İzmir’de mayıs çiçekleri arasında uçurmuştuk halkların kürsüsünden barış güvercinimizi. Binler meydanları hınca hınç doldurmuş, kalabalıklar kendi de inanamamıştı bu kadar nasıl çoğaldığına. Korkunun yerini yarına, barışa olan inanç almış, İzmir körfezinden el sallayan balıkçı tekneleri, martılar ve kızanların ezgileriyle uğurlamıştık barış güvercinini ismini bilmediğimiz iklimlere.

Sonra Diyarbakır’da kırıldı kolumuz kanadımız. Elini kolunu sallayarak geldiler kadim şehre. Fail bir gün önce gözaltına alınmasına rağmen görünmez eller devreye girmiş, kendisine eylemi gerçekleştirmesi için yol verilmişti. O da gelmiş alanı kana bulamış görevini tamamlamanın rahatlığıyla çekip gitmişti. O gün alanda kitlenin metanetli tutumu can kaybının daha fazla olmasını engellemiş, geriye onlarca yaralı, uzvunu yitirmiş canlar kalmıştı.

Bu saldırı seçim sürecinde seçim bürolarına gönderilen bombalı paket ve çiçeklerin, parti binası yakmaların ardından aklını başına toplamayan demokrasi güçlerine küçücük bir uyarıydı. Kademeli bir şekilde neler olabileceği kurgulanan gerçekliğinin bir parçası olarak sahneleniyordu. Mesaj “Bu daha başlangıç” kıvamında bir iletiye sahipti ve muhataplarına kısaca ayar çekmek derdindeydi. Mesaj yerli yerine varmıştı; fakat mesaja 7 Haziran seçimlerinde” Barış” güçleri umulmadık başarıyla yanıt verdiler.

Temmuzun sarı sıcağında, Amara kültür merkezinde, anıları ve hikâyeleri yüreklerimizi kabartan otuz üç gencimizi çölün acımasız kan sesine düşürdük vakitsiz. Bölündü sözümüzü çoğaltan imgeler çölün pastel renklerinde kuyruğunu doğrultan akrebin ateşinde. Bölündük patlamanın şiddetiyle, kan kemik kafa kol sesleri arasında acılara. Acılara yenilmeyecektik, yenilmeyecektik bir çöle. İçimize işleyen keskin öl bakışına.

Artık bu başarının bedeli fazlasıyla ödetilmeliydi barış diyenlere. Düğmeye basıldı, masalar tekmelendi, dağlar tepeler bombalandı. Kentler, mahalleler kuşatıldı günlerce, her ev bir morga dönüştü kadınların gözyaşlarında. Ölüler bekletildi sınırlarda günlerce kamyon kasalarında. Onlarca asker polis yoksul Anadolu çocuğu düştü kör bir savaşın ortasında toprağa. Omuzdan omuza çoğaldı tabutlar, gözyaşları ve alkışların yalancı tanıklıyla. Sonra herkes evlerine çekildi, unutuldu her şey unutmanın epriyen ipeğinde. Sadece anneler ağladı ağıtların diliyle, ölü çocuklarına sabahlara kadar şafağı bekleyen kandillerin fitilinde. Anneler, babalar oğul sesine uyandı demincek yattığı zifir uykulardan gündüze.

Acıyı yüreğinde duymayanlar, tekbir sesleriyle sokakları talan eyledi. Yaktı, yıktı geçti kardeşliğin iç sularını. Küçücük çocuğu bayraklara sarıp, ağlayan gözlerle kurt işaret yaptırmayı vatanseverlik saydılar. Fethiye’de bir Sera işçisini döverek Atatürk büstünü öptürüp vatanın ahvalini kurtardılar kendilerince. Kırşehir’de kitabevini yakıp yağma, talan ettiler Toma’nın fıskiyesi altında dinlene dinlene. Kısacası yapacakları katliamın küçük bir provasını çekip bilinçaltı kaydımıza yerleştirmek istedi bu güruhun kurgucuları.

An/kara’da kara cumartesi yaşandı Ekim ayının onunda. Hiç ummadığımız, aklımızın kıyısından köşesinden bile geçirmediğimiz bir şekilde hem de. Geçirsek bile aklımızdan bu kadarına da cesaret edemezler diyerek o düşünceyi uzaklaştırdığımız. Gerçekliğe dönüşmesine kuşku da bile olsa zihinlerde yer vermek istemediğimiz.

Yüzün üzerinde insanımızı Ankara tren garında uğurlarken, soruşturmanın seyrindeki gelişmeler kamuoyu ile paylaşıldıkça görüyoruz ki; gerçekten bu kadar iyi niyet, saflık ancak devrimciler de olabilir. İŞİD ile olan derin ilişkiler gün be gün bizi Ankara katliamına getirmiş. Adamlar aynen Diyarbakır, Suruç’ta olduğu gibi karanlık ilişkileri yardımıyla ellerini kollarını sallayarak, bombalı yeleklerini kuşanarak fink atıyorlarmış aramızda. Bunca işarete rağmen aklını başına toplamazsa demokratik güçler, ya canlı bombalarla hizaya getirilecek ya da copla gazla.

“Beyaz Toros” imgesi son günlerde çok dillendirildi. Bilinçaltına bir tehdit mesajı olarak algılandı muhataplarınca doğal olarak. Binenin bir daha sağ dönemediği beyaz Toroslar geçmişe bilinçli bir gönderme olarak kaldı akıllarda.  Binlerce faili meçhulün olduğu bir ülkede Cumartesi Anneleri hala meydanlarda oğullarını arıyorsa, bu konuda bir arpa boyu yol alınmamışsa,1989-90’lı yıllara gönderme yaparak bir korku yaratma, bu korkunun da hizaya getirme aracı olarak kullanılması doğaldır.

Son söz olarak, adeta güç gösterisine dönüşen bildik ritüellerin karanlığından bizi çıkaracak olan en diri ses barışın sesidir. Bir ba(ğ)rışa dönüşse de barış talebimiz yaşanılır bir ülkenin, kardeşliğin, özgürlüğün en temel çağrısıdır.

Kıyılarında sahte can yeleklerine sarılı ölülerden, meydanlarında ahiret yelekli canlı bombacıların yarattığı cehenneme evirildiğimiz şu günlerde, geleceğe umutla bakabilme iyimserliği taşımak istiyoruz. Bütün yaşananların baştan sona hizaya getirme kurgusunun gerçeklikleri olarak düşünmek gerekir. Bizi hizaya getirmek isteyenler şunu iyi bilmelidir ki:

Biz sizden önce geçtik bu hizaları

Korkacak karanlığımız yok.