Arnavutluk bizim genelde sadece Arnavut ciğeri, Arnavut biberi, Arnavut böreği ve Arnavut kaldırımları ile anımsadığımız ve tanıdığımız bir ülke. Son yıllarda popüler olan “trileçe” tatlısı ve “Elbasan tava” da yine Arnavutluk’a ait lezzetler. İtalya, Kosova, Karadağ, Makedonya ve Yunanistan gibi komşuları olan bu ülke, kültürel olarak özellikle İtalyan ve Yunan etkisi altında kalmış. Ayrıca, 611 km kıyı şeridiyle Adriyatik ve İyonya denizine de ev sahipliği yapıyor. Yüzölçümü bakımından Türkiye’nin ancak 1/30’u kadar bir yer kaplıyor. Özellikle kuzeyi yüksek bir memleket olarak bilinse de, aslına bakılırsa en yüksek yeri 2764 metre ile Koba Dağı. Drin, Seman ve Viyasa nehirleri ise ülkenin can damalarını oluşturan en mühim akarsuları.

Uçakla seyahat ettiğinizde, 1,5 saat sonra Tiran’daki Nene Tereza havalimanında iniyorsunuz, Rinas uluslararası havalimanı olarak da biliniyor. Havaalanı kodu “TIA”. İndiğiniz anda ücretsiz internete bağlanabilirsiniz, malum bu olanak bizde halen yok. Uçakta tanıştığım Arnavut asıllı bir öğrenci, bana dünya üzerinde 10 milyon kadar Arnavut olduğu fakat bunların sadece 3 milyonunun Arnavutluk’ta yaşadığı bilgisini aktardı. Türkiye’de ciddi bir Arnavut kökenli ve çoğu halen Arnavutça konuşabilen bir nüfus bulunuyor. Türkiye’yi ise İtalya ve ABD izliyor. Ayrıca, bu arkadaşım bana ABD’deki Arnavut kökenli kişilerin gayet korkulan ve caydırıcı bir Arnavut mafyası kurmuş olduğu bilgisini de aktardı.

Paranızı Arnavutluk milli parası Lek’e havalimanında değil, şehir merkezinde çevirirseniz daha kazançlı çıkarsınız. Euro da çoğu yerde kullanılabiliyor. Bu arada, Arnavutluk topraklarına indiğinizde saatlerinizi 1 saat geriye almalısınız.

Arnavutluk bayrağı ve Arnavutluk isminin kökeni

Arnavutluk bayrağındaki çift başlı kartal aslında ülkede yaşayan iki halkı ve lehçeyi temsil ediyor. Kuzeyde “geg” ve güneyde “tosk.” Bizdeki gibi ülkenin kuzey kısımları hayli dağlık ve sakinleri ise biraz fazla hırçınlar. Güneydekiler ise nispeten daha sakin ve eğitimli bir kesim olarak beliriyorlar. Bununla birlikte, görüleceği üzere çift başlı kartalın tek bir vücudu vardır ve bu da birlik ve beraberliği sembolize ediyor. Bir ara Yunanistan’ın kışkırtmasına rağmen, kuzey ile güney arasında hiçbir zaman bir çatışma ortamı doğmamış.

Diğer yandan, Arnavutça’da Arnavutluk “Shqiperia” şeklinde bilinir; ki bu da “kartalların (yaşadığı) ülke” anlamına gelir. Özellikle kuzeyliler “bizimkisi ancak kartalların ulaşabileceği bir ülkedir” savını dile getirmişlerdir. Uluslararası kullanımdaki “Albania” kelimesi ise Latince “alba” sözcüğünden gelir, bu da yine “dağlık ülke” anlamı taşır. Arnavut milliyetçiliği açısından elbette Arnavutluk bayrağının ve çift başlı kartalın hayati ve bariz bir önemi vardır. Kartalın üzerinde bulunan 25 adet tüy ise meşhur hükümdarları İskender Bey’in ülkeyi yönetmiş olduğu yıl sayısına bir atıfta bulunur.

Hint-Avrupa dil ailesine mensup olan Arnavutça, başta Latince, Yunanca, Slavca, (Osmanlı döneminde) Türkçe ve Arapça olmak üzere pek çok dilden etkilenmiştir. Arnavutça Arnavutların yoğun olarak yaşadığı komşu ülkeleri Kosova ve Makedonya’da ve ayrıca pek çok Arnavut kökenli göçmenleri (muhacirleri) barındıran Türkiye’de konuşulan bir dildir.

1941’de İtalyan işgalinin püskürtülmesinde oynadığı rol ile halkın gönlünde taht kuran ve 1946-1985 yılları arasında tam 40 yıl boyunca iktidarda kalan Enver Hoca’nın komünist rejiminin hatıraları ve yansımalarını ülkenin her yerinde izlemek mümkün. Enver Hoca’nın şu an halk tarafından pek sevildiği ve iyi hatırlandığı söylenemez doğrusu. Onun döneminde Arnavutluk dünyanın tek ve ilk ateist devleti ilan edilmiş. 1991’i takiben Doğu Avrupa’daki komünist rejimler yıkılmaya başlayınca, din meseleleri yeniden serbest bırakıldı. Şu an Arnavutluk’un yarısından fazlası Müslüman (Sünni ve Bektaşi), bunları Katolik ve Ortodokslar takip ediyor.

Arnavutların ülkemize gelişleri ilk olarak 15. Yüzyıl öncesinde bazı Arnavut prenslerinin devşirme amaçlı olarak Anadolu’ya getirilmesi ile başlamış. Osmanlı’nın Balkan fetihleri ile beraber, Anadolu’ya Arnavut göçü hız kazanmış. Fatih Sultan Mehmet zamanında getirilen Arnavutların büyük bir bölümü ise İstanbul’un Arnavutköy semtine yerleştirilmişler. Bunun dışında, Rize, Samsun ve Trabzon gibi şehirlere de iskân edilmişler. Osmanlı saraylarında paşa ve vezir mevkilerine kadar çıkabilen yabancı kökenli vatandaşların %60 kadarı Arnavut etnik kökenine mensuptur. Örneğin, Osmanlı’nın 215 sadrazamının 35 tanesi Arnavut’tur. Milli marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’u da bu kervana ekleyebiliriz. Türkiye’de halen 5 milyon civarı Arnavut kökenli vatandaşımız bulunmakta.

İskender Bey

Asıl adı Georgi Castriyoti olan İskender Bey’e (Skander Beg) “İskender” adını II. Murat’ın verdiği söylenir. Ailesi Arnavut soylularından gelir. Babası I. Bayezid’in Voissa zaferinin ardından Osmanlı uyruğuna geçmiştir. Bir süre Osmanlı’nın Fetret devrinde Venedik himayesi altında kendi adıyla bağımsız bir prenslik de ilan etmiştir. II. Murat’ın 1423 yılında Yuvan’ı alması ile, Edirne Sarayına getirilir ve “tamamen kendi isteğiyle” Müslüman olmak suretiyle devşirilmiş olur. 1430 yılından sonra kendisine Sancak Beyliği verilir ve Sırbistan-Arnavutluk bölgesinde Osmanlı idarecisi olarak görev yapar.

1443 yılındaki İzladi (Zlatica) Savaşında bir grup tımarlı Arnavut askeriyle birlikte kaçar, Osmanlı’ya karşı başlayan ayaklanmalara katılır ve isyanı destekler. Kocacık (Svetigrad) ve Akçahisar kalelerini ele geçirir. 1444 yılında Arnavut soylularını Leş’te toplar, bir birlik kurar, Müslümanlığı ve Osmanlı’ya bağlılığını bıraktığını ilan eder ve Hıristiyanlığa geri döner. Aynı zamanda, Osmanlı’ya karşı da intikam yemini eder. II. Murat’ın görevlendirdiği Evrenosoğlu İsa Bey’i diğer Avrupa devletlerinden ve Papa’dan da almış olduğu destekle bozguna uğratır ve ağır kayıplarla geri çekilmeye zorlar. Komşusu ve koruyucusu Venediklilerle arasının bozulduğu bir dönemde, II. Murat ve oğlu Mehmet (Fatih) 1448’de Arnavutluk seferine çıkar ve Kocacık Kalesini geri alırlar. Fakat başka önemli noktayı ele geçiremez ve Sofya’ya geri dönerler. 1450 yılında ikinci kez Arnavutluk seferine çıkan II. Murat yine eli boş döner ve geri çekilir. Bu durum İskender Bey’in Avrupa’da ve özellikle de kendi ülkesinde bir kahramana dönüşmesini sağlar.

Papa ve Napoli Kralından aldığı destekle iyice güçlenen İskender Bey’i sonunda II. Mehmet’in azimli akınları durdurur. Osmanlı akınları nihayet 1459 yılında başarıya ulaşır ve İskender Bey tekrar Osmanlı Devletine bağlılığını bildirmek zorunda kalır. 1463, 1466 ve 1467 yıllarında üç kere Arnavutluk seferi düzenleyen II. Mehmet, nihayetinde tüm ülkeyi zapt etmeyi başaracaktır. 25 yıllık mücadelesinin ardından İskender Bey’in sıtmadan ölümüyle, Osmanlı’ya muhalif Arnavut birlikleri ve savaşçıları tamamen dağılır, Müslümanlık hızla yayılır ve Osmanlı düzeni tesis edilir. Şu an ülkedeki Osmanlı mirası niteliğindeki yapıların çoğu II. Mehmet ve II. Bayezid dönemine aittir. 1478’de fethedilen Kruja Kalesi içerisinde bir İskender Bey müzesi ve Tiran’da kendi adını taşıyan meydanda İskender Bey’in atının üzerinde şahlandığı devasa bir heykeli vardır.

Durres

İtalya’nın Bari ve Brindisi şehirlerinin tam karşısında yer alan ve Adriyatik bölgesindeki 5. Yüzyıldan kalma en büyük limanlardan birine ev sahipliği yapan Durres (Dıraç), Arnavutluk’un ikinci büyük şehri. 200.000’in üzerinde bir nüfusu var. Tiran’a sadece 40 km mesafede, taksi ile yarım saat, otobüs ile ise 1 saat sürüyor. Schengen vizeniz varsa buradan İtalya’nın Bari ve Brindisi şehirlerine rahatlıkla geçebiliyorsunuz. Arnavutluk AB üyesi olmamasına rağmen Arnavut vatandaşlarının AB içerisinde 3 ay serbest dolaşım hakkı bulunuyor.

Şehir M.Ö. 7 yüzyılda Yunan kolonileri tarafından kurulmuş ve uzun süre Roma ve Bizans İmparatorlukları bünyesinde kalmış. Zaman zaman Ostrogotlar ve Bulgarlar tarafından talan edilmiş. Nihayetinde 15. Yüzyılda Osmanlı egemenliği altına girmiş. Birinci Dünya Savaşında İtalya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş, 1939-1943 yılları arasında bu sefer İtalya tarafından işgal edilmiş ve İtalya Krallığına bağlanmış, Arnavutluk’un bağımsızlığını ilan etmesinden sonra kısa bir süre boyunca ülkenin başkenti olarak da işlev görmüş. Komünist idare çöktükten sonra, 1991 yılından itibaren Durres limanından İtalya’ya kitleler halinde göçler başlamış ve 1997 yılında Arnavutluk anarşiye sürüklenirken de AB’nin Pelikan Operasyonu adındaki gıda yardım programının merkezi olmuş.

Romalı yazarlara göre şehrin ismi bir halk kahramanı olan Dyrrachius’tan geliyor. Bir ara İtalyan versiyonu olan “Durazzo” ile anılır olmuş. Osmanlı döneminde de fazla bozulmadan “Dıraç” olarak telaffuz edilmiş. Durres’te Roma ve Osmanlı’dan kalma eser ve kalıntılar var ama bunlardan beklentiniz çok da fazla olmasın. Merkezdeki sarı renkteki Fatih Camii çok da estetik ve heybetli bir eser değil, Roma kalıntıları ise bizim İstanbul’da Laleli-Beyazıt tramvay yolu kenarında gördüklerimiz miktarda. Bizans hamamı, pazarı, amfi tiyatro, kule ve kale kalıntısı gibi yapılar birbirinin yanında, kazıları devam eden, korunaklı ve turistik kullanıma tam olarak henüz açılmamış mekanlardan oluşuyor. Gerçi bu amfi tiyatronun Balkanlardaki en büyük amfi tiyatro olduğu ve zamanında 20.000 kişi alabildiği söyleniyor. Ayrıca, Durres’te birbirlerine yakın olan Galaktik, Blue Star ve Flag City adındaki alışveriş merkezlerinde de dolaşabilirsiniz. Havalimanındaki duty-free mağazaları çok kısıtlı olduğundan, belki buraları değerlendirebilirsiniz.

Durres Antalya’ya benzettiğim bir şehir. Merkezi Kaleiçi’ni andırıyor, plajlar bölgesi denilen otellerin yoğun olarak bulunduğu 7-8 km sahil şeridi Lara ise, Currila bölgesi ve caddesi ise elbette Konyaaltı’na karşılık gelecektir, sağ tarafa yaslanan dağı bile var. Sakinlik açısından Currila’yı daha fazla beğendim, gece şenlenen bir sahil yolu, sosyal alanları, deniz ürünü restoranları ve harika günbatımı manzarası ile dinlenmek için birebir. Currila caddesinin sonundaki yol ayrımında yer alan ve Bizans imparatoru Anastasius’tan kalan ve ardından Venedikliler ve Osmanlılar tarafından tahkim edilen Durres Kalesini (Venetian Tower) gezebilirsiniz, kalenin girişi ve üst tarafı bir kafeye dönüştürülmüş durumda.

Durres’te yapılabilecek en güzel şey yarım günde belli başlı tarihi eserleri görüp gezmek, bol palmiyeli caddesinde yürümek, çok bakımlı olmayan parklarında biraz dinlenmek, kahve içip soluklanmak ve fakat en önemlisi (TL’de son yıllarda yaşanan ciddi değer kaybına rağmen) halen pahalı olmayan deniz ürünleri restoranlarında taze ve çeşitli deniz ürünlerinin tadına bakmaktır. Porsiyonlar büyük, deniz ürünleri konusunda gayet cömertler ve bu noktada tavsiye edeceğim tek bir restoran var, yine Currila bölgesinde sahil kenarında yer alan Garten Restoran. Arnavutluk mutfağında ciddi bir İtalyan tesiri olduğundan dolayı, pizza ve spagetti çeşitleri de çok yaygın. Belki en iyi seçim üzerine enfes deniz ürünleri boca edilmiş bir spagetti, risotto veya paella olacaktır. Elbasan tavanın, köfte ve ızgaraların tadına bakmayı ise Tiran’a bırakın.

Durres’te daha fazla zamanınız varsa, 40-50 km uzaklıktaki Spille Plajı, Divjake Karavasta Milli Parkı, Karavasta Lagününe gitmenizi hararetle tavsiye ediyorum. Spille plajı ve sahillerinde neredeyse bakir nitelikte plajlar bulacaksınız. Adeta “Arnavutluk’un Goa şubesi” diyorum buraya. Kıyıdan belirli bir uzaklıkta nezih restoranlar bulunuyor ve kesinlikle rahatsız eden ve doğayı bozan bir yapılaşma yok. Denizin rengi ve ortamın sessizliği ile bile ziyaret edilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Divjake Karavasta Milli Parkı 222 km2’lik bir alanı kaplıyor. Kayıtlara göre bu milli park bünyesinde 25 çeşit memeli, 29 çeşit sürüngen, 228 çeşit kuş ve 29 çeşit de amfibi canlı yaşıyor. Karavasta Lagünü ise Arnavutluk’un en büyük lagünü ve Akdeniz’in en büyüklerinden biri, 42 km2’lik bir alanı kaplıyor.

Karavasta lagünü çam ağaçları, kumlu şeritleri ve adacıkları ile harika manzaralar sunuyor. Milli park içinde lagünü ve sahilleri izlemeniz için büyükçe bir kule inşa ediliyordu. Osmanlı zamanındaki adı “Kara Toprak” olan Karavasta ayrıca Dalmaçya Pelikanları ile de ünlü, dünyadaki Dalmaçya Pelikanlarının %6’sı bu bölgede yaşamlarını sürdürüyor. Burası İğneada’ya çok benziyor, belki daha fazla korunaklı ve bakımlısı denilebilir. Pek çok noktasına araba yolunun yanında yapılan ahşap platformla gayet rahatça yürüyebiliyor, etrafı gözlemleyebiliyorsunuz. Dilerseniz lagün içinden denize doğru giden suyollarında tekne ve botla da gezebilirsiniz. Gezerken sivrisineklere karşı dikkatli olmanızı öneririm. Bu güzel lagün sahasında çadır kampı da yapabilirsiniz.

Tiran

Tiran 1 milyona yaklaşan nüfusuyla Arnavutluk’un başkenti ve aynı zamanda en kalabalık şehri. Yani, bir başka deyişle, ülke nüfusunun üçte biri başkentte yaşıyor. Tiran şehir olarak 1614 senesinde kurulmuş olsa da, aslında Bronz Çağından bu yana yerleşim bulunan bir yer. 1431-1432 yıllarına ait Osmanlı kayıtlarında, Tiran’dan 2028 evin bulunduğu ve toplamda 7300 kişinin yaşadığı bir yer olarak bahsediliyor. Tiran’ın kelime anlamı bizdekiyle aynı ve Yunanca “tyrannos” sözcüğünden geliyor.

Tiran’ın güney kısmında 289 hektarlık bir alana kurulmuş bulunan Büyük Tiran Parkı (Grand Park of Tirana) adındaki park 1955 yılında oluşturulan 55 hektarlık bir yapay göleti, 14,5 hektarlık bir botanik bahçesini ve ufak bir hayvanat bahçesini barındırıyor. İçerisinde Aziz Procopius Kilisesi bulunduğundan dolayı, eskiden Aziz Procopius Parkı olarak da anılırmış. Parkta ayrıca 2. Dünya Savaşında ölen 45 İngiliz ve Avustralyalı askerin anısına yapılan anıtlar da mevcut. Eskiden Kral Zog’un annesinin anısına yapılan bir anıt da buluyormuş fakat komünist rejim tarafından tahrip edilmiş. Bunun dışında, birdirbir oynayan çocukların olduğu heykeli çok sevdim ve dikkatimi çekti, oldukça özgün bir eser. Yapay gölde kayıklar ve hatta yelkenliler ile gezebiliyorsunuz veya etrafındaki çay bahçelerinde dinlenebiliyorsunuz. Gölete bakan çocuk oyun alanları da var. Park, bitki çeşitliğinden dolayı, “şehrin akciğerleri” olarak anılıyor.

İskender Bey (Skanderbeg) Meydanında yüksekçe taştan bir kaide üzerinde atıyla şahlanan İskender Bey’in devasa bir heykeli bulunuyor. Milli kahraman İskender Bey’in yaşantısına yukarıda değinmiştik. Bunun dışında, 40.000 metrekarelik bir alanı işgal eden bu meydanda bazı konser etkinlikleri de düzenleniyor. Şehrin pek çok önemli yapısı ve binası da bu meydanın etrafında konumlanmış durumda bulunuyor. 1991 yılında komünizmin çöküşünden önce, burada Stalin ve Enver Hoca’nın heykelleri varmış.

Tiran Saat Kulesi ise 1822 yılında inşa edilmiş. 90 basamak ile çıkılan 35 metrelik kule bir zamanlar şehrin en yüksek yapısıymış. Ethem Bey Camii ise bir 18. Yüzyıl yapısı. Komünizm devrinde kapanmış ve sonra 1991’in ardından yeniden ibadete açılmış. Hatta 18 Ocak 1991 tarihinde rejimin emniyet güçlerinin karşı koymasına rağmen 10.000 kişinin ellerinde bayraklarla camiye girmesi, komünizmin çöküşü ve yeniden din ve ibadet özgürlüğünün başlamasının bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Dış taraftaki fresklerinde ağaçlar, şelaleler ve köprüler gibi İslam sanatında nadiren görülen motifler işlenmiştir. Bu camii Skanderbeg Meydanı, Opera Binası ve Saat Kulesine neredeyse bitişik düzendedir.

Arnavut Ortodoks Katedrali (Resurrection of Christ Cathedral) oldukça etkileyici ve yeni bir eserdir. Avrupa’daki en büyük üçüncü Ortodoks kilisesidir. Resmi olarak 2012 senesinde açılmıştır. Katedralin kubbesinin yüksekliği 32 metre ve yanındaki saat kulesi ise 46 metre. İç alanı ise 1660 m2 ve kompleksin içinde ama ana yapının hemen dışında bir kütüphanesi de bulunuyor. İçeride üstte devasa ve görkemli bir avize ile tüm kubbeyi kaplayan İsa figürü gayet etkileyici ve mistik bir görüntü sunuyor.

Katedralin yanındaki güzel bir şehir parkı olan Rinia Park’ı (Gençlik Parkı) gezebilirsiniz. 30 hektarlık park 1950 yılında yapılmış. Buraya yakın Tiran Piramidi de yine çok ilginç bir yapı. 1988 yılında Enver Hoca’nın damadı tarafından müze olarak yaptırılmış. Konferans ve sergi merkezi olarak kullanılmış. Şu an camları kırık, izbe ve terk edilmiş bir halde duruyor. Bazen de gençler üzerine çıkıp aşağı doğru kayıyorlar...

Enver Hocanın bombardıman sığınakları (koruganları) şimdi sanat galerilerine dönüştürülmüş, bu harika bir fikir. Girişten hemen sonra merdivenle aşağı derinlerine iniliyor. Söylendiğine göre Enver Hoca bu sığınakları ilk bulan komutanına sığınağın içine girmesini emretmiş ve sağlamlığını test etmek için bombalamış. İkna olunca da, ülke çapında 173 bin adet bu şekilde sığınak yapılmasını emretmiş. Artık bu sığınaklarda çağdaş sanat yapıtları sergileniyor. Şehirde ayrıca Ulusal Arkeoloji Müzesi ve Ulusal Tarih Müzesi de gezilebilir. Dajti Dağına çıkıp inen meşhur teleferik kullanılabilir.

Bir başka halk kahramanı olan Avni Rüstemi’nin (1895-1924) büstünün bulunduğu meydan ayrıca büyük ve ferah bir balık pazarına (Markata e Pehskut) da ev sahipliği yapıyor. Balık pazarının etrafına serpilmiş salaş balık lokantaları ve kafelerde keyifle dinlenebilirsiniz. Burası da Skanderbeg meydanına 1 km’den daha kısa bir mesafede. Yürüyerek ve gezerek rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Tiran’da çok geniş ve upuzun uzayan ve sonunda dev ve çirkin bir kamu binası ile sonlanan klasik komünist bulvar görüntülerine de şahit olacaksınız, bu bulvarların üzerinde çok az yaya ve vasıta olduğundan, neredeyse birer meydanı andırıyorlar.

Yemek olarak, Elbasan tava ve benzeri yerel lezzetler için Era adındaki nezih bir restoranı tavsiye ederim. Büyük Park’a oldukça yakın. Izgara ürünler ise Tek Zgara’yı tek geçerim, o da yine merkezde, yürüme mesafesinde. Fiyatlar “halen” ucuz, porsiyonlar büyük ve genişçe, zira et bu ülkede ucuz ve hizmet sektöründeki işletme sahipleri belli ki pek cimri değiller. Kafe kültürü oldukça gelişmiş ve yaygın. Fakat siyah çay ve seviyorsunuz acı biber ve favori baharatlarınızı yanınızda götürmenizi öneririm.

Tiran şehrinde gayet geniş bir bisiklet yolu ve bizdeki gibi belirli noktalarda kiralanabilecek ve sonra başka bir istasyonda bırakılabilecek bisikletler var. Bu bisiklet yolu neredeyse bütün şehir merkezini dolaşıyor. Şehirlerarası yollarda ise, sadece otobüslerin ve taksilerin geçebileceği emniyet şeridi benzeri bir yol ayırmışlar, bu ilginç, herhalde özellikle yabancı turistler sıkıntı yaşamasınlar, uçaklarını kaçırmasınlar diye. Komünist devirde önemli bir işlev gören tren ağları ise nedense pasifleştirilmiş. Ülkenin otoyollarını ise bizim ENKA firmamız yapmış.

Özellikle Durres’te ama Tiran’da da insanlar İngilizceden çok İtalyanca diline aşinalar, ancak arada sırada çok akıcı Türkçe konuşan insanlara da rastlayabiliyorsunuz. İnsanlar genelde oldukça yardımsever. Dil bilmeden bile herkesle ortak değerler üzerinden havadan sudan konuşup iletişim kurabilir ve anlaşabilirsiniz. Elbette isteğiniz buysa...

(İşkodra’da köy düğünü / 1924)

Balkan Dağlarından doğup Kuzey Buz Denizine dökülen dünyanın 10. uzun nehri olan Lena Nehri baştanbaşa Tiran’ın içinden geçiyor. Adı bir rivayete göre Lenin’den gelmektedir, bir başka rivayete göre ise “Büyük Nehir” demektir. Kruje, Berat, İşkodra, Elbasan ve hele ki Vlore, Dhermi, Ksamil, Sarande gibi yerleri de daha sonra gezme umuduyla ülkeden ayrılıyoruz.

Yazı ve Fotoğraflar: Serkan Doğan