Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, bugün (13 Mart 2012) “beklenen” kararını verdi ve Sivas Madımak katliamının firari altı sanığından beşi hakkında “zaman aşımı” kararı verdi. Böylece yakın tarihimizin en kanlı ve karanlık davalarından biri, “zaman aşımı” nedeniyle “düşmüş” oldu…

 

Bu karar, yargı ve adalet kavramları bakımından hafızalardan kolay kolay silinemeyecek kararlardan biri olmuştur.

 

Hrant Dink davasının ardından, kamu vicdanını bir kez daha yaralayan bu karar, aynı zamanda mevcut hukuk sisteminin bazı çifte standartlarını, izah edilmesi zor yönlerini de gözler önüne sermiştir.

 

Bu beş firari sanık yıllardır sözüm ona “kırmızı bülten” ile aranıyordu… Yıllardır gazetecilerin, yurttaşların nerede, ne yaptıklarını bildikleri bu kişiler nedense (!) bir türlü “bulunamadı”, yargı önüne çıkarılamadı! İstediği zaman peşine düştüğü bir kişiye dünyayı dar eden devlet, katliam sanıklarının yargı önüne çıkmasını sağlamak için “kırmızı bülten” yayınlamak dışında hiçbir şey yapmadı…

 

Mahkeme kararının bir başka düşündürücü boyutu ise, insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olamayacağı şeklindeki evrensel normun, bu firari sanıkların “kamu görevlisi değil, sivil oldukları” gerekçesiyle işletilmemesidir. Böyle bir ayrımın mantıklı bir izahatını yapabilen varsa, beri gelsin!

 

Abdullah Çatlı gibi katliam sanıklarının devletin “dokunulmazlık” zırhıyla, devletin silahıyla, yıllarca devletin kirli işlerini görmeye devam ettiği bir ülkede yaşıyoruz… Hatırlıyoruz, Çatlı Susurluk kazasında öldükten sonra adeta devlet töreniyle defnedilmiş, hakkında “kahramanlık” methiyeleri düzülmüştü… Hrant’ın katili yakalandıktan sonra karakolda Türk bayrağıyla poster gibi resimlerinin çekilmesi de hatırlamamız gereken bir başka “örnek” oluyor…

 

“Zaman aşımı” konusunun hukukçular tarafından tartışılması gereken başka boyutları da var. Bu ülkede siyasi suçlar (“devlete karşı işlenen suçlar”) için “zaman aşımı” süreci, 30 yıl iken, mahkemenin “tevil yollu” insanlığa karşı işlenen bir suç olduğunu kabul etmiş olduğu katliam sanıkları için bu süre, 15 yıl olabiliyor… Bu işte bir tuhaflık yok mudur? Bu tuhaflığın daha iyi anlaşılması için daha açık söyleyeyim: “Yasadışı örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla yargılanıyorsanız, yargı 30 yıl boyunca peşinizde oluyor… Ama toplam 37 kişinin korkunç bir şekilde öldürüldüğü bir katliam olayıyla ilgili sanık iseniz, bu süre 15 yıl… (Bu satırların yazarı, 12 Eylül darbe mahkemelerinde yargılandı. Yargılandığı toplu dava 30 yıl sürdü ve mahkeme, hukukun en temel normlarının dahi katledildiği bu davada ancak 30 yıl sonra “zaman aşımı” kararı verdi…)Yargı ve hukuk sistemimiz bu tür tuhaflıklarla, çifte standartlarla dolu. Köklü bir yargı reformuna ihtiyaç olduğu gözler önünde.

 

Madımak katliamı davasında “zaman aşımı” kararı, zaten olayın arkasındaki “karanlık” güçlerin açığa çıkarılması bakımından sınıfta kalmış olan yargının, yangının üzerine benzin dökmesi olmuştur.

 

Hükümetin yarı yolda bıraktığı “Alevi açılımı” kapsamında Alevilerin taleplerini dikkate alarak bir insanlık ve yüzleşme müzesi haline getirmeye cesaret edemediği Madımak’taki yangın sürüyor; vicdanlarımız kanamaya devam ediyor…