AKP ile mücadele, Türkiye tarihinde daha önce görülmedik bir biçimde hegemonya kurmuş bir partiyle mücadele demektir. Kültürde, siyasette, toplumda tesis edilmiş bir hegemonyadan bahsediyoruz. Bu düzeydeki bir hegemonyayı çok partili rejimimizin hiçbir aşamasında görmemiştik: Ne Menderes, ne Demirel, ne de Özal…

 

Bunu, herhangi bir yenilgici ruh halini beslemek için söylemiyorum. Tam tersine böylesi hegemonik bir partiyle mücadele ederken Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin kurucu üç özelliğinin kilit önemde olduğunu anlatmak için söylüyorum bunu. O özellikler eşitlikçilik, özgürlükçülük ve çoğulculuktur. Bu ve bundan sonraki iki yazı, hegemonya ile mücadelenin üzerinde yükseleceği bu sacayaklarına ilişkin olacak. Elbette bu kadar kısa yazılarla bu üç alanın hiçbirinde tüketici bir tartışma yapamayacağımı peşinen kabul ederek yazıyorum.

 

EDP eşitlikçidir. Başka bir deyişle sürekli eşitsizlik üreten ve ürettiği bu eşitsizlikle gücün belirli ellerde toplanmasını sağlayan kapitalizmle derdi vardır EDP’nin. Geçenlerde Alim Arlı ve Emrah Göker’in ayrı ayrı dikkatimize getirdiği önemli bir istatistik yayınlandı. Aralarında Meksika, Şili, Yunanistan’ın da bulunduğu 31 OECD ülkesi arasında “sosyal adalet” kavramı ekseninde yapılan bir kıyaslamada Türkiye sonuncu çıktı. Önemli ve ciddi bir araştırmaydı. Araştırmada bütün ülkelere şu alanlarda puanlar verildi: Çocuk ve yaşlı yoksulluğu puanı, gelir eşitsizliği puanı, okul öncesi eğitim puanı (buna ayrılan GYİH oranı), kamu sağlığı puanı ve nesiller arası adalet puanı (bunun içinde aile ve emeklilik politikaları, çevre politikaları, karbon emisyon seviyesi, AR-GE seviyesi ve ulusal borç seviyesi bulunuyor). Bütün bu puanlar ayrı ayrı hesaplanıyor ve ortalaması alındığında Türkiye 31 ülkenin 31.si oluyor. Özellikle “kuşaklar arası adalet” ölçümü önemli; zira bu ölçüm tümüyle gelecek kuşaklarla ilgili değeri veriyor. Türkiye bu alanda ise açık arayla sonuncu! Bu şu anlama geliyor: AKP bugüne kadar uyguladığı ve yapısal sorunların üzerini örtmeyi başardığı iktisadi politikaları önümüzdeki dönemde sürdüremeyecek. Önümüzdeki dönem, sosyal sorunun (istihdam, eğitim, barınma ve sağlık başta olmak üzere) yoğun yaşanacağı bir dönem olacak. Sınıfsal mücadelesinin yükselmesini beklemeliyiz.

 

EDP’nin en başından beri dillendirdiği katılım adaleti ve iktisadi adalet kavramları bu dönemde özellikle öne çıkacak. Sınıf mücadelesini, sadece sermayenin değil, devletçi zihniyetin de hegemonyasından kurtarmaya ve emeğin kendisini koruyacağı araçları, sendikal ve toplumsal örgütlenmeleri genişletmeye dönük bir perspektifle emekçi sınıflar için gerçekleştirilebilir, sahici bir siyaseti kurgulamak öncelikli görevimiz olacak. Sadece siyasal ve sivil hakların değil, sosyal hakların da merkezi önemde olduğu eşitlikçi bir Anayasa yazılabilmesi için mücadele etmek de bu önceliğin bir parçasıdır.

 

Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin adındaki “eşitlik” sadece sınıfsal bir eşitlik talebini barındırmıyor. Bizler için bu talep, aynı zamanda kültürel, etnik ve cinsiyet kimliklerine ilişkin de bir eşitlik talebidir. Bütün bu farklı mağduriyet alanlarının eşitlik taleplerinin tarihsel meşruluğuna dair daha önce çok yazdık ve konuştuk. Tekrara düşmeden sadece bir örnek vermekle yetiniyorum: Kadınların eşitlik talebi de en az sınıfsal eşitlik talebi kadar yaşamsaldır. Sınıfsal sömürüye karşı mücadele ile toplumsal cinsiyete dayalı sömürüye karşı mücadele arasında hiyerarşik bir ilişki kurulamaz. Bunlardan bir tanesinin temel belirleyen, diğerinin belirlenen olduğu söylenemez.

 

AKP tipi muhafazakarlıktan en çok kadınlar etkileniyor. İstihdama katılma oranları, insan onuruyla bağdaşmaz bir biçimde geriledi. AB ülkeleri, kadınların istihdam oranını yüzde 60’a çıkarmaya çalışırken Türkiye’deki oran yüzde 23.1! Bu sayılardan utanmayan, hiçbir şeyden utanmaz. Kadına yönelik şiddet artarak devam ediyor. Kadınlar, her gün en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyorlar. Kadın-erkek eşitliği meselesi, bu ülkenin en kadim meselesidir. AKP’ye muhalefetin, kadınların muhalefeti ile yan yana durması gerekiyor.

 

Eşitlikçiliğimiz, kadın-erkek eşitsizliğini, Türk-Kürt eşitsizliğini, sınıfsal eşitsizliği, Alevi-Sünni eşitsizliğini, Müslüman-gayrı müslim eşitsizliğini, heteroseksüel-LGBTT eşitsizliğini aşmayı elbette kapsar. Ama ötesi de var! Eşitlikçi tahayyülümüz, yukarda sayılan grupların hepsinin toplamı ile henüz yeryüzünde olmayan gelecek nesiller arasındaki eşitliği de kapsar. Doğayı sonsuza kadar mülk edinemeyeceğimizi, edinmeye de çalışmamamız gerektiğini, doğanın sadece hasbelkader dünyaya gelmiş bizlere ait olmadığını, bizzat kendisi için bir değer olduğunu ve onunla uyumlu yaşamı savunan ahlaki bir eşitlikçilikten söz ediyoruz.

 

Farklı eşitsizlik alanları arasında hiyerarşik bir ilişkinin varlığını reddetmenin, başka bir deyişle, bütün bu alanların hepsini belirleyen tek ve başat bir eşitsizlik alanının olmadığını saptamanın, tarihsel bir hakikat olmasının ötesinde bir anlamı daha var. Tam da bu yazı dizsinin ana konusu olan karşı-hegemonya mücadelesini kurgulayabilmek için, AKP’nin hegemonyası yayılırken dar bir alana sıkışmamak için de eşitlik ilkesinin geniş yorumuna ihtiyacımız var.

Dizi kapsamındaki tüm yazılar:

AKP ile mücadele-1: Muhatap Bahsi

AKP ile mücadele-2: Hegemonya Bahsi

AKP ile mücadele-3: Eşitlikçilik Bahsi

AKP ile mücadele-4: Özgürlükçülük Bahsi

AKP ile mücadele-5: Çoğulculuk Bahsi