Bakanlıkta işler kötüdür, 'Yıktın başıma dertleri gidiyon, hayırsız!' denilecek bir durum vardır. Ağlamak caizdir. Soruyorum, görevlerini devreden diğer bakanlara kompleks gelmez mi?

Bu söz bana ait değil, Peyami Safa söylemiş vaktiyle...

Artık zaruriliğine mi vurgu yapmış, mecazi manada mı kullanmış bilemem.

Ne zaman, liderlerinin yaptığı konuşma ve jestler karşısında ağlayan koca adamları görsem, aklıma bu veciz söz gelir.

Son hatırlatan, Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı Habip Soluk oldu.

Seçimlere kadar bakanlık görevine vekâlet etmek üzere yapılan devir teslim töreninde hem kendisi ağladı hemi de bizi ağlattı.

Eski Bakan Binali Yıldırım’a hitaben, “Sizi sadece Ulaştırma Bakanı olarak değil, Sayın Binali Yıldırım olarak da değil…” dedi, lafın burasına düğüm atamadı, nasıl ve ne olarak sevdiklerini anlatmaya başladığında gözyaşlarını koyverdi… Sanırsınız ki evladını askere gönderen bir baba var.

Ben şahsen bir an için korktum. İster misin dedim şimdi Sayın Binali Yıldırım da dayanamasın, Habip Bey’in boynuna sarılıp iyice bir şımbıl atsınlar?!

(Bizim oralarda böyle toplu hislenme sonucu ağlamaya ‘şımbıl atmak’ denir.)

Allah esirgedi, Binali Bey polat yürekli çıktı; ağlayan müsteşarına baktı baktı ve gülmeye başladı.

Böyle durumları kavramak için yapılacak en iyi şey, “El âlem görse buna ne der?” diye düşünmektir.

Mesela bir Alman ya da Mısırlı bu görüntüyü izlediğinde nasıl yorumlar acep?

Hani, eline bir porselen tabak verilip gönderilen eski bakan ağlasa bir nebze anlaşılır ama yeni bakan olan ağlıyorsa durum fena…

Akla iki şey geliyor:

Birincisi, bakanlıkta işler kötüdür, “Yıktın başıma dertleri gidiyon, hayırsız!” denilecek bir durum vardır. Ağlamak caizdir.

İkincisi de müsteşarımızda ağır bir ruhi sıkıntı vardır ki bu durumda koca bakanlığı teslim etmek akıl kârı değildir.

Bir başka arıza daha var! Soruyorum, görevlerini devreden diğer bakanlara bir kompleks gelmez mi? Bence gelir!

Şimdi Sayın Beşir Atalay ve Sadullah Ergin, akşam evlerine gittiklerinde evlatlarının yüzüne nasıl bakacaklar?

Müsteşarını iyisinden seçememiş bir insanın ezikliği gelmez mi? Hem de ne biçim gelir!

Siz istediğiniz kadar “Aslında sevinç gözyaşlarıdır onlar” deyin. Hiç kimseyi inandıramazsınız. Hepi topu üç ay sürecek bakanlık için sevinç gözyaşları mı dökülürmüş!

Necip Fazıl’la bitirelim

Peyami Safa ile başladık, Necip Fazıl’ın ‘Ağlayın su yükselsin’ şiiri ile bitirelim.

Görevi devralırken, bir damla dahi şımbıl atmayan müsteşarlara hediyem olsun.

 

Bıçak soksan gölgeme,

Sıcacık kanım damlar.

Gir de bak bir ülkeme;

Başsız başsız adamlar…

 

Ağlayın su yükselsin!

Belki kurtulur gemi.

Anne seccaden gelsin;

Bize dua et, emi!

 

GİDİLESİ FİLMLER

Sinemamızda bir derdi olan ve bunu yan yollara sapmadan etkili bir şekilde anlatan üretimler çoğaldı. Aşağıda onlardan bir demet bulacaksınız.

ÇINAR AĞACI

Yönetmen Handan İpekçi, zamanın değişen ruhu karşısında yılmayan yaşlı bir kadının torunu ve çocuklarıyla korumaya çalıştığı ilişkinin hikâyesini anlatıyor. İpekçi, sevgiyi, hüznü, yalnızlığı, aşkı, kızgınlıkları ve affedişleri ile birlikte ‘yeni zaman halleri’ içerisinde çok etkili bir gezinti yapıyor. İçinde yaşarken fark etmediğimiz sıkıntıları, melodrama kaçmadan bu kadar sarsıcı bir şekilde anlatmak çok zor. İpekçi bu zorluğu çok yetkin olarak aşmış.

PRESS

Yönetmen Sedat Yılmaz, Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır’da, 1990’lı yılların başında, türlü baskılara rağmen inatla çıkmaya devam etmesinin öyküsünü anlatıyor. Çok da uzak olmayan bir geçmişte, bu ülkede sadece gazetecilik yapmaya çalışanların, bedelini canlarıyla ödemelerinin hikâyesi. Ölüm-kalım köprüsünde geçen bir hikâye ancak bu kadar serinkanlı, dürüst ve güçlü bir şekilde anlatılabilirdi.

QİREJ (KİR)

Yönetmen Yusuf Çetin, ülkedeki Kürt sorununda önemli rol alan koruculuk sisteminin bölge halkına yaşattığı acıları anlatıyor. Varlığıyla bölgede sorunların daha da sertleşmesine yol açan kurumu anlatan filmin dili, belki de bu sebepten, bir hayli sert. Koruculuğun bir suç örgütlenmesine dönüşmesi ve kadınların yaşadığı ‘fazladan’ sıkıntılara eğilmesi bakımından sinemamızda bir ilk çalışma.

SAKLI HAYATLAR

Yönetmen A. Haluk Ünal, Çorum olayları (1980) sonucu İstanbul’a göçen Alevi ailenin hikâyesinden yola çıkıp, sıradan insanların kimlik çatışmalarının yol açtığı trajediyi anlatıyor. Ülkemizde, ‘standart vatandaş’ olmayan herkes, saklı bir hayat yaşamak zorunda. Saklı Hayatlar, sinemamızda pek de kurcalanmayan bu meseleye oldukça etkili şekilde eğilen bir çalışma.

GÖLGELER VE SURETLER

Yönetmen Derviş Zaim, Rum ve Türk oyuncuların birlikte rol aldığı filmde, 1963’te Kıbrıs’ta başlayan olaylar sırasında bir Karagöz oynatıcısı olan babasından ayrı düşen genç bir kızın olgunlaşma sürecini anlatıyor. Yakılıp yıkılan köylerden kaçış esnasında yaşanan acılara, dostluklara ve savaş ortamındaki Kıbrıs’ın hikâyesine dürüst ve çok sahici bakan bir çalışma.