Günlük yaşamda çok karşılaşırız. Birisine bir şey, örneğin en basitinden bir adres sorduğunuzda genellikle ''bilmiyorum'' demez. Sorduğunuz adresi veya her ne ise bilmese de, kendince bir cevabı vardır mutlaka. Kısacası ''bilmiyorum'' demek büyük bir eksiklik olarak kabul edilir.

Özellikle evrenin nasıl oluştuğu, insanın hangi evrelerden geçerek bugünkü kompleks haline geldiği konusunda en sıradan insanın bile size anlatacağı çok ''geniş'' açıklamaları vardır. O kişi olguları bir de dinin verili öğretisiyle, inançla izah ediyorsa ''bilmiyorum'' gibi bir sözcükten bahsetmeniz ona hakaret gibi gelir. Öyle ya, din ile düşünmek, bir şeyi anlama, bilgi edinmenin ötesinde bir şeydir. Bir şeyi anlamak değil, onu bilgisizce ve anlamaksızın tartışmasız kabullenmedir. Çünkü din, bilmeyi, araştırmayı, sorgulamayı değil, imanı, adanmayı ve tapınmayı vurgular...

Din veya dinsel düşünüş böyle derken, bilim ne diyor peki? Hemen belirtmeliyiz ki, bilimsel düşünüşle dinsel düşünüşü birbirinden ayıran en temel şey şu: Bilim, olayların neden ve nasıl şekilde olduğunu izah ederken, yani teoriler geliştirirken ispatsız bir şekilde insanlığın bugüne kadar gelen inançlarına başvurmaz. İnsanlar yanıtını bilmedikleri zor sorularla karşılaştıkları zaman, çoğunlukla soruyu geçiştirmeye veya inançlarıyla izah etmeye çalışırlar. Bilimsel düşünüşte ise bu yapılmaz. Bilinmeyen sorulara kanıtlanmamış ve şahsi yanıtlar verilmez. Ya akademik yöntemlerle, bilimsel metodolojiyi kullanarak araştırılıp doğru sonuca varılır. Ya da ''gönül rahatlığıyla'' bilmiyorum denir.

Yukarıdaki örneğimizi, evrenin ve bugünkü insanın nasıl oluştuğu somutunda inceleyecek olursak; Evrim, biyolojik olayların neden o şekilde olduğu ile ilgili en temel, en nihai açıklamadır. Biz insanların nereden geldiği, kuşların neden uçabildiği, bitkilerin nasıl fotosentez yaptığı, bakterilerin kökenleri gibi her türlü biyolojik sorunun en tatmin edici yanıtı, tüm bu canlıların var olmasını ve her türlü özelliklerinin ortaya çıkabilmesinin ana nedeni olan evrimdir, evrim teorisinin kavranmasındadır.

Evrim teorisinden azade konuyu biraz daha detaylandırarak devam edelim.

Etrafımızdaki olayların ''neden o şekilde'' olduklarını durmaksızın soralım: Bir kuş ötüyor. Neden ötüyor? Dişilerini etkilemek için. Neden dişilerini etkilemek istiyor? Evrimin cinsel seçilim mekanizmaları bu özelliği seçtiği için. Evrim neden bu özellikleri seçiyor? Canlıların üremesine avantaj sağladığı için. Canlılar neden üremek zorunda? Üremenin biyolojik bir varlığın sürekliliğinin ana yöntemi olduğu için. Neden canlılık var? Cansız olan kimyasallar, 4 milyar yıl kadar önce bu gezegende belirli şekillerde birleştiği için. Neden kimyasallar birleşti? Çünkü maddeler, özelliklerine bağlı olarak diğer kimyasallarla tepkimeye girmeye meyillidir. Kimyasallarda neden bu eğilim vardır? Atomların yapısından ve elektronların dizilim tipinden dolayı. Atomlar neden bu yapıdadır? Çünkü fizik yasaları, atomun pozitif yüklü bir çekirdeğinin etrafında negatif yüklü elektronlara sahip olmasına neden olur. Fizik yasaları neden böyledir? Evrenin oluşumundaki var olan şartlarından dolayı. Bu şartlar neden böyledir? Bunu bilmiyoruz... Şimdilik bilmiyoruz. Şimdilik diyorum, çünkü bilime göre somut olup da bugün bilinmeyen bir hakikat, gelecekte illa ki, bilinecektir.

Yazımızın başlığına dönecek olursak, ''bilmiyoruz'' yanıtı, bilgi seviyemize göre, yukarıdaki soru silsilesinin herhangi bir noktasında gelebilir. Örneğin, eğer kuşların neden öttüğünü bilmiyorsanız, soruların en başında ''bilmiyorum''u 'yapıştırabilirsiniz'. Zira, bilimde ''bilmiyorum'' demek bir erdemdir. Bir heyecan kaynağıdır, keşfedilmeyi bekleyen bir soru işaretine, gizemi çözülmemiş bir gerçeğe işaret eder. Zaten bilim de bu cevaptan doğar. Ancak günlük yaşantıda ''bilmiyorum'' bir zaaf belirtisi olarak görüldüğü için kullanımı epey azalmıştır. Bilmiyorum sorusuna hatalı veya uydurma yanıtlar vermenin kişiyi bir yere götüremeyeceğini anlaması gerekir diye düşünüyorum. Bilmiyorum diyememek, kişiyi gerçeklere ulaşma olasılığını azaltır. Çünkü eğer gerçek olduğundan emin olmadığınız veya test etmediğiniz bir cevap ile yetinecek olursanız, o soruya dönük merakınızı bilimsel ve güvenilir yöntemlerle tatmin etmeye çalışmazsınız. Telkine ve yalanlara, masalımsı argümanlara açık olursunuz. Böylece gerçeğe asla ulaşamazsınız. Başka kişi, kurum ve ülkelerin başarılarına seyirci kalmaktan kurtulamazsınız.

Bütün bunlara rağmen, eğer bilimsel gerçeklerle ilgili yeterince bilgi edinip, ''neden sorusu silsilesi''nde yeterince geriye gittikten sonra, tüm bunları halen kadir-i mutlak bir süper güce bağlamak istiyorsanız, sizin bileceğiniz bir iş. Buna kimsenin diyeceği yok. Bu, işin inanç yönünü teşkil eder. Dolayısıyla da bilime ve bilimsel merakın araştırılmasına engel olmadığı sürece hiçbir sorun teşkil etmez. Natüralistler, yani doğalcılar, evrenin başlangıcına kadar konuyu getirip, sonrasında ''bilmiyorum ama araştırmalar devam ediyor'' derler. Teologlar ise hem ilk başlangıcın, hem de sonrasında olan olayların kadir-i mutlak bir süper gücün ürünü olduğuna inanır. Daha da ötesi, evrim karşıtları, çok karmaşık bir canlının oluşmasını Tanrı'nın emirlerine bağlayarak O'nu yücelttiklerini düşünür, her şeyin Tanrı'nın bir komutu ile ortaya çıktığına inanırlar. Böylece her şeyi ayrıntısıyla düşünen kusursuz bir Tanrı olduğu görüntüsü yarattıklarını ileri sürerler.

İşte evrim teorisi karşıtlarının düştükleri en büyük çıkmaz da bu yaklaşımda yatıyor. Çünkü Tanrı kavramının içinde kusursuzluk, mutlak iyilik ve her şeye hakim olma söz konusudur. Onlara göre acı çektirme, eziyet verme, öç alma, doğal olarak bir Tanrı özelliği olamaz. O zaman sormak lazım ki, her şeyiyle (yapısı ve işleviyle) bir bütün, tamamlanmış olarak yaratılmış, insan soyundaki doğuştan gelen bunca hastalık, kusur, eksiklik kime fatura edilecek?

__________________

 Yararlanılan kaynaklar:

 1- https://evrimagaci.org sitesi

 2-Evrim, Prof.Dr. Ali Demirsoy, Asi-Kitap

 3-Kemirgenlerden Sömürgenlere İNSANLIK TARİHİ, Prof.Dr. Alaeddin Şenel, İmge Kitapevi