Devlet birçok şeyin yanı sıra içinde doğduğu toplumun zihniyetinin de bir ürünü. Eğer toplum ataerkil bir zihniyetin egemen olduğu bir toplumsa devleti yönetenlerin de yönetme biçimi bunu yansıtır. Geleneğin yol göstericiliğinde itaat temelli bir devlet yapısı oluşur.

Eğer toplum bir “piyasa toplumu”ysa devletin de bu “piyasa toplumuna” göre yapılanması normaldir. Yok eğer toplum “demokratik” zihniyete sahip bir toplumsa devletin de bu demokrat zihniyete göre yapılanması yine beklenen bir durum olur.

Eğer devletin bu yapılanışlarıyla toplumun zihniyeti arasında bir uyumsuzluk varsa, o toplumun da huzursuz bir toplum olması kaçınılmazdır. Bu durum, devleti yönetenlerle toplum arasında değişmek ve değişmemek üzerine çatışmacı bir iklimin oluşmasına yol açarak bu huzursuzluğu üretir. Nitekim bugün başta Mısır olmak üzere bütün Orta Doğu coğrafyasındaki olanlar biraz da bu nedenle.

Aslında bizdeki huzursuzlukların da temeli bence benzer. Bizde de toplum değişmiş ve fakat devlet yapılanması “kuruluş” döneminin zihniyetiyle var olmaya devam ettiğinden çatışmacı bir iklim doğmuş durumda. Devlet, sanki bu ülkenin insanları aynı etnik kökene, aynı dini inanca aynı kültürel kodlara sahipmiş gibi bir zihni arka planla davranmakta ve fakat toplum da her geçen gün farklılıklarını öne çıkarmaya çalışmakta. En azından Kürtler, Aleviler ve Sünni Müslümanlar açısından bu böyle.

Fakat bugünlerde Sünni Müslümanların içinden çıkmış bir parti, devleti, deyim yerindeyse devralmak üzere. Her geçen gün kendine güveni yükselen AKP, önümüzdeki seçimleri yalnızca yeni bir “hükümet” kurmak için değil yeni bir “devlet” kurmak için bir adım olarak görüyor.

Doğrusu bunda bir beis görüyor da değilim ben. Öyle ya AKP, seçimlerle işbaşına gelmiş bir parti olarak ve bu değişimi de referandumlarla yapmayı düşünen bir parti olarak böyle bir amaca da sahip olabilir. Bunda bir sorun yok.

Sorun olsa olsa AKP’nin düşündüğü devlet yapılanmasıyla toplumun zihniyeti arasında bir uyumun var olup olmadığı ve dolayısıyla böyle bir adımın toplumun özlediği huzuru getirip getirmeyeceği. Bence sorun burada.

Zaman zaman Başbakan Erdoğan’ın bazı davranış ve sözlerinden toplumun zihniyet dünyasındaki değişimi görmediği izlenimi ediniyorum ben. “Milli görüş” gömleğini çıkardıktan sonra toplumun “demokrasi” talebini görmesi ve ona uygun davranması onun başarısıydı ama geçen on yılda yaşananların bu demokrasi talebini de değiştirdiğini görmemesi bence bir sorun. En son Kılıçdaroğlu’nun “bedelli” önerisini “referanduma” götürürüz derken “nükleer santral” konusunda sessiz kalması, ya da HES’ler konusundaki tutumu gibi.

Fakat bunların da ötesinde, belki de ülkede gerçek bir “muhalefet”in olmamasının da yarattığı bir nedenle Erdoğan’ın, devralacağı devleti gerçek anlamda demokratik bir devlete dönüştürebilmesi pek mümkün görünmüyor. Çünkü Erdoğan henüz daha, toplumun “demokrasi” taleplerinin, benimsediği “temsili demokrasi” kalıplarını aştığını görmüyor. “Katılım” sözcüğünü bu kadar ender kullanması da bence o nedenle.

Kim bilir belki de bundan dolayı AKP’nin devleti değiştirmek yerine devletle uzlaşmaya çalıştığı gibi bir izlenim oluşuyor. Askerle atılan adımlardan sonra Savcı Zekeriye Öz’ün görevinden alınması yargıyla da benzer bir adım mı atılıyor sorusunu sorduruyor. Tabii bir de son gelişmeleri kendi hamlelerini zorlaştıran gelişmeler olarak okumuş olup olmadığını da...

Bunların hiç birini bilemeyiz. Ama bilinebilecek bir şey varsa o da 600 yıllık bir geleneğin içinden oluşmuş bizim devletin öyle kolayına değişecek bir devlet olmadığı. Üstelik Erdoğan’dan yansıyan dönemini bitirmiş “temsili demokrasi” anlayışıyla bunun hiç olamayacağı.

Ve tabii bir de demokratik bir toplum kurma hayalinin öyle kolayına gerçekleşebilecek bir hayal olmadığı.