Türkiye'de siyasal rejimin ekonomik ve politik olarak oldukça derin bir krizden geçtiğini inkar eden yok gibi. Binlerce küçük - büyük esnaf işyerlerini kapatmak zorunda kaldığı haberlerini okuyor, hatta bizzat tanık oluyoruz. Bir emekçi için eve ekmek götürmek, et, süt, yumurta sebze, meyve gibi en temel gıda maddelerine ulaşmak lüks haline geldi. Bu durum doğal olarak emekçi yığınlarda derin bir umutsuzluk, karamsarlık ve çaresizlik haline yol açıyor. Söz konusu çaresizlik, muhalefetin iktidara karşı umut olamayışı ile birleştiğinde kimi zaman nedeni geçim sıkıntıları olan intihara yol açıyor.

Günlerdir altılı masa olarak bir araya gelen muhalefet hangi konuda umut olabildi? AKP karşısında etkili, umut veren, güven yaratan ve acil ekonomik ve sosyal sorunlara kalıcı reçeteler sunan bir performansına tanık olabildik mi? Altılı muhalefet daha çok, seçim takvimi belirlemek, ittifak görüşmeleriyle seçim sonrasındaki bakanlık paylaşımlarının hesaplarını yapmak, kimin cumhurbaşkanı ve başbakan olacağına karar vermek şeklindeki kaygılarıyla vakit geçirmekle meşgul. Muhalefetin seçime odaklı bu yaklaşımı, AKP iktidarının mevcut ekonomik yağmasına, yolsuzluklarına ve İslamcı nüfus mühendisliğine karşı üç maymunu oynamasına neden oluyor. Kısaca söz konusu düzen muhalefetinin olası bazı küçük ekonomik revizyon dışında AKP'nin ülkeye zorla giydirmeye çalıştığı İslamcılık gömleğiyle de pek bir sorunu olduğu söylenemez.

Düzen muhalefeti diyoruz, çünkü ''AKP sonrası'' diye yola çıkmak sınırlı bir muhalefettir. Muhalefeti sadece AKP veya Erdoğan'la sınırlandırırsanız, bugün AKP'nin temsil ettiği azgın sermaye düzeninden, siyasal İslamcı rejimden, artık yasallaştırılan İslamcı cemaatlerle beraber işgal ettiği tüm devlet kurumlarından ve dinci ideolojiyle zoraki uyumlaştırmaya çalıştığı gündelik hayattan kopuşa değil, neo-liberalizmin gündelik ihtiyaçlarına göre tanımlanmış bir siyasi anlayışı tercih ettiğiniz ortaya çıkar. AKP sonrası muhalefetin hedefi sadece iktidarı ele geçirmektir. Yani bir nevi, devir-teslim törenidir. Daha yakınlarda Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a ''Gel helalleşelim, devr-i sabık yapmayacağım'' demişti. Benzer bir söylemi Ali Babacan ''Bu geçişin ardından rövanşizm, şuymuş, buymuş olmayacak...'' diyerek iktidara güvence vermişti adeta.

Şurası unutulmamalıdır ki, özellikle 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden itibaren devlet desteğiyle palazlanan İslamcı tarikatlar, cemaatler bugün itibariyle milyonlarca insanı etkisi altına almış ekonomik, sosyal örgütlenmeler olarak devlet organlarından mahallelere kadar topluma ciddi biçimde nüfuz etmiştir. Toplum tarikatların, cemaatlerin devlet destekli kontrolüne zorlanmak istenmektedir. İnsanlar kendi yaşam biçimleriyle yaşayamaz, özgür iradesiyle kendini ifade edemez, kısaca nefes alamaz durumdadır.

Bütün bu baskı ve tahakkümlere rağmen 20 yıllık iktidarının ardından, AKP artık rıza üretemez hale gelmiştir. Özellikle ekonomik krizle bu durum daha da somut bir hakikattır. Her yeni krizde AKP çevresindeki elitler daha da zenginleşirken, halk inanılmaz bir yoksulluğa mahkum edilmiştir. Devasa bir ülke AKP ve küçük ortağı MHP zenginlerini doyurmak için çalışıyor dersek abartmamış oluruz. Pastadan pay kapma kavgası, halkın ekmek kavgasının önüne geçmiştir. Bu durum devlet içerisindeki krizi de derinleştirmekte, devletin üst kademelerinde sık sık görev değişikliklerine yol açmaktadır. Sonuçta AKP rejimi, rıza üretemediği ölçüde daha çok zora, daha çok baskıya başvurmaktadır.

Tam da bu yüzden, altılı muhalefet denilen düzen içi muhalefetin dilinden, bugünün Türkiye'sinde sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre bir ''yeniden yapılanma'', ''restorasyon'' beklentileri ön plana çıkmıştır. Bu anlamda da düzen muhalefeti doğal olarak, stratejisini ve hedefini sermaye sınıfının aklına uygun bir hükümet sistemi değişikliğine giderek, bir önceki versiyona, yani parlamenter sisteme dönmek ve sözüm ona yargı bağımsızlığını yeniden inşa etmek üzerine kuruyor.

Öte yandan altılı muhalefetin hala ülkenin üçüncü büyük partisi HDP'yi dışlamaya devam ettiğine tanık oluyoruz. Siz eğer gerçek manada güçlü bir demokrasi istiyorsanız, kalıcı barış ve gerçek adalet istiyorsanız milyonlarca insanı temsil eden HDP ile müzakere etmek zorundasınız. Bu ülkenin aydınlık geleceği için HDP ile diyalog içinde mutabakat aramak elzemdir. Çünkü bu ülke halklarının demokrasi inancı, barış talebi, adalet hasreti bu ülkeyi dönüştürebilecek, aydınlığa kavuşturabilecek en temel güçtür. HDP bu en temel gücün somutlaşmış ifadesidir. Altılı muhalefet bu gücü yok sayarak Türkiye'nin bu bataklıktan, bu kısır döngüden, bu soygun düzeninden kurtulmasının mümkün olmadığını daha ne zaman anlayacak?

Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Gerçek çelişki AKP-MHP bloğunun (siz buna Saray Rejimi de diyebilirsiniz) etrafında toplanmış bir avuç zenginle halk arasındadır. Elbette ilk dönemeç Saray Rejimi'nden kurtulmaktır. Ancak mesele bununla sınırlı değildir. Saray Rejimi'nin fiilen inşa ettiği bağnaz, gerici iktidara karşı gerçek laikliği, özelleştirmelerle halkın cebinden alıp kendi ceplerine doldurdukları Saray ekonomisine karşı (özellikle sağlık ve eğitimde) kamuculuğu savunmak, tarikat ve cemaatlerin zorbalıkla egemen oldukları tüm kurumları temizlemek, yoksullaşan halkın sorunlarını tüm detaylarıyla bizzat halkın doğrudan katılabildiği organlarla örgütlenmesinin yolunu açmaktır. Üretenlerin kendilerini yönetmelerinin zeminini oluşturmaktır. Gasp edilen haklarımıza, geleceğimize, yoksullaşmaya, dinselleşmeye, talana, yalana, zamlara... Ancak ve ancak direnerek, tavizsiz mücadele ederek karşı konulabilir. Dinci gericiliğe karşı laiklik ısrarıyla direnerek, piyasacılığa karşı kamuculukta ısrar ederek... Sandığı dışlamayan ancak ona da mahkum olmadan, seçim öncesini ve sonrasını da hedefleyen, ülkenin en önemli, şimdiye kadar çözümlenmediği için adeta kangrenleşen Kürt Sorunu konusunda eşit yurttaşlık hakkını savunmak suretiyle çözüme kavuşabileceğini ileri süren, yaşamın her alanında özgürlükleri en temel kıstas olarak ele alan bir siyasi hatta birleşmek, bir arada olmak bugünün en vazgeçilmez gerçekliğidir.