalini taşıyor.  Bir zamanlar darbeci vesayetçi güçlerin ezberi olan: “Ülkemizi bölmek isteyen karanlık dış güçler ve içteki hainler”, “Son terörist de yok edilene kadar”,  “Şehitlerin kanları yerde kalmayacak”, vb edebiyatı şimdi AKP’nin ezberi haline geldi. PKK ve Kürt hareketi fobisi iktidarı bütünüyle teslim almış ve panikletmiş durumda. Erdodoğan, devletin has adamlarından Cemil Çiçek’in sorunun adını bile koymaktan çekinen sade suya tirit planına dahi karşı çıkarken, aklı başında sayılanlardan Milli Eğitim Bakanı Dinçer 4-4-4 düzenlemesini eleştirenleri PKK’li olmakla itham edebiliyor. Hükümet üyeleri ve Başbakan yardımcıları BDP’yi terörist ilan etmek için Başbakanlarından aldıkları ilhamla birbirleriyle yarışıyorlar. Bu paniklemiş kadro, KK’nin ve bağlaşıklarının kurduğu tuzağa boylu boyunca düşmüş ve rotasını yitirmiş durumda. İktidarın paniği hepimizi tehdit ediyor.

 

Taşı Toprağı Değil İnsanı Konuşalım

BDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın siyasî basiretten uzak olduğu kadar, şu günlerde provokasyondan başka işe yaramayacak talihsiz sözlerinin: 400 km karede PKK’nin hakim olduğu iddiasının, gerek iktidar gerekse muhalefet partileri tarafından hangi temelde  tartışıldığını izlemek, Türkler ve Kürtler olarak içine çekildiğimiz zehirli atmosferi gözler önüne seriyor. Bir çakıl taşı bile vermeyiz, o tepeye bayrak diktik, şu toprağı aldık, şu taş bizim, hayır bizim,  bir santimetre kare toprak bile almadılar, yok 400 kilometreyi kontrol ediyoruz, vb. sözleri, her iki tarafın da öldürdüğü insan sayısıyla şişinmesi, artık öfkelenmek bile değil sadece midemi bulandırıyor. Hürriyet gazetesinin genel yayın müdürü olan zatın Şemdinli tepelerine masa kurup kahve içerken poz vererek oraların “bizim” olduğunu ispatlamaya çalışması abukluğun ve gülünçlüğün sınırlarını aşıp, “kimlerin elindeyiz?” sorusunu sorduruyor.

Taş, toprak, çakıl taşı, kilometre, metre, yüzölçümü hesapları bit kadar umurumda değil! O topraklar üzerinde kan akıyorsa, kardeş kardeşi öldürüyorsa, o topraklar mezarsa, acıysa, gözyaşıysa, o topraklar üzerinde yaşayan insanlar zulüm görüyor veya zulmediyorsa, bir çakıl taşı vermeyiz diye afra tafra yaparken onlarca, yüzlerce, binlerce insan ölüyor, ocaklar sönüyorsa; Türküyle, Kürdüyle insanlar acı çekiyor, yerinden yurdundan ediliyor, tepelerine bombalar yağıyorsa, o toprakları kim alırsa alsın götürsün, nereye sokacaksa soksun, bana ne! Ben/bizler taşı toprağı değil insanı kutsarız, yaşamı kutsarız. İnsanı öldürüp toprağı korumuşsun, ölülerden ve acılardan oluşmuş tepelere bayrak dikmişsin, bana ne! İnsan toprak için değil, toprak insan için vardır. Kimse aldanmasın iktidarların insanları kendi ihtiraslarına kurban edebilmek için uydurdukları binlerce yıllık yalanlara, kimse inanmasın kanla sulanan toprakların kutsallığına. Kan kutsallaştırmaz, verimlileştirmez toprakları, olsa olsa kirletir ve kurutur.

 

Bize Bir Mucize Gerek

Panikleyen AKP iktidarının Suriye ve Kürt sorununda atacağı her adım bir öncekinden daha tehlikeli olacak gibi görünüyor. Panik sağduyuyu yıkar geçer, iletişim yollarını tıkar. PKK terörüne boyun eğmiş görünmemek gerekçesiyle Meclis’i toplamaktan kaçınan AKP, şu sırada iki yönden birden gelen provokasyonların ortasında ipin ucunu büsbütün kaçırmış durumda. Bir yandan PKK’nin provokatif ataklarının tuzağına düşüyor ve AKP’yi güçsüzleştirme stratejisine yem oluyor; öte yandan BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve tıpkı 1994’te DEP’li milletvekillerinin Meclis’ten yaka paça çıkarıldıkları  o utanç verici olaydaki gibi Meclis dışı kalmaları provokasyonuna geliyor.

BDP’ye şu veya bu şekilde dokunulması, sadece PKK’nin ekmeğine yağ sürmek değil, yakın tarihimizin en büyük kışkırtıcılığıdır ve sonuçlarının altından kimse kolay kolay kalkamaz. Parti kapatmaya karşıyız diyip de gözünün üstünde kaşı var bahaneleriyle BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını birer birer kaldırmak sersemce bir cin fikirlilikten ibarettir; kimseyi kandırmaz.

AKP’nin kendisini de panikleten vahim gidişatının önüne geçilmesi, bu saatten sonra artık mucizelere bağlı görünüyor. Meselâ vahî inip de Kürt siyasal hareketinin gerekli bütün kanatlarıyla hemen görüşmelere başlanması, Öcalan’ın tecritten çıkarılması, geniş bir siyasal affın en azından sinyallerinin verilmesi, eşit yurttaşlık haklarının sağlanacağı güvencesi gibi... Meselâ Suriye konusunda, zararın neresinden dönülse kârdır diyerek, Meclis’teki bütün partilerin, Meclis dışı muhalefetin, sivil toplumun katılacağı bir siyasî muhasebeyle müdahaleden vazgeçilmesi, sadece insanî yardım ve sivil mültecilere kucak açmakla yetinileceğinin ilan edilmesi, amaçları belirsiz, yöntemleri vahşi silahlı çetelere yardım ve yataklıktan açıkça vazgeçilmesi gibi...

Vahî falan inmeyecek, biliyorum. Kendi yarattığı  batakta çırpınan AKP, beterin beteri MHP,  Aygün’e bile tahammülsüz CHP böyle bir mucize yaratamazlar. Mucizeyi ancak sağduyu, insan yaşamı, barış ve adalet ortak paydasında buluşan çok geniş bir halk muhalefeti gerçekleştirebilir. AKP tabanını da dışlamayan; gidişattan huzursuz olan, barıştan, uzlaşmadan, çözümden yana bütün kişileri ve eğilimleri: sağıyla soluyla bütün siyasetleri, İslamî kesimleri, liberalleri, Cumhuriyetçi laikleri, hepimizi birleştirip amok koşucularının önünü kesebilecek, iktüidarı kendine getirecek büyük ve geniş bir yurttaş hareketi mucize yaratabilir ancak.

Uçurumdan önceki son çıkışı kaçırmak üzereyiz, mucizeyi yaratmak zorundayız.