Kuzeylinin Akdeniz’i daha da yoğun istila ettiği yaz aylarına doğru zaman akarken Braudel bize, bugün kıyısında yaşayanların sahip olmadığı bu coğrafyada bir gezintiye çıkartıyor. Tabi, sadece peyzaj yönünü -deniz-kum-güneş-bitki örtüsü kaynaşmasını- görmekten hoşlandığımız Akdeniz’in o nazik dengesini de unutturmadan. Hani biraz dikkat etmediğinizde, çiçeklerin altından taşların çıkıvermesi ya da dağdaki sekilerinizin çöküvermesi, Avustralya kökenli okaliptüslerle kurutulan bataklıkların ekosistemi hızla bozması, yanan ormanların hemen makilere yerlerini kaptırması gibi.

 

Tarih boyunca insanın, egemen olamadığı bir coğrafyanın içindeki mücadelesine tanıklık ediyorsunuz. Dışarıdan baktığımız, ama içinde yaşadığımız Akdeniz’i gösteriyor bize Braudel. Bugün Akdeniz çevresinin ürünü olarak aklımıza hemen gelen Hint kökenli patlıcan, Latin Amerika’dan gelen domates, Arapların hediyesi Pirinç ya da Çin dağlarından inip İran’a gelen şeftali… Hani coğrafya derslerinin “yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı” klişesini bir tarafa bırakıp da iklimle, toprakla, denizle insanın mücadelesini gözler önüne seriyor. Kitap, Braudel’in yanı sıra uzman tarihçiler Jean Gaudemet, Roger Arnaldez, Piergiorgio Solinas, Maurice Aymard ve Georges Duby'nin katkılarıyla zenginleşmiş. Kitap, Mekân ve Tarih ile İnsanlar ve Miras olmak üzere iki bölümden oluşuyor ve Aile, Göç, Mekânlar, Venedik, Tek Bir Tanrı gibi birbirini bütünleyen makalelerden oluşuyor.

 

Gündelik hayatımızda çok da farkında olmadığımız, belki de geçerken yanından bir pamuk tarlasının, balıkçı kasabasının, bir kentin ya da kendisinden çok kendisi üzerine söylemleri tüketilen Venedik’in  -öylesine baktığımız Akdeniz’in- o tüm varlığını hissettiriyor bize Braudel. Hani dünya haritasına baktığınızda yerkabuğunun herhangi basit parçalarından biri olarak gördüğümüz Akdeniz’de her şeyin karışıp da bir bütünde eriyebilmesini nasıl açıklayabiliriz? Doğanın sunduğu lütuflar ya da lanetlerle mi? Ya da insanın birleştirici rolüyle mi?

 

Başka bir tarafıyla da Akdeniz tarzı yaşamı okumak bizi sürüklüyor. Kırlarında, kentlerinde aile ilişkilerindeki o her şeyi içinde barındıran okyanustaki yağ damlacıklarını fark ettikçe artık Akdeniz’in büyüsüne rahatça kapılabilirsiniz. Akdeniz’in yaşamını, bugün nüfusun büyük kısmını barındıran kentinden okumak gibi belki de. Bu okumayı da şöyle özetliyor Braudel: “Bir kent, ister büyük olsun ister küçük, içindeki evlerin, anıtların, sokakların toplamından çok başka bir şeydir; tıpkı bunun gibi sadece bir ekonomi, ticaret, endüstri merkezi de değildir. Toplumsal ilişkilerin mekânsal izdüşümü olarak kent, dünyevi olanı kutsal olandan, erkekleri kadınlardan, aileyi ona yabancı olan her şeyden ayıran sınır çizgileri ağının kendi içinde kesiştiği, aynı zamanda da onun yapısını oluşturduğu bir mekân görünümüyle karşımıza çıkar. Bu görünümüyle de, mükemmel bir şifre anahtarı sağlar bize”

 

AKDENİZ’İ TANIMLAMAK

Nasıl tanımlayabiliriz ki Akdeniz’i? Tek bir uygarlık olarak ele almak Akdeniz’i en büyük hata belki de. Birbiri üstüne yığılmış bir uygarlıklar bütünü: gemiler hareket ederken üzüm hasadını yapan veya sürülerini yaylaya çıkaran köylülerin eşlik ettiği bir türkü kulaklarımızda… Barselona’dan İstanbul’a; Sicilya’dan Pireneler’deki yaylalara; İber yarım adasındaki çobandan Girit’li balıkçıya kadar… İnsanlığın tarih boyunca tam da egemenliği kurduğunu düşündüğü yerde aslında hiç de egemen olamadığı bir coğrafya Akdeniz.

 

Uygarlıklar bütünü Akdeniz’in bugünkü fotoğrafı pek de hoş değil. Artık kıyısındakilerin sahip olmadığı Akdeniz’de kuzeylinin o “iyi niyetli” istilası da bütünden bağımsız olmasa gerek. Geleceğe bir fetih olgusunun izlerini sunacak olan o denize sıfır otellerin ışıltılı lüksü altında adeta koyun gibi koşa koşa gelen kuzeylinin yerleşmeyi düşünmesi bir yana, kalma süresini uzatması bile pek düşünülemez.

 

Yabansallık folklor tüketicisi olan ve Akdeniz tarzı yaşama, bir gerçeğe katılır gibi değil de oyuna katılır gibi katılan bu istilacıları Akdeniz, tarihinde ilk kez yüzeysel olarak özümlemekte ve onlar tarafından özümlenmek, nesne durumuna indirgenmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır: Artık fosil haline gelmiş kış yaşamlarıyla, parayla satın alınan yazların sahte yaşamı arasındaki bölünmenin zehirli meyvesi olan, acılarla dolu bir yaşamın derece derece canlandırdığı oyuncularla kaplı bir oyun alanıdır Akdeniz.

 

AKDENİZ (TARİH, MEKÂN, İNSANLAR VE MİRAS)

Fernand Braudel

Çeviren: Necati Erkut – Aykut Derman

Metis yayınları

2008, 281 sayfa, 17 TL