Şöyle bir ülkede ölçü geliştirmek zordur:
1. Mezarlıklar, ecelin normal döngüsünün çok üstünde bir hızla; “anormal sebepler”le doluyorsa;
2. Hapishaneler, bir demokratik hukuk devletindeki suç oranının çok üstünde bir hızla, makul tutukluluk sürelerinin çok üzerinde bir zaman için, normalin çok ötesinde ve kolayca uygulanan gözaltılar sonucu doluyorsa.
***
27 yılda; 50 bin ölü “terör ve terörle mücadele” kapsamında.
9 yılda; adına “iş kazası” denenlerde; 10 binden fazla ölü, “iş güvenliği” müdürlükleri ve yönetmelikleriyle dolu bir ülkede. Bu yıl son bir aylık sayı 50 kadar.
Neredeyse her gün bir “erkek cinayeti”nde, eş, sevgili, anne, kardeş… bir kadının katli (Bunu neden katilin sıfatıyla değil de maktulünküyle tamlama yapıyorlar, anlamıyorum!)
Adına “trafik kazası” denen öldürme ve intihar türünde, yılda ortalama 5-6 bin ölü; 100 binden fazla yaralı ve sakat.
Bu memlekette, Şırnak Silopi’nin kaymakamı bile, “Terörde ölenlerin 25-30 katı kadarını trafik kazalarında kaybediyoruz” diyor, İstanbullu kardeş!
Sağlama istersen: Dün, Mardin, Kızıltepe. Haber başlığı: “4 şehit, 1 yaralı.” Olay: Zırhlı araçla takla. Trafik kazası!
***
Cezaevleri tıklım tıklım dolu…
Diye bir cümle boş!
Çünkü, belli ki hala yer var: Her gün operasyon, her gün onar yirmişer ellişer gözaltılar ve tutuklular.
Gözaltı zaten peşin tutukluluk; tutukluluk zaten peşin mahkumiyet!
Başbakan’ın önünde “parasız eğitim” isteyen Ferhat ile Berna, aylardır tutuklu.
Daha önce fark edilmeyen iki, üç, beş yıllıklar gibi.
Herkesin kendine yakın birini bulabildiği tutukluluklar gibi.
Onca gazetecininki gibi.
HES protestocuları için yıllarca hapis cezası isteniyor; sanki, emekli öğretmeni onlar öldürmüş gibi.
Haklı olabilecek davalar dahi haksız bir uzun tutukluluğun elinde, haksızlık şahikası haline geliyor!
***
O yüzden bizim insani, vicdani bir ölçümüz olamaz kolay kolay.
Biz anormal olanı normal; doğal, olağan kabul eden bir iklimin bitkileriyiz.
Bu çoraklığın bitkisel hayatlarıyız!
Bu ölümlere, öldürmelere, katliamlara şaşırma hissimiz zayıf.
Şaşırmazsan, düşünceni de toparlamak mümkün olmuyor.
Değil ki vicdanını derleyip toplayasın; tetikte bekletesin; huzursuzluğunla isyan edesin.
Kanıksarsan, kendi ölümüne de hep çeyrek kalıyor.
Kendi ölümüne kadar, ölümlerin bu kadar çok, sık, kolay, yaygın olması artık ürpertmiyor.
Ürpermezsen, değiştiremezsin kaderi.
***
Bunlara bir de, iş bulamama endişesi yahut işini kaybetme korkusuyla, ruhu kuruyan, içi ölen; ezilmekten, horlanmaktan, itilmekten bitap düşüp için için tükenen, eriyenleri ekleyin.
Ekleyin bir de; hayatına da kimliğine de saygı göremediği için mengenede sıkışanları.
Gencecik cesetleri üst üste yığılanların yanına; gencecik hayatları birbirine kırdırılanları, bir köşede gençliği kırılanları…
Ömrü, kırılma dakikalarıyla kırık dökük kalanları da koyun.
***
İnanın, yine de iyi gidiyor bu gemi!
Tek sorun şu:
Kerterizini kaybetmiş; pusulasını şaşırmış…
Bu kadar çok zamansız, ani ölümü, bu kadar çok mahpusu, bu kadar çok tükenmiş ruhu normal sayıp ölçüyü kaybetmek, ruhunu kaybetmek iyi değil!
Bir ötekini ezmeye, yok etmeye böylesi adanmışlık iyi değil!
Yahu n’oluyoruz böyle, diyememek, dememek hiç iyi değil!
***
Esasında,gazetecilik de bunu için vardır da…
Bir varmış, bir yokmuş!