Son bir haftadır daha soğuk Taksim.

Çok daha soğuk İstanbul’da azınlıkların çoğunlukta olduğu semtler.

Yüzler çok daha ciddi, daha az gülümseme var her yerde

Herkeste genel bir “güvercin tedirginliği”.

Her adımda, her konuşmada, her duruşta.

Karşıdan karşıya geçerken, durakta otobüs beklerken, alışveriş yaparken.

Gözlerde telaş, hep her an şey olabilir korkusu.

 

Hrant Dink suikastı sonrası ilk kez Ekim 2011’de esti bu soğuk rüzgar.

 

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Ermenistan'a gidiyor, ülkesinde soykırımı kabul etmeyenlere cezai işlem uygulanmasını amaçlayan bir yasa taslağı hazırlayabileceklerini söylüyordu.

 

Türk medyasında soykırım yasa tasarısı kar topu gibi gün geçtikçe büyütülüyor, çığ olup “bizim buranın insanlarının” üzerine düşüyordu.

 

Birkaç gün sonra Zincirlikuyu’dan geliyordu haber. Taksiye binen bir Ermeni kadın şivesi nedeniyle bir taksici tarafından fark edilip şiddete maruz kalmıştı. Ama korkuyor, polise bile şikayet edemiyordu. Öyle ya Hrant Dink’i koru”ya”mayan bu ülke nasıl koruyacaktı onu? Sonunda Emniyet’e gitmeye ikna ediliyordu çevresi tarafından. Ama sonrası belirsiz. Derin bir sessizliğe bürünüyordu konu.

 

Hikaye burada bitmedi elbet. Soykırım tasarısı Paris’te hazırlandı. Fransa Senatosu kararı oybirliğiyle kabul etti. Türk medyası da gelişmeleri an be an takip etti. Artık ülkede ana gündem Fransa’da “Ermeni soykırımı yok” diyenin ceza alıp almayacağıydı.

 

Sonra ne mi oldu? Bu kez Malatya’dan bir haber geldi. Yanlışlıkla bir yıkım yapılmıştı. Belediyenin yol yapımı sırasında zarar gören bekçi evinin yıkımı için giden ekipler, bir yeri “yıkıvermişlerdi”. Yıkılan yer, Ermeni vatandaşların bağışlarıyla şehirde yapılan mezarlığın gasilhanesi, bekçi konutu ve son dua yeriydi. Haberin Türk medyasında yer almasının ardından yetkililer teker teker demeçler veriyor, ekip hatası olduğunu öne sürüyorlardı.

 

Toplumdaki “duyarlılık” akademik dünyaya da yansıyordu. Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Atanas Karaçoban’ın, Dumlupınar Üniversitesi'ne yaptığı heykel yönetim kurulu kararı ile kaldırılıyordu. Nedeni ise aslan ve kartal heykelinin Ermenistan Cumhuriyeti armasına benzediği iddiasıydı.

 

Ve son olarak bu hafta da bir kez daha gündeme geldi Fransa’daki soykırım yasası, nefret söylemine esir olan Xocalı katliamı anması nedeniyle. Hakaretlerle dolu afişler, atılan sloganlar öncekiler gibi zehirli meyvesini verecekti.

 

Bu kez Sarıyer’de oturan Ermeni bir avukat komşusu tarafından tehdit edildiğini iddia ediyordu. Emniyetteki ifadesinde olayı şöyle anlatıyordu:

 

“Ben Ermeni asıllı olduğum için geçmişte tehdit ve hakaretlere maruz kalıyordum. Davalarım devam etmektedir. 27/02/2012 günü saat 20.00 sıralarında kızım ikametimizin bahçesine atılmış beyaz bir kasket görmüş ne olduğuna bakmamış. 28/02/2012 saat 10.00 sıralarında bahse konu yerde bulunan kasketi alıp kontrol ettiğimde üzerinde ‘Ermeni yalanına sessiz kalma’ yazılı olduğunu gördüm. Evime ait kamera bulunmaktadır. Görüntüleri incelediğimde kasketin 27/02/2012 günü saat 18.40 sıralarında karanlık bir suret görülen beyaz gömlekli, koyu renk pantolonlu biri tarafından kapımıza gelerek içeriye atıldığı görülüyor. Kamera görüntülerindeki şahıs mahalleden komşum olan aynı zamanda benim davacı olduğum şahısların avukatlığını yapan E.Y.’dir. Daha önceden de Ermeni asıllı olmam nedeniyle bu tür tehditler aldığım için bu mesaj bana açıkça bir tehdittir. Kendisinden davacı ve şikâyetçiyim.”

 

1915’in karşısına Xocalı’yı koymak için söylenen “100 yıl önce yaşananlara değil 20 yıl önce yaşananlara bakın” diyenlere mazlumun zaman ve mekandan bağımsız olduğunu gösteriyor son 5 ayda yaşadıklarımız.