Doğaya aykırı olan en büyük acı, evlat acısı.

Siyaset hayatın her yerinde var.

Adı üstünde siyaset, en resmi en kalın elbisesi insanın hayatın içinde mesafe almak için büründüğü.

Hele bir de siyaseti meslek haline getirdiğini ilan ettiyse insan, onun davranışların da ve sözlerinde tutarlılık, anlam aramak: kolunu burkmak istiyorum ama canın yansın istemiyorum, demek kadar saçma.

Halkının özgürlüğü için savaştığını söyleyen PKK şehre inip savaşı okuluna gitmek için evden çıkan çocukları, ekmek almaya giden anneyi, evinin çatısına çıkıp su deposunu onarmak isteyen babayı, kendine barikat yapınca daha çok kirlendi siyaset denen insan giysisi.

Çocuklar anne babaları öldüğünde büyülermiş.

Annenin evladını kaybetmesi onu toprağa vermesi hayatın akışına aykırı, herkesin dua ettiği sıralı ölümün karşıtı bir durum.

Annem öldüğünde o kadar canım yanmıştı ki üç gün bedenim insanların arasında ruhum onu seyrederken bulmuştum kendimi.

İnsanlar hüzünle bana bakıyor ve yine eskisi gibi hastalandığımı düşünüp beni izliyorlardı.

Evimdeydim ve birden, yeniden bedenime girip hayatımı devam ettirmeye karar vermiştim. Çünkü ben bir anneydim. Bir oğlum vardı. Onun için hayatıma devam etmem gerekiyordu. Ben de yaşamakla ilgili sorumluluklarımı hatırlayıp kendime gelmiştim.

Sorumluluklarımız bizi biricik olduğumuza inandırır.

Anne için evladı 100 yaşında da gelse mutluluğundan sorumlu kişidir.

Annem, siz ayrı evlerde yaşıyorsunuz diye biz her gece rahat mı uyuyoruz, derdi. Sizin evinizdeki problem bizim uykularımızı kaçırmıyor mu sanıyorsunuz?

Oğlumun yan odadan gelen kahkaha sesi, yolda yürürken salınışını görmek bana her zaman hayatın yolunda olduğunu hissettirir.

Evlat acısının karşısında tüm sesler manasını yitirir.

Annesi için evladı inşa ettiği hayatının sıvasıdır.

Şimdi HDP, Özgür Kadın Kongresi, Demokratik Bölgeler Partisi, Halkların Demokratik Kongresi, Öcalan’dan 500 gündür haber alamadıkları için açlık grevine girdiklerini ilan ettiler.

Meclisten bir partinin böyle bir şeye dahil olması benim tuhafıma gidiyor. Diğer üç parti anayasa komisyonuna onları çağırmadıkları için güçlü bir tepki verseler bunu anlarım.

Hendek savaşlarında sivil halkın ölümüyle ilgili süresiz açlık grevine girseler onu da anlarım.

Sorumluluk egomuz kadar bizi kuşatan bir şeydir.

Ben ne zaman bir ölüm haberiyle karşılaşsam insanların duygularını düşünürüm. Başın sağ olsun lafı bana hep itici gelir.

Bu ülkede Kürt halkı kadar yalnız bir ırk var mı bilmiyorum.

Hiç birimiz kendimizi güvende hissetmiyoruz. Ama öğretilmiş şartlı refleksimizle yolların çeşmelerin camilerin bizim için yapıldığını düşünüyoruz. Hastaneler okullar bizim için var. Kanun bizi korumak için var. Böyle inanmak isteriz.

Acınızı, sevincinizi umursamayan sürekli kızgın bir babanızın olduğu, kapınızın her an çalmadan açılacağını düşündüğünüz bir evde ne kadar huzurlu yaşar, kendinizi güvende hissedersiniz.

Düşüp kafanızı yardığınızda nasılsın, hala ağrın var mı diye sorulma ihtimali olmayan bir evde nasıl yaşar insan.

Çocuklarınızla birlikte geleceğinizin kendi haline bırakıldığı bir yer de güvende hisseder mi insan.

Dolmabahçe Sarayındaki konuta toplantı için cumhurbaşkanı ya da başbakan geldiğinde iskelede, damlarda silahlı askerleri gördüğümde bana hayat normal gelmiyor.

İnsan her dakika sokağa çıkma yasağının olduğu, evlerinin duvarları silah kurşunlarıyla dövülürken, nasıl sabah kahvaltısı hazırlama arzusu duyar ki.

Akşam ne pişireceğini düşünebilir mi?

Oğluna ders çalış diyebilir mi?

Oğlunun cansız bedenini, al bu senin oğlun diye önüne getirdiklerinde hangi anne taş kesilmez ki.

Kürt annelerinin yürekleri parçalara bölünmüş.

Yaşamak sorumluluktur.

Biriyle göz göze geldiğiniz de bile gülmek sorumluluktur.

Bir partiye oy vermek gelecek için ona güvendiğinin bir göstergesidir. Bu diğer tarafa sorumluluk yükler. Hak devredilmiştir. Bunu gözetmek şarttır.

Allah dağına kar versin diye dua eder insan.

Tanrım taşıyabileceğimiz kadar yük ver bize der kul.

Acının görmezden gelinmesinin vebali insan olan için hissedilir bir ağırlıktır.