Totaliter rejimlerde muhalif olmak ya da sanatçı olmak zor, ne de olsa buradaki güçlendirilmiş baskı modeli bir şekilde bu iki karşıt görüş üstünde etkisini fazlasıyla gösterir. Tabii yandaş sanatçı diye bir kavram varsa o başka. Zira "Sanatçı zaten muhalif olmak zorundadır, var oluşu gereği bu" söylemi de her zaman yerine tam olarak oturmayabilir. Sonuçta baskıcı rejimlerle işbirliği içinde olmuş birçok sanatçı adı sıralayabiliriz ve tarihte bunların adı hâlâ silinmemiştir. Elbette bir de rejimle hiçbir sorun içinde olmamış sanatçılar da vardır, bunlar da bir antropologun ciddiyetiyle kazılarında buldukları kafatası dışında başka bir şeye ilgi duymamıştır. Ancak totaliter bir rejimde sanatçı içinde yaşadığı alanın sınırlarının farkındaysa ve engeller onu boğuyorsa bu başka, çünkü sanatçı tam da bu nedenle bu engelleri yıkıp sınırların dışına çıkma-taşma ihtiyacı duyar.

l-oeuvresansauteur-tt-width-1600-height-1067-crop-1-bgcolor-000000

Florian Henckel von Donnersmarck'un 2018 yapımı "Asla Gözlerini Kaçırma" filmi sonuncusuna güzel bir örnek. Yakışıklı Tom Schilling'in oynadığı Kurt Barnert karakteri bunun hakkını fazlasıyla veriyor. Fakat bunun yanı sıra beni asıl dehşete düşüren Profesör Carl Seeband karakteri. Nazi Almanya'sında başarılı bir Jinekolog olan Profesör Seeband faşist bir bilincin en mükemmel modelini bize gösteriyor: İnsanları küçük bir işaretiyle kısırlaştırıp ölüme gönderebilme yetkisini bir görev azmiyle yapmıyor sadece, buna inanıyor da.

Zamanla Hitler gider yerini Stalin alır, iktidar değişmiştir ancak rejim aynıdır ya da oldukça benzerdir. Alanlarının darlığından şikayet eden sanatçılar ise bir şekilde sınırlarının dışına çıkmaya çalışır. Buradaki tek yol belki de başka bir rejimin alanına kaçmaktır, sonuçta bu da bir yoldur: Rejimi değiştirecek gücün yoksa, kaçarsın, başak bir yerde sanatını yaratmaya çalışırsın.

asla-gozlerini-kacirma

Gelelim Profesör Seeband'a, Hitler rejiminde olduğu gibi Stalin rejiminde de yerini bulur, uyum sağlar. Ancak kızı hiç de beklemediği bir şekilde yüzünün bir kısmı felçli olan ve babası kendini asmış bir oğlana gönlünü kaptırır. Kısa süre içinde mesleğindeki yetenekli öngörüsüyle kızının bu oğlandan gebe kaldığı anlar. Bundan sonra nihai hedefini belirler: Fizyolojik ve psikolojik olarak sorunlu olan bu adamdan kızını kurtarmak. Bir süre sonra bunun imkansız olduğunu sezer. Sonuç: Bu birlikteliği engelleyemiyorsam o halde sorunlu bir soyumun devam etmesini engellemeliyim.

Rejimin adı değişmiş olabilir, değişmeyen totaliter yapıya benzer bir şekilde Profesör Seeband'ın bilinci de aynı kalmıştır. Daha önce psikolojik olarak sorunlu bir genç kızı bir tek işaretiyle kısırlaştırmaya ve gaz odasına göndermeye çekinmeyen bu bilinç kızı için de benzer bir kararı ciddiyetle verir: Sorunlu bir gen daha fazla varlığını devam etmemelidir.

Profesör Seeband damadını ve kızını ciddiyetle ikna eder ve kızının bir daha gebe kalmayacak şekilde kürtajını yapar. İşte bu beni dehşete düşürdü: Bana rağmen hastalıklı bir soyun devam etmemesi fikri. İşte faşist bir bilincin sınırlarının asla olamayacağının hatta öz kıyıma kadar bile varabileceğinin en dehşet verici bir göstergesi.