Yunan Tragedyalarını okurken tuhaf bir küçülme hissine kapılırız ve her ne yazarsak yazalım onların gölgesinden kurtulamayacağımızı biliriz. Tuhaf, çünkü üzerinden geçen binlerce seneye ve insanoğlunun ürettiği ve ulaşabildiği bunca bilgi-birikime rağmen bu gerçek hiçbir şekilde değişmiyor. Doğru, eski’nin söylemiş olduğu bir deyimle karşılaştığımızda bu bizi yerimizden sıçratabilir bazen, ancak Yunan Tragedyaları bir deyimden veya güzel birkaç sözden çok daha fazlasıdır.

Euripides’in Andromakhe yapıtını bir daha okudum. Arada böyle dönerim onlara, başka çevirilerden de göz atarım.

“Bir zamanlar altın yüklü çeyizimle

Asya toprağının süsü Thebe şehrinden

Hektor’a eş olup ona çocuklar doğurmak üzere

Kral Priamos’un sarayına gelin geldim.

O zamanlar herkesin imrendiği Andromakhe’ydim,

oysa şimdiki halimle bu dünyada benim kadar

mutsuz bir kadın ne doğdu, ne de doğacak.

Helenler Troya ülkesini ele geçirdiğinde

Akhilleus’un kocam Hektor’u öldürdüğünü ve ondan

doğurduğum oğlum Astyanaks’ın yüksek kale

surlarından atıldığını kendi gözlerimle gördüm.

Özgür bir soydan gelen anne babadan doğan ben,

Hellas’a bir köle gibi getirtildim ve Troya Savaşı’ında

kazanılmış ganimetlerden payına düşen seçkin

bir armağan gibi adalı Neoptolemos’a verildim.”

Andromakhe cesur ve fedakâr savaşçı Hektor’un karısıdır. Truva düşmüş, Hektor Akhilleus tarafından öldürülüp cesedi Truva surlarının çevresinde sürüklenmiştir. Daha sonra Akhilleus’ta Paris’in oku tarafında topuğundan vurulup ölür. Andromakhe savaş ganimeti olarak kocasının katilinin oğluna verilir ve kocasının katilinin oğlundan daha sonra bir oğlu da olur. Andromakhe’nin çilesi burada son bulmuş değil, efendisinin genç ama kısır karısı tarafından kıskanılmaktadır.

Euripides bu yapıtında Andromakhe’yi kurban, onurlu, fedakâr bir anne ve olgun bir kadın gibi gösterirken binlerce savaşçının ölümü, köle kadınların, Truva’nın yerle bir edilmesinin tutkusunun neden olduğu Helene’nin kızını, yani Neoptolemos’un genç eşi Hermione’yi düşüncesiz, gösterişli ve hırsları için yapamayacağı kötülük olmayan bir ergen gibi sunar. Bununla da yetmez, Hermione’nin babasını yani Helen’in kocası Menelaos’u aptal, onursuz bir adam olarak karşımıza çıkarır. Hatta günümüzdeki çoğu okurun koca olarak Menelaos’un karısı tarafından boynuzlandığına sevindiğine hiç şüphem yok. Zira böyle barbar bir adamın güzel bir karısı onu boynuzlamasın da saklasın mı?  

Yine de bu yapıtta en fazla ilgimizi çeken kişi ihtiyar kayınpeder Peleus’tur. Kral oğlu sarayında yokken, eski gelin Andromakhe’yi ve torununu son anda cesareti ve bilgeliğiyle ölümden kurtarır.

“Gel seni bağrıma basayım evladım, Sen de

Yanıma gel zavallı kadın. Korkunç bir fırtınaya

yakalandın, ama şimdi güvenli bir limandasın.”

Andormakhe’nin efendisi, kral kocası Neoptolemos gittiği yerde sağ kalmaz, cesedi döner. Dul kalan kadın daha sonra başka bir adamla evlendirilecektir.

_______________

Andromakhe, Euripides, Çev: Ali Çokana, İş Kültür Yayınları