Aslı Erdoğan, Mahkeme tarafından kapatılan Özgür Gündem gazetesi "Yayın Danışma Kurulu Üyesi" olduğu için demir parmaklıklar ardına gönderildi bir hafta önce. Avukatlarınca, Anayasa Mahkemesi'nin Can Dündar ve Erdem Gül kararı da emsal olarak gösterilerek yapılan itiraz da durumu değiştirmedi. Aslı Erdoğan ciddi sağlık sorunları olduğu halde zor koşullarda yaşamaya adeta mahkûm edildi.

Konuya ilişkin, Zülfü Livaneli sanatçıları toplum hafızasının en keskin dili olarak görmüş olacak ki şöyle bir saptamada bulunmuş:

”Dilsiz bir insanın derdini anlatması ne kadar zorsa, dilini kesen devletin durumu da o kadar trajik. Aydınlar, yazarlar, çizerler, düşünürler bir ülkenin, bir toplumun dilidir. Toplumlar aydınları ile konuşurlar. Dünya, onların sesine kulak verir, onları dinler, onlarla konuşur. Bir ülke düşünün ki en büyük şairlerini yıllarca hapiste süründürür”

Yıllardır sanatçılarına her türlü engeli çıkaran devlet onların yaşadıkları toplumun belleğindeki sihirli bir ayna olduğunu görmezden gelmiştir. Nazım’ı yurt dışına kaçırıp vatan hasreti çektiren yaklaşım bu gün büyük şairin şiirlerini meydanları dolduran kitleye heyecanla okurken aslında kendileriyle hesaplaşma yapmadıklarının farkındadır. İşi, günü kurtaracak hamaset söylemleriyle boğuntuya getirerek asıl değişimin, demokratik dönüşümün önündeki engelleri kaldırmak olduğundan habersizmiş gibi davranıp üç maymunu oynuyorlar.

Sabahattin Ali’yi yapayalnız bir sınırda öldürten mekanizma ne kadar değişse de aynı öz korunduğundan kabukta meydana gelen küçük değişimler ülkenin demokratik iklimine katkı sunmuyor. Yara derininde kök salıyor, canımızı yakmaya devam ediyor. Canlar yanıyor, ocaklar sönüyor kendi cehennemimizde debelenip duruyoruz hala. Patikalardan çıkaracak bir yol arıyoruz maviye…

 Bilim insanın, sanatçının dili kesilmişse ya da dili kızgın demirlerle dağlanmak istenmişse toplum derin bir suskunluğa mahkûm edilmek istendiği içindir bütün çabalar. Baldıran zehrini içerek hayatına son veren Sokrates, tarihe mal olmuş savunmalarında düşünce özgürlüğünün gerekliliği üzerine pek çok ibretlik söz söyler. Susturulması, af dileyip diz çökmesi için tezgâhlanan kurmaca mahkemede bilimsel düşünceyi savunur, düşüncesini savunamayacak bir hale gelmektense ölmeyi tercih eder.

Mussolini, Gramsci’yi çok tehlikeli susturulması gereken bir beyin olarak gördüğünden onu, uzun yıllar hapishaneye kapatmayı hedeflemiş “Bu beynin çalışmasını yirmi yıl durdurmalıyız” demişti. Gramsci’yi hapishaneye göndermekle onun düşüncelerini tutsak edebileceğini sanan Mussolini’nin bu girişimi etkisini halen günümüzde de sürdüren “Hapishane Defterleri” gibi çalışmanın ete kemiğe bürünmesini sağladı. Böylece görüldü ki iç ve dış kavramları toplumsal dönüşümlerde görecelidir ve düşünceye kilit vuracak herhangi bir metot henüz yoktur.

Aslı Erdoğan sembolik bir kurul üyeliği yüzünden yasa gereği herhangi bir sorumluluğu bulunmamasına rağmen, gözaltına alındı, tutuklandı. Ülkemizin dünya nezdinde özgürlükler karşısındaki tutumu zaten belli. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), 2016 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu verilerine göre Türkiye180 ülkenin değerlendirildiği özgürlük karnesindeki kırıklarla 151. sırada yer aldı.

Sınır Tanımayan Gazetecilerin,2002’den beri “çok seslilik, bağımsız basın, oto sansür, şeffaflık, yasal düzenlemeler, altyapı ve gazetecilere yönelik saldırılar” gibi ölçütleri temel alarak yayımladığı raporda basın özgürlüğünde ilk sırayı Finlandiya almakta. Listenin son sıralarında ise Çin, Suriye, Türkmenistan, Kuzey Kore ve Eritre yer almakta. Finlandiya ile son sıralardaki ülkeler karşılaştırıldığında değerlendirmenin ne kadar yerinde, ölçütlerin uygulanabilir olduğu görülebilir.

Ülkenin tanınmış bir edebiyatçısı olmak ona cezaevi koşullarında ayrıcalık değil bir çeşit cezalandırma olarak dönmüş. Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan röportajında otoriter devlet yapısının yapabileceği ağır uygulamalar üzerine kendi yaşamından anekdotlar sunuyor okuyuculara.

 Ciddi anlamda astım ve Koah rahatsızlığı olmasına rağmen hücrede tutulması ilaçlarının kendisine verilmemesi bir cezalandırma yöntemine dönüşmüş kısacık cezaevi günlerinde.

”Birkaç ay önce sanki içime doğmuş gibi içerisi dışarıdan çok fark etmiyor, hepimiz büyük bir cezaevindeyiz demiştim. “

Evet, Aslı’nın dediği gibi her yer bir cehenneme, dünya çapında bir cezaevine dönüştürülmek isteniyor. Bu bağlamda içeri -dışarı kavramlarının anlamı da pek kalmıyor artık. İnsan özgürlüğü düşlediği zaman sınırları aşan hayal gücüyle yükselen duvarları, bizi baskılamak isteyen toplumu hapsetmek istedikleri basınç odalarını çatlatıyor. Yolunu arayan küçük bir su gibi binlerce zahmete katlanıp bir çatlaktan yer yüzene gülümsüyor. Aslı da usulcacık akan, kendi çatlağının dışındaki yolunu özgür düşüncenin kalemiyle derinleştiriyor hem kendisi hem insanlık için.

İdrar kokulu bir yatakta unutturulmak istenen Aslı, Kerem’le yana yana çoğalan bir halk dağarcığının, halk ormanının engin sesidir. Bu ses Şeyh Bedrettinlerden, Pir Sultanlardan, Nefi’den beri çağlayıp duran özgürlük suyunun bin yıllık çağıltısı, yankısıdır.

Akar geçit vermez kanyonların coşkusunu çoğaltarak Denizlere, suskun bozkırlara. Türkü olur, bir bozlak olur reyhan sessizliğinde akıp giden zamanın eksilen acılarına merhem olur. Susturur göğsünde bin yıllık acılarımızı ve ol korkularımızı.

Bir ağacın tomurcuklarında hepimiz Aslı gibiyiz,

Rüzgârını arayan martılarla yeniden doğarız.