Dün yine yedi kişi öldürüldü. İnsan bu ölümler karşısında Bob Dylan’ın o ünlü şarkısı “Blowing in the wind” şarkısını hatırlamadan edemiyor. “Evet, kaç ölüm olmalı onun ne kadar çok insanın öldüğünü bilmesi için?” diyor şarkısında Bob Dylan. (Yes, ‘n’ how many deaths will it take till he knows that too many people have died?). Dylan bu şarkıyı Vietnam Savaşı öncesinde söylemişse de, şarkı, özellikle 60’lı yılların sonlarına doğru Amerika’da Vietnam savaş aleyhtarlarının, yani barışseverlerin dillerinden düşmeyen bir şarkı olmuştu.
Son günlerde neredeyse her iki taraftan da onar onar insanların öldürüldüğünü gördükçe insan etrafına bakıp nerede bizim “Savaşın bitmesi gerektiğini kaç insan ölünce anlayacağız” diyen “savaş karşıtlarımız”, nerede savaşın, insan öldürmenin günahların en günahı olduğuna inanmış“dindarlarımız” ve nerede insan hakları konularında duyarlı olduklarını söyleyen “laiklerimiz”diye kendi kendine sormadan edemiyor.
Son günlerde her iki taraftan da birtakım yumuşama sinyalleri gelmekteyse de bu sanki hiç bitmeyecekmiş gibi süren savaşın biteceğine inanmak çok zor.
Zor çünkü bir zamandan bu yana Kürt sorununda bir tür “kötücül denge” diyebileceğimiz bir denge durumu var. Her iki taraf arasında diğeri ne yaparsa yapsın ben bu işi silahla halledeceğim anlayışının yarattığı bu durum her iki taraf için de “savaş” seçeneği anlamına geliyor.
Ve sonuçta savaşıyoruz. Hemen hemen her gün onlarca genç insanımızı toprağa veriyoruz, törenli ya da törensiz...
“Kötücül denge”yi aşmanın en etkili yolu ise taraflar arasında bir “güven köprüsü” kurabilmek. Tabii “güven köprüsü” kurabilmenin yolu da “konuşmak”tan, ya da “konuşmanın yolunu”açmaktan geçiyor. O nedenle de insan, AKP’den yükselen silahların bırakılması koşuluyla“müzakere” edebiliriz mesajlarını konuşmaya başlama mesajları olarak okumak istiyor. Bazıları tarafından çok “naif” bulunsa da...
Güvensizliğin Kürt tarafında çok daha derin bir duygu olduğunu söylemek gerek. Türk tarafı, “Kürtler her adımda yeni bir şey isterler” ya da “onlar isteyince başkaları da ister, bu da bizi bölünmeye götürür” diye düşündüğünden Kürtlere güven duymuyor; Kürt tarafı ise çok daha eskilerden, Osmanlı’dan gelen “Osmanlı’nın oyunu bitmez” anlayışından dolayı “oyuna”gelmeden kazandıkları kaleleri teslim etmek istemiyor. Yani kısacası bu güvensizlik iklimi ve sonuçta oluşmuş olan “kötücül denge” kendi sosyolojisi olan bir durumun sonucu ve aşılması da o nedenle kolay değil.
AKP’nin kongresi yaklaşırken oluşmakta olan havadan yeni bir barış arayışı olur mu diye düşünürken sorunun çözümümün MİT’in PKK ile görüşmesinden çok Türklerin Kürtlerle ilgili dillerini ne ölçüde değiştirdiğinin daha önemli olacağını söylemek gerek. “O kadar da değil!” diyerek ya da kuru bir“din kardeşiyiz” muhabbeti yaparak değil karşılarında diğer yurttaşların sahip oldukları hakları talep eden bir toplum olduğunu düşünerek davranmaları ve konuşmaları gerek. Çünkü ancak böylelikle sorunun çözümü için gereken barış iklimi yaratılabilir ve bu iklim içinde de sorun çözülebilir.
Bob Dylan şarkısında sorduğu soruya kendi cevap veriyor: “Cevap, dostum, esen rüzgârda!”Yani cevap özgürlüğü teninizde ve ruhunuzda hissedeceğiniz barış rüzgârında.
Önce bu rüzgârı yaratmak gerek.