Bugün mutlaka, yüzünüze bir yağmur damlası değmiştir.

Her damlada, bir deneyin...

Erciş’te, Van’da, Güveçli’de oluverin.

 

***


Bugün mutlaka, yüzünüze doğru soğuk bir rüzgâr esmiştir. 
Her esintide, bir deneyin...

Bir çadırda, bir çamurda oluverin.

 

***

 

Bugün mutlaka, bir ara üşümüşsünüzdür. 
Her titremede, bir deneyin...

Bir naylon altına, ıslak bir battaniye içine sığınmış oluverin.

 

***

 

Bugün mutlaka, boğazınızdan iki lokma bir şey geçmiştir. 
Her lokmada, bir deneyin...

Bir aş kuyruğunda oluverin.

 

***

 

Bugün mutlaka, elinize bir sevdiğinizin eli değmiştir. 
Her sevgi anında, bir deneyin...

Bir enkaz yanında, bir mezar başında oluverin.

 

***

 

Bugün mutlaka, bir işiniz, bir eviniz, bir okulunuz kapı açmıştır. 
Her adımda, bir deneyin...

Hiçbir şeysiz oluverin.

 

***

 

Bugün mutlaka, bir kahkahanız olmuştur. 
Her gülüşte, bir deneyin...

Bir bebeye akıtılan gözyaşı oluverin.

 

***

 

Bugün mutlaka, bir sıkıntınız olmuştur. 
Her iç geçirişte, bir deneyin...

Kurumuş gözbebekleri oluverin. 

 

***

 

Bugün mutlaka, bir öfkeniz olmuştur. 
Her tepkide, bir deneyin...

Kışlık çadır, prefabrike ev bekleyen oluverin.

 

***

 

Bugün mutlaka, bir dününüz, bir yarınınız olmuştur. 
Her saat tıklayışında, her takvim dönüşünde bir deneyin...

Hala 17 Ağustos'ta, artık 12 Kasım'da oluverin…

Şimdi 23 Ekim’de donuverin!

 

 

 

Not:

Yazı denmez de, bu seslenişi; 1999’da, ağustostaki Büyük Deprem’in ardından Düzce, Kaynaşlı, Bolu’yu vuran kasım depremi günleri, ölümün ve kışın soğuk yüzleri birbirine yapışmışken, tam 12 yıl önce (Milliyet’te) yapmıştım.

(Bugünkü twitter benzeri müthiş ağların olmadığı o günlerde, elden ele, dilden dile, mailden maile dolaşan bu seslenişle de, birçoğumuz gibi oraya koşanları biliyorum.)

Tabii o satırda o gün Van, Erciş değil; Adapazarı, Gölcük, İzmit, Düzce, Bolu, Gölcük vardı. 23 Ekim en sona (henüz) yazılmamıştı.

O günler, bu topraklarda acı kadar insanlık ve dayanışmanın da zirveye çıktığı, halkın birbirini keşfettiği; devlet rezillikleri, arsız, hırsız rezaletlerine rağmen, yeni bir ruh umudunun da enkaz altından çıktığı günlerdi.

İnsanların, tepelerindeki siyaset, devlet, hükümet, cemiyet, cemaat, ordu, aşiret, örgüt otoritelerinden silkinip bir ötekini, hatta kendi içindeki insanı bulduğu; işini, gücünü, kimliğini unutup bir el uzatmaya koştuğu, bir ötekine çare olmayı hayatın en kıymetli amaçlarından saydığı “bir nevi Kömün günleri”!

Öyle ki, medya, büyük medya bile; gazetecilerin olağanüstü çabalarıyla, sadece vicdanı ve insanlığı değil, iyi, doğru ve bağımsız gazetecilikle kendi hakikatini bile bulmuş, üstüne gölge gibi düşen tüm otoriteler, piyasalar karşısında özgürlüğü tatmıştı… o günler!

Tabii büyüklerin korktuğu olmadı! Zamanla her şey yine yerli yerine oturdu!

Halk da oturdu, gazeteciler de!

Ezberlerimiz de, biat ve itaatlerimiz de!

Geldik bugüne; onca iyi insan arasından kötülük ilk kez bu kadar fışkırıyor. O günler çocuk olanlar, şimdi büyümüş, nefret kusabiliyor.

(12 yıl önceki depremin o kardeşlik günlerinde koalisyon ortağı olan bir Devlet Bahçeli de, bugün ırkçılığa koşanlara, faşizanlara “densiz, soysuz” diyor; iyi diyor işte.)

Geldik bugüne;

Büyük Deprem için toplanmış kayıp paralar; deprem için konmuş ama haraca dönmüş ÖTV’ler, yine çürük kamu binaları, yine ilahi adalet arayanlar, yardım yağmacıları, yardım ayrımcıları, öfkeye karşı hemen gaza sarılanlarla, enkazdan uzanmış ele acımasızca basabilenlerle bugünü de gördük!

Güzel günler göreceğiz, demişti şair, bilhassa çocuklara.

Çocuklar, eğer çoktan ölmedilerse, büyüyüp de ölüm sarmalında birbirlerini yok etmedilerse, korku ve nefret kalplerini köreltmemişse, öylece bekliyor hala.

Tabii, hepsi beklemiyor:

Kadıköy’de mesela… Kağıt toplayan, kağıt kadar incecik ömürlerinden çok ağır yükler taşıyan çocuklar, koliler toplamış Vanlı kardeşler için. Kolilere yardım konsun, kolilerden yataklar olsun, çocuklar üşümesin, aç kalmasın, çocuk kalsın diye!

Azra bebek güzel günler de görebilsin inşallah, diye!