Türkiye’nin en önemli ve acilen çözülmesi gereken sorunu, Kürt Sorunu.

Bu sorunun çözümünde en önemli siyasi aktörler Ak Parti ve BDP.

Ordu, CHP, MHP, PKK, Apo, Kandil, sivil toplum vb de önemli birer aktör. Ancak, çözüm asıl olarak Ak Parti ve BDP’nin becerisi ve bu aktörlerin de çözüme dahil edilmesiyle sağlanabilir.

AK Parti eksik, başarısız, yarım da olsa Kürt Sorununa el atmış ‘Demokratik Açılım’ denemiş bir parti olarak seçimlerden yüzde 50 oy alarak elini güçlendirdi. Kürtlerin oyunu alabilen iki partiden biri.

BDP de Kürt Sorunu’nun çözümünde masanın diğer tarafındaki güç olarak seçimden 36 milletvekili çıkararak elini güçlendirdi. Kürtlerin oyunu alabilen diğer parti.

Bu durumda her açıdan sorunun çözümü bu iki partinin basiretine bağlanmış durumda.

Eğer bir çözüm olacaksa bu iki partiye büyük bir rol düşüyor.

Ancak, seçimlerden ellerini güçlendirerek çıkmalarına rağmen iki partinin de birbirine yaklaşımları beklentilerin çok uzağında.

Sorunu çözecek olan, birlikte diyalog içinde olması gereken iki parti karşılıklı olarak ipleri gerdikçe geriyor.

Çünkü işin içinde bir de Kürt seçmenin oylarını alabilen bu iki partinin rekabeti var. İpi gevşeten tabanının karşı tarafa geçeceğini sanıyor.

Oysa arada kaymalar olsa da sonuçta iki parti de Kürt seçmenden destek görmeye devam ediyor.

Toplum Kürt Sorununu çözecek adımları atmalarını beklerken seçmen kapma, taban kaybetmeme yarışı içinde iki parti birbirine karşı düşmanlaşıyor.

İmralı’dan ‘devrimci halk savaşı gündeme gelir’, hükümete yakın yazarlardan ‘Tamiller gibi olursunuz’ tehditleri piyasaya sürülüyor.

Operasyonlar ve eylemler ile cenaze törenleri çoğalıyor.

Hükümet askeri tedbirleri gündemine alırken, BDP sorunu ‘kendi kendine çözüyor’.

Bundan sonra akacak kandan ne PKK ve Öcalan, ne de Ordu sorumlu olacaktır.

Bütün vebal, siyasi kanalların ve imkanların bu kadar çoğaldığı bir süreçte ısrarla siyasetten, çözümden, diyalogdan kaçan siyasilerin boynuna asılır.

Bağımsızlık, federasyon bile tartışılırken Kürt hareketinin ‘Demokratik Özerklik’ gibi oldukça makul bir noktaya getirdiği önerilerini ciddiye almayan hükümet cephesi de, bu önerileri tartıştırmadan, açmadan, konuşmadan, daha meclise bile girmeden, yeni anayasa tartışmalarına müdahil olmadan kendi kendine ‘Demokratik Özerklik’ ilan eden BDP de süreci yanlış yönetiyor.

Bu iki parti seçim sonuçlarının kendilerine yüklediği sorumluluğun uzağında, zafer sarhoşluğunun etkisiyle, kendi doğrularını dayatmaya devam ettikçe, benmerkezci eğilime kapıldıkça çatışmalar, ölümler, provokasyonlar artacak gibi görünüyor.

O nedenle dost acı söyler misali, testi kırılmadan, dönülmez akşamın ufkuna varmadan uyarmakta fayda var.

İçinden geçtiğimiz süreç yangına körükle gidilecek bir süreç değil. Eğer gidişatı engelleyecek bir iklim yaratamazsak bedelleri tüm ülke için çok ağır olur.

O zaman da bunun vebali hepimizin boynuna asılır.