Bir seçimin daha sonuna geldiğimiz şu müstesna günde satırlarıma seçim öncesi yaptığı tahminlerde kendi gönlünden geçenin gerçek olacağını düşünüp hayal kırıklığına uğrayan liberal, demokrat, solcu, laik, Atatürkçü, ”devrimci” ve hatta “komünist” arkadaşları selamlayarak başlamak istiyorum. Ki bu yazının muhatabı onlardır. Aralarında bana çok kızacak, “hadi be sende” deyip yazı daha bitmeden bu sayfadan ayrılacak olanlar var bu yüzden selamı baştan vereyim dedim.

Büyük büyük beklentilerle “sonuç” hazırlıkları yapılan ama nedense “başlangıç” seviyesi hep geçilen bir seçiminin daha sonuna geldik. Siz bu satırları okurken seçim sonuçları açıklanmış da olabilir açıklanmamış da. Anlayacağınız üzere ben bu yazıyı seçim sonuçları açıklanmadan yazıyorum. Çünkü bazen ne olacağını kimin ne söyleyeceğini bilmek için illa sonucu görmek gerekmez. Bu güne dair haftalar öncesinden yapılan değerlendirmeler, yapılan anketlere ilişkin söylenen sözler, kimin kime ne saikle oy vermesi gerektiğine dair yapılan “öğretici” konuşmalar ve geçmiş seçimlerden sonra söylenen sözler rehberimdir. Ve bu yazı biraz da her seçim sonrası tekrarlanmasından artık gına gelen o sözler ve o koca koca değerlendirmeler tekrarlanmasın diyedir.

Sandıktan çıkacak sonuçla ilgilenen bütün kesimlerin sandıktan çıkan sonuçtan memnun olmayacağı bir seçim daha yaşandı ve bitti. Yani sonuçlar ne olursa olsun seçimlerin bir kazananı yok.

Sonuçlar açıklanmaya başlar başlamaz sandıktan çıkan sonuçtan memnun olmayan bütün kesimler halkın ne menem bir halk olduğu ile ilgili değerlendirmeler yazmaya başlayacak. Ve bu tepkilerin hatırı sayılır bir bölümü AKP’ye oy verenleri aşağılayan, koyun sürüsüne benzeten, makarna için oyunu satan erdem yoksunu cahil görenlerden oluşacak. Aziz Nesin’in hangi saikle dediğini bile unuttuğumuz ama her seçim döneminde hatırladığımız “Türk milletinin yüzde 60’ı aptaldır” iddiası yeniden gündeme gelecek. Kendini yüzde kırklık azınlık içinde sayan bir kitle sosyal medyada, sokakta, kahvede kısaca bulabildiği her ortamda “bu halk adam olmaz” diyecek. CHP, “oyları böldü” diye HDP’ye kızacak, HDP, CHP’ye oy veren Alevi ve Kürtlere bağıracak. Ama kimse “biz ne yapmadık da AKP’ye verilen oyları bölemedik” demeyecek.

Bundan 10 ay önce bu ülkede yüz binler polis şiddetine rağmen sokağa çıktı. Görülmemiş büyüklükte bir direniş yaşandı. O direnişi yaratan bu halktı… Ve aynı halk Başbakan sürekli sandığı, seçimleri gösterirken evine dönmedi. Demokrasinin tek göstergesinin sandık olmadığının yanıtı günlerce süren direnişle verildi. Sokaklarda öldürülen çocuklarının hesabını sokaklarda sordu.

Peki şimdi, şu saatlerde “bu halk adam olmaz” diyen Gezi’de sokağa çıkan yüz binlerin kendine oy vereceğine emin hatta bu kitlenin kendi kitlesi olduğu iddiasındaki partiler ve partililer ne yaptı? Seçimlere iki ay kala sandıktan demokrasi çıkacağına kanaat getirip yıllar boyu çalmadıkları kapıların önüne broşür bırakmak, gökyüzünü göremeyeceğimiz şekilde pankart asmak dışında… Her seçimde olduğu gibi sarı saçları ve kırmızı ojeleriyle gecekondu mahallerinde broşür dağıtıyor olmanın ne kadar büyük bir fedakarlık olduğunu düşünen ablalar, jilet gibi takım elbisesi ve rugan ayakkabılarıyla çamurlu yollarda yürüme nezaketi gösteren kravatlı abiler gördük. Bir sonraki seçimlere kadar görmemek en büyük dileğimizdir…

SEÇİM SONUÇLARININ SIRRI

Evet… Gelelim her seçimden sonra sorduğumuz ve eskitemediğimiz o soruya; ne verdin ki ne istiyorsun? Seçim sonuçlarının sırrı, CHP’lilerin çokça kızdığı Sırrı Süreyya Önder’de değil “bu halk adam olmaz” değerlendirmesindedir.

İki slogan ve bir pankartla halka “bilinç” şırınga ettiğini sanıp seçim sonrası "bu halk adam olmaz" diyen ve kendini “aptal olmayanlar safında gören insan, sen hem "adam" olmazsın hem de aptal olan sensin. Hiçbir çaba ve emek harcamadan bedel ödemeden sizin arkanızda olacak, siz ne buyursanız eksiksiz yerine getirecek bir halk yok. Bakınız seçim sonuçlarıyla birlikte Erdoğan da bunu görecek/gördü.

Siz onlara güvenmeyeceksiniz ama onlardan size güvenmesini isteyeceksiniz. Siz onlara inanmayacaksınız ama onlardan size inanmasını isteyeceksiniz. Siz onları beğenmeyeceksiniz ama onlardan sizi beğenmesini isteyeceksiniz. İlla önünde olduğunuzu düşündüğünüz nasıl yaşadığına ne istediğine dair bir fikir üretmediğiniz ezberlerle konuştuğunuz bir halktan arkanızda olmasını istemek, beklemek gerçekten büyük bir iddia ama bu halkla gerçekten olmaz.

Halk dediğiniz şey bu ülkede yaşayan insanlardan yani biraz da sizlerden oluşuyor. Yani sizin gibi korkak, cahil ve belki de cesur insanlardan. Kendinizi onlardan soyutlayıp, başka anlamlar katınca gerçekten o büyük anlamlara sahip olamıyor. “Ben akıllıyım” demekle akıllı olunamadığı gibi “ben bu halkın en çok bileniyim, aydınıyım, önündeyim, önderiyim” deyince olunamıyor. Bazen öndeyim derken gerisinde kalmış oluyorsun. Bunu herkese ve her şeye rağmen yüz binlerin sokaklara çıktığı Gezi’den de öğrenemediyseniz daha ne vakit öğreneceksiniz?

Seçim sonuçları üzerinden halka kızıp söylenmek yerine “biz nerede yanlış yaptık” sorusunu sorar ve gereğini yaparsanız belki bir sonraki seçimlerde istediğiniz sonuca “yetmez ama evet” diyebileceğiniz bir sonuç elde edebilirsiniz. Ve işe halkın önünde olmaya çalışmak yerine yanında olmaktan başlayabilirsiniz. Bakınız Gezi’de oldu ve çok da güzel oldu…

Son sözüm kendini "devrimci" hatta komünist diye tanımlayıp Gezi’de yediği onca gazı, yarattığı o muazzam direnişi unutup, umudunu sandığa bağlayan, istediği sonuç sandıktan çıkmayınca "yuh" diyen arkadaşlar haberiniz olsun sizin de ağzınıza terlikle vurasım var. Gezi'deki çocuklar sandıktan, seçimlerden, sandıktan çıkan/çıkacak sonuçlardan değil yoldaşları ve halkı için kendini feda eden Mahir'lerden cesaret aldı. O sebeple 30 Mart “Seçim” değil Kızıldere'dir…

Gezi Direnişi sadece iktidara karşı bir duruş değil, halkı hafızasız, aptal, korkak sananlara da atılmış bir tokattır. Gezi’de halk iktidarın tahakkümüne karşı “Biz varız” diyerek sokağa çıkarken, sağa sola bil cümle yönlere bizi kalıplara sokup kendi istediğiniz şekli vermeye çalışmaktan vazgeçin de demiştir. Yani bizim 1 Haziran’ımız 1000 seçime bedeldir. Siz hala anlamadınız mı?

Çıkmadık candan umut kesilmezmiş. Benim de son umudum erken yazılmış bu yazıda yaptığım bütün değerlendirmelerin yalan, yanlış çıkmasıdır. Tekrar selam eder ve her ne olursa olsun Gezi’yi unutmayalım derim…