Dünyanın ve Türkiye’nin ‘kibarlık’ diye bir değer ölçüsüne sahip olduğu zamanlarda birçok yazar, görüş bildiren yazısına ‘abd-i aciz’ (aciz kulunuz) ifadesiyle başlar, mektuplarını da böyle imzalardı.

İngilizce yazanlar ise aşağı yukarı aynı manaya gelen ‘Your humble cervant’ ifadesini kullanırlardı.

Şimdi böbürlenme, büyüklenme, ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ ifadelerinin havada uçuştuğu ‘yontulmamış taş devri’ başladığı ve sözlüklerden ‘nezaket, diğerkâmlık, alçakgönüllülük, efendilik’ gibi kavramlar silindiği için böyle olgun ifadelere pek rastlanmıyor.

Ama ben 2010’un son yazısına ‘aciz kulunuz’ diye başlamak istiyorum. İçimden böyle geliyor ve işin gerçeği de bu.
Elime bir köşe geçti diye binlerce okura akıl öğretecek, kendimi onlardan daha yukarıda konumlandıracak değilim. Sadece bana doğru gelenleri paylaşıyorum.
Okur mesajlarında beni şaşırtan, öğreten, yanlışlarımı düzelten nice akil insan var.
Gelelim yazıya!

***

Efendim aciz kulunuz 17 yıldır, ‘Bu halk duygusal olarak bölünüyor. Türkiye üç kutba ayrılıyor. Duygusal bölünme gerçekleştikten sonra, ülke de bölünür!’ diye yırtınır, yazar çizer, anlatır durur.

Bir bilim adamı olmadığı halde, sanatçı sezgileriyle toplumu, (balığın denizi sezdiği gibi) hisseder.
Bu tezi ilk kez dile getirdiği 1993 yılında merkez partiler hâkimdir, sağ ve sol kutuplar vardır.

Aciz kulunuz, bu kutupların hızla çözüldüğünü, yerini siyasallaşmış dincilik, Kürt ve Türk milliyetçiliği kutuplarının almakta olduğu gözlemini yapar, ülkeyi bu tehlikeye karşı uyarmaya çalışır.

Solun da ‘yurtseverlik’ ilkesi yerine, adına ‘milliyetçilik-ulusalcılık’ denilen ideolojiye saplanmasının yanlışlığını yazar.

Hatta bir lider onu ‘yurdu seven, milleti sevmeyen aydınlar’ diye karalamaya çalışır.

Aslında dünya terminolojisinde ‘ülkeyi ve ulusu sevmekle’, ‘kendi milletini diğerlerinden üstün gören’ tehlikeli milliyetçilik ideolojisinin ayrımını yapmak çok basittir ama burası Türkiye olduğu için hep bulanık suda balık avlanır.

Bu konularda yüzlerce yazı yazar, televizyon konuşması yapar, üniversitelerde konferans verir.
Ama düşünceleri hep sağır kayalara çarpar. Yankı vermeyen kayalardır bunlar.

Ne hikmetse 2000 yılında Harvard Üniversitesi’ndeki konferansına katılan Amerikalı hocalar onun ne dediğini şıp diye anlar ama eloğlu duysa da kardeşleri duymaz.
Çünkü yürekleri kulakları sağırlaşmıştır. İsimler, gündelik haberler ve siyasi dedikodular dışında düşünemeyen, konuşamayan insan toplulukları, ucuz polemikleri, uzun vadeli analizlere tercih ederler.

O dönemde, gün gelip de ülke siyasetini bu üç temel gücün belirleyeceğini hayal bile edemezler.

Nihayet 2010 referandumundan sonra gözleri biraz açılır: ‘Türkiye üç renge boyandı’ demeye başlarlar.
Beyaz Türk, kıyılar, özerklik, iki dil, muhafazakârlaşma, sivil dikta falan gibi bir sürü garip deyimle durumu anlatmaya çalışırlar.

Söylediklerini özü ‘Üç kutuplu Türkiye’dir.’
Artık ülke duygusal olarak üçe bölünmüş, kardeş kardeşten nefret eder, şehirler mahalleler ayrışır hale gelmiştir.
Kürt kökenli yurttaşlarımızın, yani ekmek derdindeki Güneydoğulu halkımızın asla bölünmek istemediği gerçeğine kulaklarını tıkayarak, ‘Beyaz Türk’ diye nitelendirdikleri kesimin de ayrılma hakkı olduğunu dile getirirler.
Oysa bu ülkedeki kutuplaşma, halktan değil siyasilerden kaynaklanmaktadır.

Yani aşağıdan yukarıya yükselen bir talep değil, yukarıdan aşağıya empoze edilen bir bölücü eylemdir bu. Üç kutbun siyasi temsilcileri yangına körükle gittiği için böyle olmuştur.

Aynen iç savaş İspanya’sı, Yunanistan’ı, ikinci harp Almanya’sı gibi.

***

Aciz kulunuz, yukarıda başlayıp halka doğru yayılan kutuplaşma olgusunun, yine yukarıda çözüleceği inancını taşımaktadır.

Bu yüzden bir dönem CHP’de siyeset yapmış, parti liderliğine ve parti meclisine bu tehlikeleri anlatarak, Türkiye’yi kurmuş olan partinin demokratikleşme, reformlar ve AB müzakereleri yoluyla ülkedeki kardeşliği tekrar sağlaması yönünde telkinlerde bulunmuştur.
Ama düşünceleri orada da kabul görmemiştir.

***

Yeni yıla bu kaygılarla giriyorum.
Einstein’ın dediği gibi ‘Hiçbir sorun, onu yaratan kafa yapısıyla çözülemez.’

Bu yüzden yeni yılda kafalarımızı değiştirmeye ve 2011’i deyim yerindeyse bir ‘akıl yılı’ olarak değerlendirmeye şiddetle ihtiyacımız var.

Kutuplaşmayı önlemenin tek yolu Beethoven’ın bestelediği, Schiller’in ünlü dizesinden başka bir şey değildir: ‘HEPİMİZ KARDEŞ OLACAĞIZ!’
Kimseyi ‘ötekileştirmeden’, aşağı görmeden, saldırmadan, karşılıklı saygı ve sevgi içinde yaşayarak birbirimizi yeniden keşfedeceğiz.

Kimse kimseyi yok edemeyeceğine göre, farkılıklarımız hep var olacak.

Bunları zenginlik olarak algılayacağız.

***

Bana göre ulus birliği nedir biliyor musunuz:
Kuzey Kutbu’nda günlerce insan görmeden yürüyen çaresiz bir Anadolulu’nun, karşıdan gelen bir insan gördüğü ve onun ‘Niksarın Fidanları’nı söylediğini duyduğu zaman, ‘Bu adam Türk müdür, Kürt müdür, Sünni midir, Alevi midir, dinci midir, laik midir, tarikatçı mıdır, Kemalist midir?’ diye düşünmeden gözünden yaşlar akarak onu kucaklamasıdır.

***

Sevgili okurlarımın yeni yılını en iyi dileklerimle kutlarken, 2011’in ‘akıl yılı’ olması ve sonunda hepimizi kavuracak bir kutuplaşma cehenneminden kurtulmak için çareler üretilmesi için dua ediyorum.