Ölümden kılpayı kurtulduğunda, arkasında onlarca hatta yüzlerce arkadaşının akıbetini düşünürken, ilk sorusu şu oldu Murat Yalçın’ın:

“Çizmelerimi çıkartayım mı? Sedye kirlenmesin”

***

Saatler sonra yaptığı ilk açıklamasında, “Yattığım yere benden sonra gelebilecek arkadaşlarımı da düşündüm” dedi.

Ancak o çekingen halinden belliydi asıl nedenin ne olduğu.

Bu sadece Murat Yalçın’ın değil, bu toplumun çoğunluğunun, aynı sınıfı paylaşan insanların sorunuydu…

***

İlkokulda başlar Murat’ların kaderi “diğer”lerinden ayrılmaya.

Hali vakti iyi olan ailelerin çocuklarıyla aynı olmadıklarını ilk o zamanlar anlarlar…

Çünkü sınıflarına gelen öğretmenlerin davranışları farklıdır onlara.

Daha sinirli, daha mutsuz, daha tahammülsüzlerdir.

Yaptıkları her hatanın misliyle karşılığını bulur Murat’lar.

Önce sözle ardından fiziksel olarak şiddete uğrarlar çocukken.

***

Sonra zaman geçer, sınıfının sınırlarını belirler toplum ona.

Öğretmeninin yaptığını karşısına dikilen başka “iktidar”lar tekrarlar.

İşverenler, amirler, polisler, doktorlar, devlet dairelerindeki memurlar…

Sırasıyla gelir hepsi…

İş yerinde, yolda, hastanede, bankada…

En küçük bir talimatı bile doğru anlamadığında tahammülsüzdürler ona karşı.

Hele bir de hata yaparsa, daha üst sınıftaki herhangi birinden Murat’ların payına daha fazla azar düşer her zaman.

***

Böyledir bu ülkenin düzeni.

Altındakini ezmeye odaklanır çoğu yetkili.

Ta ki verebilecek tek şey canı kaldığında, o anda bile acı tecrübelerle öğrenilmiş bir davranışla, alttan alıp beyaz bayrak çektiğinde, o zaman empati duyulur sadece tüm yüreklerde…

Birkaç dakika, birkaç günlüğüne sadece…