Yüz küsur yıl önce İsveç’in Sibbhult köyünde Göran adında bir çocuk vardı. Bu çocuk yazar Astrid Lindgren’in yazdığı Emil adlı roman dizisinde ki Emil’in tıpkı aynısıydı. Yaramaz, sevimli ve hünerli.

Bu Sibbhult adındaki köy, Skåne, Småland ve Blekinge adlı üç bölgenin kesişme yerindeydi. Şimdi de aynı… Coğrafya kolay kolay değişmez.

Göran hünerli bir çocuktu, eli keser, çekiç, rende, testere, törpü, zımpara ve özellikle tornavida tutardı. Elinden her iş gelirdi. İsveç eğitim sistemi dün ve bugün tornavida üstüne kuruludur. Tornavida semboldür. Yani her türlü alet edevatı kullanma üstüne kuruludur.

İsveç yüz küsur yıl önce çok yoksuldu. İsveçliler on biner, on biner Amerika’ya göç ediyordu. Bu göç iyi bir hayat arayışından öte açlıktan dolayıydı. Düşünün o kadar yoksul bir halk hatta halklar (İsveç’in Samerler diye bir halkı daha var). Bir buçuk milyon insan Amerika’ya göç etti.

Bugünkü müreffeh İsveç ülkesinin kurulmasında üç şey çok değerliydi. Patates, fabrika, demokrasi.

Göran ilk gençlik yıllarına değin ataları gibi tarımla uğraştı. Lakin hayat zordu. Yetmiyordu ve sevmiyordu…

Her taraf orman, her taraf göl, her taraf nehir… Başka bir geçim yolu olmalı… diye düşünüyordu.

Sibbhult’ta öyle bir rüzgar eser ki Mardin Derik’te esen “bayé kur” (poyraz) hak getire… İşte öyle zamanlarda güzelim çamaşırlar bir uçuşur, bir uçuşur tüm kadınların emekleri helak olurdu. Bundandır tüm İsveç’te kadınlar çamaşır asmayı rüzgâr saatine (ne ise) göre ayarlardı.

Genç Göran, yaz günü göl kenarında bir tahtayı keserken şu çamaşır mandalı fikrini keşfetti. Üç beş güne kadar fikri olgunlaştırdı. Bir ay kadar da meseleyi çözdü. Çamaşır mandalı artık üretilebilir hale geldi.

Alet edevat odasına kapandı ve başladı çamaşır mandalı üretmeye, bir hafta boyunca üretti, ürettikçe nesneyi pratikleştirdi, eksiklerini tamamladı. İlk hafta ürettiği tüm mandalları köylü kadınlara dağıttı. Bu kadınlar için mucize gibiydi. Artık rüzgar saatine değil, ihtiyaç saatine göre çamaşır asacaklardı. Bu icat önce Sibbhult’ta sonra civar köylerde, en sonunda üç bölgede fısıltı gazetesi vasıtası ile yayıldı. Göran kısa sürede evini küçük bir atölyeye çevirdi. Köylü olan Sibbhultluların bir kısmı bu atölyede çamaşır mandalı üreten işçi oldu. El emeğine dayalı bu üretim talebi karşılamıyordu.

Makine lazımdı…

Makine o zamanlar İngiltere’de vardı. Bir de para yani finansman lazımdı.

Genç Göran nehir kıyısında oturdu ve düşündü. Bir yere varamadı. Sonra yürümeye başladı, hızını alamayıp koştu. Öyle koştu ki ta komşu kasaba Broby’ye dek. Yine başka bir nehrin kıyısına oturdu. Mübarek, bu ülke deniz, göl, nehir ve ormanlar ülkesiydi. Her kasabanın bir ormanı, gölü ve nehri vardı. Göran’ın aklına Danimarkalı zengin bir herifin karısı yaşlı Karin geldi. “Evet parayı yani sermayeyi Karin’den alabilirim”, diye düşündü. Hemencecik Karin’in Broby’deki evine koştu. Anlattı, anlattıkça anlattı, ona anlatırken fikri olgunlaştırdı, fabrikayı hayal etti.

Birkaç hafta süren bu görüşmeler sonucunda Karin belli bir yüzde karşılığında yatırım yapmaya ikna olmuştu.

Şimdi makinaları almak için İngiltere ile yazışmak gerekiyordu. İngilizler adı üstünde İngilizce konuşuyor, İsveçliler İsveççe… Aklına bölgenin en büyük ve meşhur üniversitesi olan Lund geldi. Adını da o şehirden alıyor zaten. Bindi at arabasına gitti Lund’a… Bu üniversitedeki akademisyenler icadını ve yaptıklarını duyunca ve görünce bir sevindiler, bir sevindiler gönüllü danışmanlık yapmaya karar verdiler. Hemen bir İngilizce mektup döşendi. Şu oldu, bu oldu zaman geçti.

Makinalar geldi.

Nihayet Sibbhult’ta çamaşır mandalı fabrikası kuruldu. Köylüler köylülüğü bıraktı ve fabrikada işçi olmaya başladı.

Biliyorsunuz makineye enerji gerekirdi. Bu enerji önce nehirden, sonra civardaki kömür ocaklarından sağlandı. Ne güzel bir sanayileşme hikâyesi de mi?

Bitmedi.

Mandallar üretildikçe üretiliyor. Önce civar şehirler, sonra büyük şehirler Malmö, Kopehang, Lund, sonra uzak şehirler Göteborg, Oslo, Stockholm, Upsala’ya at arabaları ile gidiyordu. Bu nakliyat dediğin şey ihtiyacı karşılamıyordu. Demiryolu gerekirdi. İşte bu konuda koca hükümet Göran’ın yardımına koştu. Ülkeyi kısa sürede demiryolu ağları ile ördü. Şimdi Göran’ın değme keyfine, üret üretebildiğin kadar, taşı taşıyabildiğin kadar, sat satabildiğin kadar. Ta ki yıllar geçinceye, rakipler çoğalıncaya ve en nihayetinde her eve bir çamaşır kurutma makinesi girinceye dek…

Tabi hikayenin sonrası var. Fabrika bu, illa mandal üretecek değil ya. Zamanın ruhu diye bir şey vardı. Zamanın ihtiyaçları neyse üretim ona dönebilirdi. Döndü de… Yani öyle yüz yıllık fabrikalar zamanın ruhunu yakalayarak ayakta durdular. Değişime ayak uydurdular.

Tarih öyle akarken, burada adına Komün denen belediyeler de bir dizi eş zamanlı icraata giriştiler. Önceleri çalışan işçi aileler için kreş sonra da yetişkinlere kalifiye işçi ihtiyacı için meslek kursları açtılar… Üniversiteler de sanayiye hizmet edecek makine ve mühendis üretti.

İsveç öyle İsveç oldu.

Bu kapitalizmin ülkedeki gelişim tarihidir, aynı zamanda bir hikayedir.

Artık nasıl anlarsan ey okur!