Solcular olarak örgütlerimizle (parti, dernek, sendika vb.) ilişkilerimizde sağlıksız bir yan genetik bir özelliğimiz haline gelmiş desek yeridir.
Amaçlarımıza ulaşmak için kuruluşunda bulunduğumuz ya da üyesi olduğumuz bu yapılar sıklıkla ideallerimizin önüne geçebilmekte.
Mücadelenin bir aracı olmalarının yanında bize bir hayat da sunan bu kurumlar rutin, güvenli, varlığımızı sürdürdüğümüz aile benzeri alanlar haline gelmekte, araç amaç haline dönüşebilmekte. Yanı sıra tek başarı şansının bizim örgütlerimizin varlığı ve politikalarıyla olacağı inancıyla hatalar, eksikler görülmek istenmemekte ya da önemsenmemekte.
İsviçre’de katıldığım iki toplantı bunları bir kez daha düşünmeme ve sonuçta üzerinde yazmama neden oldu.
Birleşik Mücadele Güçleri’nin 19 Mart 2022 tarihinde düzenlediği ve Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi temsilcisinin de katıldığı Tutsaklarla Dayanışma Paneli ile Avrupa Demokratik Güç Birliği’nin 10 Nisan 2022 tarihinde gerçekleştirdiği Türkiye’de Demokrasi Mücadelesi ve İttifaklar konulu toplantı kendimize karşı objektif olma, olası idealler/örgütler geriliminde gözümüzün ideallerimizden uzaklaşmaması sorumluluğunu yeniden bana hatırlattı.
Panellere katılarak görüşlerini ve Türkiye’deki mücadelelerini dumanı tüten emekleriyle ve coşkularıyla anlatan panelist arkadaşlarla birlikte olmak esas olarak bizlerde sıcak duygu ve saygı uyandırdı. Panelistler bir yandan bize ülke havasını soluttular bir yandan da basından ve yakınlarımızdan takip etmeye çalıştığımız sorunları daha açık ve somut bir şekilde görünür kıldılar. Onların sözleri ve enerjileriyle bir kez daha görünür hale gelen emek ve mücadele bizlerin yüke daha fazla omuz vermemiz gereğini bir kez daha ortaya koydu.
Bunlar panellerin olumlu ve yararlı yönleriydi. İyi ki geldiler ve keşke daha fazla beraber olsak.
Ancak iş somut çözümler üretmek ve gerçekliği objektif bir şekilde tanımlamaya geldiğinde kendi adıma kırıklıklar yaşadığımı söylemem gerekiyor.
Tutsaklarla Dayanışma konulu bir panel tabii ki somut çözümlere odaklanmalı, mümkünse bunların yaratılmasına vesile olmalı diye düşünüyorum. Sadece sorunların ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmesi ve gerçekten saygı duyduğumuz, onca risk göze alınarak harcanan emeklerin sunulmasıyla yetinmek organizasyon için harcanan çabanın karşılığının çok azının alındığı anlamına gelir. Karanlığa kızmanın ve onu tarif etmenin yanı sıra tabii ki mumlar ve onların nasıl elde edileceği işaret edilebilmeli.
O nedenle hapishanelerdeki mahpusların en önemli mücadele alanlarından biri olan hukuk mücadelesini güçlendirmek için öncelikle bu konularda uğraş verecek hukuk bürolarının oluşturulmasına, güçlendirilmesine, maddi ve manevi yönden desteklenmesine ve yine oluşturulan raporların başka dillere çevirisini sağlayacak çevirmen gruplarının yaratılmasına ve bu yönde bizlerin katkı sunmasına yönelik önerilerimin ısrarla tartışma dışına itilmesi, saflığımdan olacak beklediğim bir tepki değildi. Karşı ısrarım üzerine de “Biz aslında Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifini nasıl güçlendirebiliriz, bunu tartışmak istiyoruz” yönündeki sözlerle konunun kapatılması ve seçenek somut önerilerin getirilmemesi on yıllardır yaşamakta olduğumuz tıkanıklık ve darlıktan çıkamadığımızı bir kez daha anlamama neden oldu. Ben aslında oraya Tutsaklarla Dayanışmanın nasıl olacağının yollarını bulmak üzere davet edildiğimizi düşünmüş ve tehlikeli mücadele alanından gelen panelistlerin sunumuyla bir an bu arayışı birlikte yapabiliriz hissine kapılmıştım. Ama önümüze aslında savunulan inisiyatifin de zararına olacak şekilde anlayamadığım bir örgütsel çıkar çıkarılmıştı. Bizden öneri, ortak çalışma değil sadece kurumlarına destek talep ediliyordu.
Daha üst düzey ve kapsamlı politikanın tartışılacağı Türkiye’de Demokrasi Mücadelesi ve İttifaklar konulu panelden beklentim ise Türkiye’nin havasını daha yakından solumak, aynı örgütten olmasak da yoldaşlarım olarak gördüğüm panelistlerin enerjilerinden enerji toplamak ve yeni fikirler, çözüm yollarını tartışabilmekti. Bunda sorun yok. Tartışmalar nitelikli, sorular düşündürücü idi. Dostlarla, yoldaşlarla beraber olmak güzel. Öyle de olacak.
Ancak geçmişle kıyasla ve faşizmle mücadeledeki yılmazlığı ile teslim edilmesi gereken büyük başarılarına rağmen HDP’nin Türkiye Partisi hedefiyle uyuşmayan % 10’lar civarına takılmış oy oranı ve bir türlü sağıyla “soluyla” düzen partilerinin tabanını iknada, yanımıza çekmede, aklını çelmede yaşadığımız eksiklerin nedenlerine ilişkin soru ve dertlenme karşısında HDP milletvekili arkadaşın HDP’nin aslında başarılı olduğu yönündeki yanıtı beni bir kez daha şaşırttı.
Türkiye’yi hedefleyen bir projenin/partinin, örneğimizde HDP’nin başarısının emekçi halklarla kurabildiği bağların güçlenmesinde, bunun yollarının ve dilinin bulunmasında olduğu sanırım birçok kişi ve çevre tarafından kabul edilecektir. Devrim ya da bırakalım devrimi demokratik reformların elde edilmesindeki kazanım esas olarak bu yöndeki politikalarımızın gittikçe genişleyen dalgalar halinde yığınlara anlatılması, onların bu politikalara güven ve desteğinin artmasıyla ölçülebilir.
Her şeye karşın ayakta kalmak, meclis çoğunluğu ve başkanlık seçiminde kilit parti olabilmek başarısını elde ettik ve arkamızda bıraktık. Artık bir adım, birkaç adım ötesine geçebilmek gerekiyor. Bu sayılanlar bizim temel amacımız değil tabii ki.
Düzenin yarattığı onca yoksulluğa, yolsuzluğa, haksızlığa, kirliliğe rağmen hala bu noktada isek ve halka yeterince kendimizi anlatamıyor; ezilen Aleviler, Kürtler, ilerici sol kesimlerle sınırlı bir destek içinde kalıyor ve düzen değişikliğinde alternatif olamıyorsak bu satırların yazarı dahil ayrımsız hepimizde bir başarısızlık, çözümsüzlük, hata vardır. Bu eksikliğimizdir. Bunu görmeden, teslim etmeden mevcudu aşmak mümkün değildir. Örgütlerimizin imajını korumak, albenili göstermek adına eksiklerimizi görmez, anlatmaz, tartışmazsak ne amaçlarımıza ne de bu yolda araçlarımıza iyilik yapmış oluruz.
Göreceli olarak iyi olmak, her şeye rağmen bir güç olabilmek yeterli olmadığı gibi o iyiliğin ve gücün devamının bir garantisi de değildir. Düzen acımasızdır, faşizmdir. Büyümeyen ancak her şeye rağmen büyüme potansiyeli olan muhalefetin vahşi bir biçimde ezilmesinin, tehlike olmaktan çıkarılmasının örnekleri hem bizim hem de başka ülkelerin tarihinde çokça bulunmaktadır.
O nedenle kanımca yapılması gereken başkalarından daha iyi olmakla, bir önceki dönemin başarılarıyla, bizlere asgari konum ve statüko veren örgütsel kimliklerimizle yetinmek olmamalıdır. Ölçü kıstasımız hayatiyetini sürdüren yapılar değil o yapıların ideallerimize yakınlığı ve yaklaşabilirliği olmalıdır.
Örgütlere tabii ki ihtiyacımız var. Ama ihtiyacımız olan bu yapıları korumanın, geliştirmenin yolu eksiklerini saklayıp yanlış imajlar oluşturmak değil tersine sorunları ayrıntılı bir şekilde ortaya koyarak gidermeye çalışmak olmalıdır. Örgüt adına görev, sorumluluk ve ideallerden uzaklaşma çoğu kez onları büyütmeyeceği gibi, büyüse de ortaya çıkan yapının başlangıç anında hedeflediğimizden çok farklı olma riski son derecede yüksektir.
Binlerce kez yazılmış benzeri yazıların bir benzerini tekrar yazıyor olmak garip ama aynı örnekler karşımıza çıkıyorsa demek ki gerekli.