Paris’te Müslüman gençlerin bir mizah dergisini basıp çok sayıda kişiyi katletmesi sonrası yoğun tartışmalar yaşanıyor.

Bu tartışmalarda bir kesim, siyasal islamın ürettiği şiddeti, bu şiddetin dünyanın her tarafını sarmasını tartışmak yerine batıdaki İslamofobi’yi gündeme getirmeyi tercih ediyor.

Dünyanın birçok yerinde İslamofobi’nin olduğu bilinen bir gerçek. Elbette olduğu yerlerde İslamofobi ile mücadele edilmeli. Ancak, islam adına insanlar katledilirken, amasız, fakatsız bu katliamları kınamak yerine “Ama Batı’da da İslamofobi var” argümanlarına sığınmak katliamlara gerekçe, mazeret, bahane üretme çabasından başka bir anlama gelmiyor. Ayıp oluyor.

Hele hele bunu Müslüman ülkelerin siyasetçilerinin, aydınlarının, yazarlarının yapması kabul edilebilir değil.

Aksine en çok Müslüman ülke siyasetçi, aydın ve yazarlarının islam adına dünyayı kana bulayanlara tepki göstermesi gerekmez mi? Ahlaki olan, ilkeli olan, yapılması gereken bu değil mi?

SORGULANMASI GEREKEN “SİYASAL İSLAM”

Ayrıca, bugün dünyayı dehşete düşüren ve müslümanlar tarafından yapılan siyasal İslamcı şiddetin kaynağı İslamofobi değil, bizzat siyasal İslam’ın kendisi.

Taliban, IŞİD, Boko Haram, El Kaide, El Nusra gibi çok sayıda örgüt bizzat İslam ülkelerinin içindeler.

Katlettikleri binlerce sivil insan da kendileri gibi düşünmeyen diğer Müslümanlar.

Bu örgütler ya kendi mezheplerinden olmadığı, ya da kendilerine biat etmedikleri için diğer Müslümanları rahatlıkla katledebilmekteler.

Pakistan, Afganistan, Yemen, Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, Nijerya başta olmak üzere tüm Müslüman ülkeler radikal siyasal İslamcı grupların ürettiği şiddetin tehdidi altında.

O nedenle günümüzde asıl sorgulanması gereken “siyasal İslam”dır, İslam’ın siyasallaştırılmasıdır bence.

Müslümanların bu tartışmayı, hesaplaşmayı yapması ve belki de İslam’ı siyasetten ayırması gerekiyor öncelikle.

“MAZUR” GÖRE GÖRE

Siyasal islamcı tehdidin bu boyutlara ulaşmasında Batı’nın da büyük payı var.

Çünkü Batı’nın özellikle ABD’nin dış politikası İsrail’in varlığını korumaya endeksli.

İsrail de kendisine baş düşman olarak başta İran olmak üzere Irak, Suriye, Lübnan (Hizbullah) gibi Şii yayındaki ülkeleri görmekte.

Tüm islam ülkeleri ve örgütleri “İsrail karşıtı” görünseler de İsrail açısından Şiiler’e nazaran ehvenişer durumdalar.

Bu nedenle Şiilere karşı İsrail ve Batılı destekçileri yer yer diğer islam ülkelerini ve islami hareketleri desteklemekte, ya da mazur görmekteler.

Tıpkı ABD ve Batı’nın geçmişte SSCB’ye karşı başta Afganistan’da Taliban olmak üzere, birçok ülkede İslamcı hareketlere destek vermeleri gibi.

Belki de Dünya’yı saran bu radikal-siyasal İslamcı şiddet sarmalını durdurmanın ilk adımı İran-İsrail ilişkilerinin en azından diplomatik olarak makul bir düzeye çekilmesinden geçiyor.

İran ve İsrail birbirlerine karşı pozisyonlarını gözden geçirmeli, dost olmasalar da düşmanlıklarını bırakmalılar. Ya da bu durumdan çıkış için bir formül üretmeliler.

Yoksa İran-İsrail gerilimi Dünya’nın dış politikasını belirlemeye devam edecek, bu da farklı görüntüler altında yeni yeni felaketler yaratacak.