24 Nisan Anadolu’nun kadim halklarına soykırımının sembolik başlangıç günü. Aslında soykırımın hazırlığı 1911’de başlamıştı. 1912’de iktidara gelen İttihat-Terakki çetesi etnik-dinsel homojen bir toplum yaratmak istiyorlardı. Kıyıları Rumlardan, Anadolu’yu Ermeni ve Asurilerden temizlemek istiyorlardı. İttihat-Terakki çetesinin iktidara geldiği yıl Adana’da Ermeni katliamı yapıldı. 24 Nisan 1915’te İstanbul’da 180 önemli Ermeni şahsiyeti tutuklandı. İçlerinde Osmanlı mebusu olanlar da vardı. 2-3 gün içinde sayı 235’e çıktı. İlerleyen günlerde sadece İstanbul’da sayı 2345’e çıkacaktı. 19 Temmuz’da Siverek civarında ki şeytan deresinde aralarında mebusların da bulunduğu çok sayıda Ermeni katledildi. İttihat-Terakki çetesinin elebaşılarından Cemal Paşa anılarında 600 bin Ermeni’nin öldürüldüğünü yazdı. Tarihçi Murat Bardakçı 20 şehri hariç tutarak 1 milyon Ermeni’nin katledildiğini yazdı. İttihat-Terakki çetesinin bir diğer elebaşı Talat Paşa defterinde 924 bin Ermeni’nin sürgüne gönderildiğini yazdı. Tarihe saptırmadan bakanlar Ermeni katliamında 1,5 milyon Ermeni’nin katledildiğini belirtirler.

Türkiye’yi yönetenler 104 yıldır inkar balonuna sıkı sıkı sarılmış durumdalar. Konuyu tarihçilere bırakalım demagojisini devam ettiriyorlar. Geçmişle yüzleşmekten korkuyorlar. Çünkü bir değil birçok suçları var. Bugünleri de kirli. Tahayyül ettikleri yarın anlayışları da kirli.

1948 "BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi"nin hazırlanmasında büyük emeği olan Polonyalı Hukukçu Rapel Lemkin esas olarak bu çalışmayı yaparken Ermeni Soykırımı vahşetinden etkilendi. Bilahare buna Naziler dönemindeki Yahudi ve Roman soykırımı da eklenince, bu suç tipinin ulusalüstü düzlemde önlenmesi ve cezalandırılması bir küresel ihtiyaç olarak ortaya çıktı.

Sözleşmeye göre soykırım; "Ulusal, etnik, ırksal, dinsel bir gurubu toptan yada onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle a)-grup üyelerinin öldürülmesi, b)-fizik yada akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi, c)-grubun fiziksel varlığının tümü yada bir bölümünün yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması, d)-doğumları önleyecek önlemler alınması, e)-bir grup çocuklarının başkaca bir guruba zorla geçirilmesi" suçudur.

İnsan Hakları Hukukunda ulusalüstü 4 büyük suç vardır. Savaş Suçları, Barışa karşı işlenmiş s uçlar, İnsanlığa Karşı işlenmiş suçlar, Soykırım suçu . Bu 4 Suç İçinde Soykırım ile insanlığa karşı İşlenmiş suç en ağır ikiz suç olarak kabul edilir. . bunlara suçların suçu, suç üstü suç denir. 1974 BM sözleşmesine göre bu suçlarda zamanaşımı olmaz. 2005 de yürürlüğe giren TCK da da bu suç eksiklikler içersede düzenlenmiştir.

Rapel Lemkin siyasal ve kültürel kıyımları da sözleşme kapsamına sokmak için çok çalıştı. Ne var ki büyük devlet temsilcilerine bunu kabul ettiremedi.

Tehcirde Trakya da dahil tüm Ermeni nüfus Suriye çöllerine sürüldü. Emlaki-metruke yasasıyla Ermenilerin mallarına el konuldu.

1919’da İttihat-Terakki çetesinin elebaşıları Talat Paşa ve Enver Paşa gıyaplarında idama mahkum edildiler. Kuşkusuz bu Batı devletlerinin zorlamasıyla oldu. Ne var ki İttihat Terakki zihniyeti devam ettiği için 1943’te Almanya’da öldürülen Talat Paşanın cenazesi Türkiye’ye getirildi. Devlet töreni ile gömüldü. İdama mahkum edilen soykırımcı Boğazlıyan Kaymakamı da “şehit” ilan edildi. Şükrü Kaya, Abdülhak Renda, Tevfik Rüştü Aras ve cumhuriyetin birçok kurucusu soykırımda rol aldılar.

İnsan hakları hukukunda yüzleşme, özür dileme ve hakikat hakkı, katledilenlerin mezarının ortaya çıkartılması, katliamdan kaçmış olanlara yurttaşlıklarının verilmesi, mağdurların yaşayan ardıllarına tazminat ödenmesi çok önemlidir.

Özellikle 1990’lardan sonra geçmişle hesaplaşmada evrenselleşmeye doğru göreli de olsa bir gelişme başladı. İnsan hakları hukukunda özür dileme ulusalüstü bir etik değer olarak benimsendi. Resmi özür beyanı Şili, Almanya, Avustralya, ABD, İngiltere ve Sırbistan’da görüldü. Almanya 1991’de Holokost’un sadece Yahudi soykırımı olmadığını aynı zamanda bir Roman soykırımı olduğunu kabul etti. Almanya yakın geçmişte de Ermeni Soykırımındaki rolünü kabul etti.

Geçmişle yüzleşme bir adalet ve özgürlük sorunudur. Geçmişle hesaplaşma bireysel ve kamusal kimliğin temel kaynaklarındandır. Hesaplaşmanın temel şartı geçmişin saptırmadan adını koyarak işlenmesi ve özgür tartışmadır. Tarihin sadece tarihçilere bırakılması tezi adaletten ve özgürlükten kaçışın bayatlamış tezidir. Geçmişe ilişkin tartışmalara asla mahkemeler ve yasalar dahil edilmemelidir. Yasa ve mahkeme korkusu olmadan gerçekler ortaya konmalıdır. Geçmişle yüzleşme esas olarak geçmişin bugüne yansıyan etkileriyle uğraşmayı ifade eder. Negatif hatırlama çok önemlidir. Geçmişle yüzleşmede, bilme hakkının çok özgün bir türü olan "hakikat hakkı" artık insan hakları hukukunda temel bir hak olarak kabul edilmektedir. Özgürlük felsefesi ve insan hakları hukuku açısından unutarak değil, unutmadan bağışlamak, insanların uzlaşması için tekrarın önlenmesi açısından geçmişle uzlaşmamak büyük önem taşır.

Ortadoğu’da ve coğrafyamızda geçmişle yüzleşmek neden zordur? Avrupa’da, Avustralya’da, Amerika kıtasında yüzleşmeler tek devlet suçundan sonra (ağırlıklı olarak) gündeme gelmiştir. Ya darbeden sonra, ya savaştan sonra vs. Bizde ise ulusalüstü insan hakları hukukunda kabul edilen tüm suçlar sarmal olarak yaşanmıştır. Yaşanmaya devam etmektedir. Ermeni soykırımı, Dersim katliamı, Pontus Rum soykırımı, 1934’te Trakya’daki Yahudilere saldırılarak 15 bin Yahudi’nin göçe zorlanması, 6-7 Eylül olayları, askeri darbeler, 1963’te İstanbul’dan Rumların kaçırtılması, Süryanilerin ABD’ye göçü, Sivas katliamı, OHAL’deki ihlaller, yakın geçmişte Sur ve Cizre’de sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerleşim alanlarında işlenen insanlığa karışı suçlar vs . Egemenler bir suçla yüzleşince tüm suçlarla yüzleşmek durumunda kalacaklarından korkmaktadırlar. Başka korkuları da vardır. Kahraman olarak tanıttıklarının birer suçlu olarak ifşa edilmesinden de korkmaktadırlar. Yarattıkları hayali tarihin kağıttan bir balon olduğunun ortaya çıkmasından da korkmaktadırlar. Adaleti sağlama zahmetinden de korkmaktadırlar.

 Walter Benjamin Nazizm döneminde yazdığı, "Tarih Kavramı Üzerine Tezler" başlıklı ünlü makalesinde "Ezilenlerin geleneği bize içinde yaşadığımız olağanüstü halin bir istisna değil kural olduğunu öğretir" demişti.

Korkunun ecele faydasının olmadığını günün birinde mutlaka bu coğrafyanın egemenleri de öğrenecektir. Gerçekler balçıkla sıvanamaz.