10 Kasım yediden yetmişe herkesin bildiği, bildiği varsayılan bir gün. Eğitim sistemi içerisinde okul öncesinden başlayarak öğretilir. Öğretilir demek yerine ezberletilir demek daha uygun düşer. Ezberlenen, ezberletilen bilgi ne kadar içselleştirilir burası tartışma konusu.

Her yıldönümünde cumhuriyetin kurucusu resmi olarak anılır. AKP hükümeti öncesi dönemlerde hemen herkesin “Atatürkçü” olduğu anımsanacaktı. Mevcut Hükümet sıkışmadıkça “Atatürkçü” olduğunu söylemez. İhtiyaca, sürece, döneme uygun hareket eder. Gün olur resmi (zorunlu) protokolü yerine getirmemek için hasta olmak gerekirse hasta olunur, en tepedeki şahsın ‘kulağı ağrır’ gün olur en ‘Atatürkçü’ olunur, halkın Anıtkabir'e girişi yasaklanır, gün olur 'anıtkabir 'önünde 'saygı da kusur' edilmez(!)(Gün olur bizzat Atatürk'ün kurduğu parti tarafından, kulağından hasta olan şahsı cumhurbaşkanı adayı göstereceği söylenir. Öyle ki; aday olmasın diye dönemin Genel Kurmay Başkanı evinin bahçesine helikopter ile iner. Sadece kulağı hasta olsa iyi dili de “hasta” olduğundan bir şey söylemez, konu kapanır. )

“Ben Atatürkçü Değilim” sözü cumhuriyetin kuruluşuyla yaşıt Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi’ye ait. Bu adla bir kitap yayınlamıştı bir vakit. Öyle ki hemen herkesin “Atatürkçü” olduğu bir dönemde isyanını “Ben Atatürkçü Değilim” diyerek ifade etmiştir. Kitabın yazıldığı dönemde memlekette “Askeri Faşist Diktatörlük” hüküm sürüyordu. Cuntanın başının dilinden eksik olmazdı. Sağcısı “Atatürkçü’’, solcusu, dincisi, faşisti bu rozeti yakalarına takmayı bir “vazife” sayarlardı. Kimi yaptıkları, kimi yapacakları/yarım kalan işlerden dolayı Atatürkçüyken, kimisi O’nun yaptıklarını yıkarken “Atatürkçü” olurdu.

Mustafa Kemal'i ''Atatürk'' yapan Osmanlı İmparatorluğun külleri üzerinden inşa edilen cumhuriyet. Cumhuriyet nasıl kurulmuştur fazla derine inmeden bakacak olursak: Birinci Dünya Savaşı, Anadolu’da halk yığınlarının yoksulluğunu derinleştirirken, bir grup vurguncuyu da savaş zengini yapmıştı. Milyonlarca köylü ve zanaatkâr yoksulluk ve hayat pahalılığı altında inlerken, birinci emperyalist paylaşım savaşından yenik çıkan Osmanlı ülkesinden geriye kalan Anadolu toprakları da işgale uğradı.

"Savaş meydanlarında ölmüş yüz binlerce asker, kurbanlarının sivil halk ve özellikle de Ermeni halkının olduğu kıyımlar, can alıcı salgınlar, iaşe sorumlularının ceplerini doldurmaları, kıtlıklar, karaborsa, sefalet... "(1) Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalmıştı.

Kurtuluş Savaşı’ndan önce büyük ticaret burjuvazisi, Avrupa’daki banker ve fabrikatörlerin ajanı ve uzantısı tefeci-tüccarlardı. Büyük ticaret (komprador) burjuvazisi ülkenin İngiliz, Fransız ya da Amerikan emperyalistlerinin sömürgesi olması veya paylaşılması konusunda kayıtsızlıktan öte taraftı. Onun tek isteği kârının zarar görmemesinin garantiye alınması ve bir an önce "barış" anlaşmalarının imzalanmasıydı. Gündemdeki barış ise, Sevr Antlaşmasından başkası değildi.

Bir yandan komprador burjuvazinin, öte yandan da orta ve küçük burjuvazinin çıkarları arasındaki çelişkiler keskinleşiyor, büyük burjuvazi hariç tüm Türkiye halkı birlik ve beraberlik içerisinde emperyalist işgale karşı direnişe geçiyordu. Köylüler başta olmak üzere emekçi sınıfları da önderliği altına alan ulusal ticaret burjuvazisi, güdük de olsa anti-emperyalist bir cephede yerini aldı.

Yoksulluk, işgalin bir sonucu olarak yağma, talan, kan ile birleşince Anadolu’da başta Türk ve Kürtler olmak üzere çeşitli milliyetlerden halklar kendiliğinden işgale karşı Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri’nde örgütlendiler. Daha Ankara hükümeti kurulmadan Anadolu’da işgalcilere karşı toplam sayıları 40 bini bulan savaş kümeleri vardı.

Ulusal savaşın sivri ucu emperyalistlere, onları destekleyen gericilere, padişahlığa yönelmişti. İstanbul hükümeti de Kuva-i Milliyeciler için ölüm fermanları çıkarmıştı. Kemalist burjuvazi bir yandan iç gericilik ve emperyalistlerle savaşırken, diğer yandan da emperyalist ve gerici güçlerle ilişkileri iyi tutmak, onlarla anlaşma yollarını aramak niyeti içerisindeydi. Daha cumhuriyet kurulmadan Şubat 1923’te İzmir’de tüccarların, bankerlerin, fabrikatörlerin büyük roller oynadığı İzmir İktisat Kongresi, Türk burjuvazisinin kendi konumunu güçlendirmek için kesin kararlılığını gösteriyordu.

Burada bir parantez açmak gerekir ise, başta Kürt meselesinin de içinde olduğu demokrasi meselesi yaklaşık yüzyıldır ulu orta yerde durması yetmiyormuş gibi nur topu gibi ''Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'' adlı tek adam yönetiminin varlığı, hak ve özgürlükler meselesi acil çözülmesi gereken bir talep olarak tüm toplumun karşısında duruyor. Ya giderek tahkim edilen faşizm ya da demokrasi ve özgürlükler... Müzeye dönüştürülen Ayasofya yeniden cami olarak ibadete kılıçlı gösterilerle açılmıştır, ya gerçek laiklik ya da işimiz duaya kalacak.

Sağcısından solcusuna, liberalinden dincisine düzen partilerinin hepsinin "Atatürkçü" olduğu dillerinden düşmüyor. (AKP hükümeti sıkışmadıkça evet sıkışmadıkça Atatürkçü olduğunu söylemek istemiyor. Takiye yapmak gerektiğinde alasını yapmasını bilirler. ) Ama yaptıkları özelleştirmelere, çıkardıkları yasalara bakınca geçmiş hükümetler dahil hiçbirinin Atatürkçü olmadığı ortaya çıkıyor. Keza ne ulusal savaşın burjuvazisi aynı burjuvazidir, ne de ordusu aynı ordudur. Köprülerin altından akan sular iktidardaki ulusal ticaret burjuvazisini bağımsızlık ve demokrasinin düşmanı ve emperyalistlerin ajanı olduğunu açığa çıkarmıştır. ( TÜSİAD'ın mevcut ''beşli'' kadar ihalelerden yararlanmasa da ''gülme sıraları'' her dönem oldu. Zaman zaman rekabet ve kimi çelişkilerinden dolayı ses yükseltmeleri yanıltıcı olmayacaktır. )

"Tam bağımsızlık demek, elbette siyasal, maliye, iktisat, adalet, askerlik kültür... gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir. " (2) 

Mustafa Kemal'in sıraladıklarından hangisinde bağımsızlık kaldı? Artık ulusal savaşa önderlik eden ulusal ticaret burjuvazisi bugün işbirlikçi tekelci değil mi? Dün komprador burjuvazi ile savaşanlar bugün vatana ve halka ihanette aynılaşma dı mı, daha da ileri giderek tekelleşme di mi?

Sömürücü sınıfların değil emekçilerin çıkarlarını esas alan bir rejim için, demokrasi için; söz, karar ve yetkinin halkta olduğu, örgütlü halkın kendi kararlarının kendisi aldığı demokratik halk cumhuriyeti için... “Ben Atatürkçü Değilim’’.

_________________

1) P. Dumont, F. Georgeon, Bir İmparatorluğun Ölümü, s. 124 

2) Genelkurmay Başkanlığı... Atatürkçülük I, s. 45