Her şey 27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan gece bir dozerin Gezi Parkı’na girmesiyle başladı. O gece orada olan ve ağaçların yıkılmasını engellemeye çalışan on kişi saatler geçtikçe yüz oldu bin oldu. Şimdi yüz binler hatta milyonlar sokakta ve evine dönmüyor.

İçişleri Bakanlığı Gezi Parkı eylemleri için 2,5 milyon insanın sokağa çıktığını açıklamış. Hadi gelin bu veriyi de doğru kabul edelim. Şimdiye kadar etliye sütlüye karışmayan altın günlerinde iki dedikodu yapan Ayşe Teyze bir elinde direnişçiler için hazırladığı kumanya bir elinde gaz maskesi ile alanlarda. Bilgisayarın başından kalkmayan, kendi odasını süpürmeyen, anne babasıyla sadece lüzumlu hallerde konuşan Berke, Selim, Özgür, Ramazan ve binlerce genç bırakın odalarını meydanları süpürüyor ve hiç susmuyor. Takım elbiseli kravatlı plaza çalışanları mesai saati biter bitmez kıyafetlerini değiştirip gaz maskelerini ve kasklarını takıp alanlara koşuyorlar. Kısaca ev kadını, emeklisi, işçisi, işsizi, öğrencisi günlerdir şimdiye kadar yaşamadığı bir hayatı yaşıyor ve dikkat edin hiç kimse bundan şikayet etmiyor.

Peki bütün bunlar nasıl oldu? Bu olaylar bu noktaya nasıl geldi? Gezi Parkı’nın yıkılmaması için başlayan küçük bir direniş tüm ülkeyi nasıl sardı? Bütün bunlar ‘Faiz lobisi’, ‘Dış güçler’, ’karanfil lobisi’nin mi işi? Yoksa yüzde yüz yerel mi?

Bu soruya verilecek en iyi yanıtlardan biri Malcolm X’in ‘Zulüm kısmak istediği sesi nâra yapar.’ sözüdür. Ve bu sözden hareketle eylemlerin tetikleyicisinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğunu görebiliriz. Başbakan bu ülkede muhalefetin yıllardır yapamadığını yaptı milyonları sokağa döktü.

Gezi Parkı’ndaki yıkıma karşı çıkan önce bir avuç insan 28 Mayıs sabahı en fazla 50- 60 kişiyken akşam 1000 kişi oldu. Neden mi çünkü polis gaz bombaları ve tazyikli su ile ağaçlar kesilmesin diyen ellerinde dövizleri bile olmayan insanlara saldırdı. Durup dururken o gazı yiyen insanlar bırakın evlerine dönüp ağaçların kesilmesini beklemeyi çadırlarını alıp geldiler ve onlar gelirken bir ağaç için insanlara bu vahşetin uygulanmasına tepki gösterenlerde geldi. 28 Mayıs akşamı Gezi Parkı’nda her ağacın altında bir nöbetçi vardı.

Günlerden 29 Mayıs’a gelindiğinde Başbakan 3. Köprü’nün temel atma töreninde Gezi Parkı'nda ağaç kesilmesin diye eylem yapanlara hitaben, "Ne yaparsanız yapın. Orası için karar verdik. Yapacağız" dedi. Ve böylece kendi iktidarının temeline ilk dinamiti atmış oldu. Bu sözler ömrü hayatında gezi parkına gelmemiş, başbakanın deyimiyle ‘bir dikili ağacı bile olmayan’ insanların kulağına gitti ve sayı çoğaldı. Çünkü insanlar Başbakanın ne yediklerine ne içtiklerine nasıl giyinileceğine nerede nasıl durulacağına kaç çocuk yapılacağına dair fetvalarından bıkmış usanmıştı. ‘Bir kere de onun dediği olmasın’ dediler. Oradaydım biliyorum. O günlerde hiç kimsenin Başbakan istifa etsin diye bir talebi yoktu. Başbakan bu talebi bu öfkeyi alanlarda uyguladığı zulümle adım adım kendi yarattı. Zulüm arttıkça öfke de sayı da artı.

Takvimler 31 Mayıs’ı gösterdiğinde şafak vakti polis Gezi Parkını gaz bombası yağmuruna tuttu. Hiç bir şey yoktu. Gezi Parkında ağaçların altında çadır kuran sabahları ağaçlara ve kuşlara tekmil veren insanlar vardı. Ve bun insanların elinde hiçbir şey yoktu. İnsanlar gaz bombalarıyla gezi parkından adeta sürüklenircesine atıldı. Sonradan ‘zabıta’ olduğunu öğrendiğimiz kişiler tarafından çadırları yakıldı. Ve bütün ülke, bütün dünya gözünü Taksime çevirdi. İnsanlar akın akın Taksim’e gelirken Başbakan her konuşmasında söylediği sözler ve uygulattığı şiddetle elini yükseltiyordu. O gece ömrü hayatında herhangi bir gösteriye hiç katılmamış insanların yüzünde öfkeyi gördüm ben. Başbakana yönelik kızgınlığı ve isyanı gördüm. Gece boyu süren protesto gösterilerinde onlarca insan yaralandı, kör oldu. Vali, Bakan ve Başbakan tüm bu yaşananları ‘Kamu malı’na zarar verdiler ‘diye açıkladı. Bazı göstericilerin yani kamunun elinde taşlar vardı evet kendilerini korumak için taş atıyorlardı ama çoğunun elinde bir şey yoktu ve devlet kamu malına zarar gelmesin diye kamuyu gaz bombalarıyla öldürmeye çalışmaktan ve hatta öldürmekten geri durmuyordu.

Başbakan’ın ‘yüzde ellisini’ evde zor tuttuğu dışında tüm ülke artık ayaktaydı. Ve yine Başbakanın dediği gibi mesele üç beş ağaç meselesini aşmıştı, artık ideolojikti. Başbakan haklıydı, biliyordu çünkü eylemleri bu noktaya getiren ta kendisiydi. İnsanlar Başbakanın bu kibrine bu dediğim dedik çaldığım düdük tavrına isyan etmişlerdi. Yıllardır sessizce biriktirdikleri öfke isyana dönmüş sokaklara dökülmüştü. Zulmün kısmak istediği ses nara olmuştu.

Velhasıl Başbakan’ın kibri ve zulmü ömrü hayatında yan yana durmayan, duramayan insanları yan yana getirdi. İnsanlar daha önce hiç tanımadıkları konuşmadıkları hatta ve hatta ürktükleri insanlarla yan yana durdu, direndi, yarasını sardı. Çatışmanın ortasından çekip çıkardı hatta önüne geçti.

İnsanlar bu zulüm sayesinde 30 yıldır süren savaşın medya tarafından nasıl manipüle edilip yönlendirildiğini anladı. Polisin gaz bombasının hedefinin sadece ‘terörist’ler değil muhalif herkes olduğunu, muhalif olan herkesin ‘terörist’ sayıldığını ve ‘terörist’ denen sosyalistlerin- devrimcilerin barikatlarda onların önüne geçerek canlarını feda edercesine vuruşan kardeşi olduğunu gördü. Ondan uzak durmayı değil ona sarılmayı onunla yan yana durmayı öğrendi.

İnsanları birbirine kopmaz bağlarla bağlayan şeylerden biri birlikte zulüm görmeleri ve birlikte direnmeleridir. 25 gün boyunca kendini farklı kimliklerle tanımlayan insanları Başbakan’ın zulmü birleştirdi. Ve artık ayrılmaları pek mümkün değil.

Bundan sonra ne olur bilmiyorum. Ama herkes biliyor ki artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Başbakan’ın yüksek demokrasisinden değil ama gaz bombalarından gözleri her daim yaşaran insanlar gerçek demokrasi bu ülkede hayat bulana dek evlerine dönecek gibi görünmüyor.

Yukarıda da söylediğim gibi bütün bunlar en çok zulmüyle bize destek olan kendi kurduğu ‘saltanatı’ kendi eliyle yıkmak için günlerdir uğraşan Başbakan Erdoğan sayesinde oldu. O yüzden kendisine tırnak içinde de olsa teşekkür etmek gerek. Teşekkürler Başbakan… İstiklal Caddesinde yazıldığı gibi ‘Ay resmen sayende devrim oluyor’.