Pınar Selek ismini andığımızda aklımıza gelmesi gereken bir dolu şey var. Güzel şeyler. Kitapları, bir sosyolog, bir feminist, bir anti-militarist olarak araştırmaları var, masalları var. Öyle CV’de zarif görünsün kabilinden ‘sivil toplum aktiviteleri’ değil; hayatı, dayanışmayı öyle algıladığı için önayak olduğu, ‘çoğunluğun’ yüz çevirdikleriyle atölye çalışmaları var.

Ne yazık ki 14 yıldır Pınar Selek deyince, birçok insanın zihnine ‘Mısırçarşısı’na bomba’ yapışıyor iki saniye sonra. Ama bu davadan üç kez beraat ettiği de düşüyor zihnine. Bir insan bir davadan en fazla kaç kez beraat edebilir? Dayanak olarak kullanılan ifadenin işkence altında verildiği bizzat o kişi tarafından söyleniyorken, patlamanın bombadan kaynaklanmadığını ifade eden onlarca bilimsel rapor varken... Bir insanın suçsuzluğunu kaç beraat kararı teslim eder?

Tescilli işkence
Tam 14 yıl. Bir davanın 14 yıl sürmesi gibi de değil. Cezaevi, tahliye, beraat, Yargıtay’ın bozması, sonra tekrar dava, beraat, tekrar başa şeklinde uzayıp giden, 14 yıla yayılmış bir işkence seansı.

İşkencenin de türlü yöntemi var. Pınar Selek’in yaşadıklarını bununla tarif ederken bir teşbihte bulunmuyoruz. Berlin İşkence Mağdurları Merkezi tarafından verilmiş 45 sayfalık bir rapor var elinde. İlk gözaltındaki fiziki işkenceyi de sonrasını da tahlil ediyor.

“Raporun sonunda bendeki psikolojik sıkıntıları anlatan bir sayfalık liste var. Sadece ‘post-travmatik stres sendromu’ tanıdık. Davanın uzaması, duruşmalara katılmam durumu daha da ağırlaştırmış. Bu nedenle uzak kalmalıymışım. Diyor ki ailesinden, çevresinden aldığı güçlü sevgi bu psikolojik sendromlarla baş etmesini kolaylaştırıyor ama uzaklaşması lazım. Ben de uzaklaştım.”

Pınar, Almanya PEN Yazarlar Derneği’nin bursuyla iki yıl Berlin’de yaşadı. Bir yandan da Strazburg Üniversitesi’nde siyasetbilimi doktorası yapıyordu. ‘Kurtuluş hareketleri ve özgürlük’ meseleleri etrafında dolandığını söylediği tezini bitirmek için sonra Strazburg’a yerleşti. Amargi’yi ihmal etmeden, Fransa’da feminist bir örgütün aktif üyesi. Kitapları Almanca ve Fransızcaya çevrildiği için ayın iki haftasının konferanslar, buluşmalar için trenlerde geçtiğini söylüyor. Biz yazıştığımızda yine trenlerdeydi.

Yani yine çalışıyor, üretiyor, mesela masallarını ihmal etmiyor ama bir tür sürgün yaşıyor. 12. yüzyılda Saksonya’da yaşamış keşiş Hugo’dan daha önce bir yazısında şu şahane tespiti alıntılamıştı: “Memleketini güzel bulan insan daha yolun başındadır; her yeri kendi yurdu gibi gören insan güçlüdür ama bütün dünyayı yabancı bir ülke gibi gören insan mükemmeldir.” Zaten zihni ev nedir, yersiz yurtsuzluk ne demektir üzerine çalışan biri ama bütün bu sorgulamalar, tercihler size ait olduğunda anlamlı.

Bu dava olmasaydı?
Böyle tahminler yapmak da kolay değil ama hayatına hiç bu dava girmeseydi neler yapan bir Pınar olurdu bugün? “Çok daha başka bir yolda olmazdım ama daha fazla ürünüm olurdu. Sokak atölyemiz sürerdi en azından. O hayatımda katkı sunduğum en değerli şeydi, tuzla buz oldu. En önemlisi annemi kaybetmezdim. Hayatımdaki en büyük acı. İnsan annesini ölümsüz zannediyor. Biz çok yakındık, belki ondan, kocaman yaşımda yetim hissediyorum.”

Daha ilk yıllarından beri, bu davanın hayatını belirlememesi için çok mücadele ettiğini anlatıyor. Eski Pınar ne yapardıysa, yeni Pınar da onu yapsın yani. Mağdur psikolojisinin içine kendini sokmamaya çalışsa da ara ara çıldırma noktasına geldiğini de itiraf ediyor. Tanıdığı, tanımadığı çok kişinin davayı sahiplenmesiyle atlatabilmiş. İçindeki “Artık dayanamıyorum” diyen ses yükseldiğinde şunu yapıyor: “Diğer haksızlığa uğrayanları düşünüyorum; demokrasi uğruna bedel ödeyenleri, hayatını kaybedenleri. Kocaman bir tabloda küçücük bir nokta olduğumu düşünüyorum.”

Pınar Selek’in duruşması, 1 Ağustos Çarşamba günü 10.00’da Çağlayan’da, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde.