Bir Baba: “Gözümden sakındığım kızım. Şimdi gözaltında.”

Yağmurlar, yağmurlar şehirleri esir almış, ince bir sızı gibi yağmıyor şimdi. Sonu gelmeyen yağmurlar, berekettir oysa yağmur, lakin şimdi değil, şimdi değil…

Babaların kız evlatlarını ne çok sevdiğini biliriz. Acı örnekler sıralanmış zihnimde. Her biri travma sanki. Kalıcı hasarlar bırakan.

Benim ülkemde insanların ne acı hikayeleri var. Ne ağır günler yaşanmış. Oysa basitti her şey, 21. yüzyılda hiç kimse düşüncesinden dolayı acı çekmesin dileğimiz.

Ne basit, bir istek.

Ağır travmalar yaşamış insanlar kuşağındanız. Şükür bitti diyemeyen.

Bizim kuşak mı sadece? Keşke, bizden öncekiler ve bizden sonrakiler... Ne biçim bir süreklilik. Ne biçim bir zülüm. Değiştiremediğimiz bir kaderi sanki ülkemin. Her daim aynı durum, ayrı yüzler…

Hatırlıyorum, unutulmuyor babaların kızları için yaşadıkları acılar…

Hatırlıyorum.

Cemil Amca’yı hatırlıyorum. 1996 yılını. Ankara Tavır dergisi baskını ile 16 yaşındaki kızının gözaltına alınışını ve herkes için süren uykusuz yedi günü.

Ceren 16 yaşında, elinde kamera ile Cannes’e aday olacak filmler çekme hayallerinde genç bir kız. Bir kültür merkezinin sinema kursuna gitti diye, yedi gün boyunca yaşadığı şeyler bizi dermansız bırakmıştır.

Yedi gün sonunda eve döndüğünde Ceren, o dağ gibi Cemil amca gözyaşlarını tutamamıştı; “Benim nazlı kızıma ne yapmışlar öyle?”

Çok şey yapmışlardı, ben ne kendi gördüğüm işkenceleri ne de başkalarının işkencelerini yazmadım ömrüm boyunca, çünkü büyük bir yıkım oluşturuyor insanda, toplumda.

Bu yüzden işkenceyi anlatan, Yaralısın, Ziverbey Köşkü, Adressiz Sorgular, Ben Bir İnsanım hatta mizahla izah edilen Vatandaş Abuzer gibi kitaplara bile mesafeli durdum.

Şükür, Ceren yedi gün sonra eve geldi ve unuttu çoğu şeyleri. Kimileri o yaşta olsa da eve gelemedi. Yedi yıl, on yıl, ne ise uzun zaman gelemeyenler oldu.

Hatırlıyorum.

Meryem bir çocuk daha. Elleri, konuşması, kahveyi bol sütlü, bol şekerli içmesi, inadı, ne bileyim bir çocuk işte. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni yeni kazanmıştı. O zeki kızın tek bir amacı vardı. Çevirmen ve editör olmak. Başörtü eylemleri vardı o zamanlar. Meryem işte bizim çocuk, bizim Meryem. De ki 4 yıldır gelir gider kitabevine. Yani onu lise birden beri tanırız.

Bir başörtüsü eyleminde, yediği cop yarmış kafasını. Arkadaşları bizim kitabevine getirmişler çaresizce. Kanıyor başı, hastaneye gitmeyi reddediyor. Çocuk inadı işte, kim laf geçirebile. Bağırış çağırış ikna ediyoruz. Götürüyoruz zorla, dikiş felan tekrar kitabevine geliyoruz.

Başını sargı bezi mi ne öyle bir şeyle sardılar, saçları kan içinde. Sonra birden “babaaaaa” diye bir ses çıktı ağzından. Bir adam, nasıl anlatsam size adamı.

“Kızııııım kızım kızım canım kızım, kızım”, sarılmış Meryem’e ağlıyor. Şaşırdık kimi teselli edeceğimizi. Koca adam, kızıma ne yapmışlar diye ağlıyor.

Hatırlıyorum.

Bu çocuklara Dev-Lis derlermiş. Dev-Lis de ne kız Ayşe, Dev-Genç varken takılırdık, öğretmen babası ile. Benim abim senin abini döver, benim takım, senin takımı yener hesabı…

Baba ki bilir 12 Eylül, Eğit-Sen’i, Eğitim Sen’i. Bilir işte.

“Gözümmm” diye sever Ayşeciğini. “İki gözüm Ayşem.”

6 Kasım YÖK protestosunda sürüklemişler saçlarından, çamurlar içinde. Ayşecik, iki gözüm Ayşecik yara bere içinde.

Şükür akşam eve dönenlerden.

Öğretmen Nebil abi asla ağzına içki koymayanlardan. O gece çok içmişti.

“Bu ne biçim zülüm, ne yapmışlar kızıma, ne yapmışlar iki gözüme”, gece boyunca bunları söyledi durdu.

Hatırlıyorum.

Daha yeni oldu bu. Sen de iki yıl, ben diyeyim üç yıl önce. Arif heybetli bir adamdır. Hele saz çalarken. Sevda türkülerini bile heybetli bir marş edası ile çalardı. Tek bir arzusu vardı. Kızı Defne ile karşılıklı saz çalmak. Oysa Defnecik, canım Defnecik gitara meraklı. Diretir gitar diye.

Alınır gitar ve nihayetinde bulunur bir gitar kursu.

Baba kız büyük aile buluşmalarında mutlaka söylerler “Karadır kaşların ferman yazdırır” türküsünü.

Bir gece çalan telefonun hayra alamet olmadığına düşündüm. Uykulu gözlerle açtım telefonu…

“Evin önündeyim in”, kırık dökük bir ses...

“Kızıma doktor lazım.”

Bulduk, baktırdık, eve geldik.

Adam korkusundan kızını hastaneye bile götürmemiş. Canım Defneciği. Defnecik be doğduğu günü hatırlarım.

Defneciğin başına bir daha öyle şeyler gelmesin diye Arif abi saz çalmayı bıraktı. Defnecik de gitarı…

Bu satırları kederli bir akşam yazıyorum. Yağmur yağıyor. Elbette bu yazıyı ancak Vail abinin kara gözlü kızı eve geldiğinde gazeteye göndereceğim. Kara gözlü kızı gelecek, ağrısız, sızısız. Kötü bir anı kalacak sadece bu günler. İnancım bu, umudum bu. De ki yarın. Hadi yarın 1 Mayıs, olmazsa sonraki gün.

Umudum bu, inancım bu.

Benim büyük ideallerim yok. Büyük cümlelerim yok. Biraz demokrasi, biraz hukuk, biraz özgürlük.

Hiçbir baba çaresiz kalmasın. Hiçbir çocuk öyle acılar çekmesin. Karagözlü çocuklar evinde, babacığının yanında olsun.

Bir gün öyle bir ülkede, dünyada yaşamak dileğiyle…