Tarih, 19 Ağustos 1966.  Doğu’da vuruyor korkunç deprem. Ertesi gün Milliyet’in manşeti:
“Varto yerle bir!”
“Can kaybı 3 bine yükseliyor.“
Ve Abdi İpekçi’nin başyazısı:
“Depremlerde can ve mal kaybını azaltabilmek amacı ile yeni yapılacak yapılara uygulanmak üzere Bayındırlık Bakanlığı’nca düzenlenmiş bir Zelzele Yönetmeliği vardır. Yapıların bu yönetmeliğe uygun inşa edilip edilmediklerinin denetlenmesi de belediyelere, köy ihtiyar heyetlerine verilmiştir. Ama bu tedbir de birçokları gibi kâğıt üzerinde kalmıştır.”
Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, Varto depremiyle ilgili bir başyazı daha yazar, bir rapordan söz eder:
“İmar İskan Bakanlığı’na bağlı Jeoloji Kurulu üyeleri daha önce yaptıkları incelemede bölgenin birinci derecede deprem bölgesi olduğunu tespit etmişlerdir. Bu tespit üzerine jeologlar, Varto ve Hınıs’ta taradıkları 115 köyden 77’sinin başka yerlere nakli gereğini öngörmüşlerdir.
Bu hususta bakanlığa verilen rapor dikkate alınıp derhal teşebbüse geçilseydi, son depremde kaybettiğimiz binlerce vatandaşın birçoğu bugün herhalde hayatta olacaktı. Zira jeologların başka yere naklini öne sürdükleri 77 köy, son depremde en fazla can kaybının olduğu köylerdir.”
Abdi Bey, 1966’daki başyazısına şu başlığı koymuş:
“Pahalıya malolan ihmal...”
Varto depreminden bir yıl geçer.
Tarih, 22 Temmuz 1967.
Deprem bu kez Doğu’da değil Batı’da, Adapazarı‘nda vurur.
Milliyet’in manşeti:
“Sakarya’da büyük can ve mal kaybı!”
Abdi Bey’in başyazısı:
“Hemen her yıl büyük can ve mal kaybına yol açan depremler, acı fakat yararsız uyarmalar oluyor. Geçen yılki Varto felaketi, ihmallerin pahalı bir bedeli olmuştu. Sakarya depremi lakaytlığın yeni bir örneğidir.
Adapazarı’nın deprem bölgesinin içinde bulunduğu, önceki felaketlerle herkes tarafından bilinir hale gelmişti. Dolayısıyla buradaki yapılarda hassas davranılması, depreme dayanıklılığı sağlamak konusunda aranan şartların yerine getirilip getirilmediğinin denetlenmesi gerekirdi.
Felakette yıkılan ve can kaybının yükselmesine sebep olan yapıların büyük çoğunluğunun yeni yapılar olduğu dikkate alınırsa, deprem yönetmeliğinin kâğıt üzerinde kalmış tedbirler dizisi olduğu ortaya bir kere daha çıkar.”
Abdi Bey, 1967’deki Adapazarı depremiyle ilgili başyazısını şu soruyla noktalar:
“Bu ihmale son vermek için daha ne kadar felaket beklememiz lazım acaba?”
Adapazarı’nı ilk deprem 1947’de vurdu.
20 yıl sonra ikincisi geldi.
Ama bu da ders olmadı.
32 yıl sonra 1999’da Adapazarı yine korkunç bir depremle ana baba günleri yaşadı.
Tarifsiz acılar hiç bitmedi.
Şimdi de Van depremi yüreğimizi yakıyor.
Depremde yerle bir olan yedi katlı binada inceleme yapan İnşaat Mühendisleri Odası Şube Başkanı Şemsettin Bakır Milliyet’e diyor ki:
“İnşaatta dere kumu kullanılmış. Beton o kadar dayanıksız ki elde ufalanıyor. Yıkımlar denetimsizlikten. Yıkılan binalar mühendislik hizmeti görmemiş. Özellikle dükkân olarak kullanılan yerlerin kat yüksekliği normal katlardan daha fazla. Kullanılan demirler nervürlü (direnci artıran çıkıntılı) demir değil. Yeni yönetmeliğe göre yapılarda nervürlü demir kullanılması düzenleniyor ve düz demir kullanımı yasak.”
Mimarlar Odası Van Şube Başkanı Şahabettin Öztürk diyor ki:
“Erciş’teki yıkık binalar, gerekli teknik kurallara uyulmadan, mevcut yönetmeliklere uyulmadan, mühendislik bilgisi olmadan yapılan çalışmaların ürünü... İşçilik, malzeme özensiz... Büyük bölümü de ruhsatsız. Belediyenin denetimsizliğini ciddi boyutta görüyoruz.”
İTÜ Deprem Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü’nden Doçent Beyza Taşkın diyor ki:
“Betonarme içindeki demirlerin sıkılaştırılması gereken kesimlerinde etriye sıkılaştırmaları yapılmamış. Kolon kiriş birleşiminde hiç etriye (dikme kiriş bağlantılarında direnci sağlayan sargı) olmayan yıkıntılar var. Yıkımın en büyük nedeni bu. Bazı binalarda gözle görülür seviyede kalitesiz beton olduğu anlaşılıyor.”
Kısacası felaketler bitmedi.
Ders almak yok mu?
“Deprem değil bina öldürür!” gerçeği ne zaman uyandıracak bizi?
Ne zaman dur diyeceğiz vicdansızlığa, adamsendeciliğe?
Vicdansızların yakasına ne zaman yapışacağız, adamsendecilerden ne zaman hesap soracağız?
Söyler misiniz Allah aşkına?..