Öncesi:

YAZI DİZİSİ-1: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

YAZI DİZİSİ-2: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

YAZI DİZİSİ-3: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

YAZI DİZİSİ-4: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

YAZI DİZİSİ-5: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

Eyyüp Demir / Demokrat Haber

İTTİFAK GÖRÜŞMELERİ VE SEÇİMLER

Türkiye’de bazı adımlar atılsa da insan haklarına dayalı bir demokrasi eksikliği yaşanmaktaydı. Devlet içindeki yolsuzluklar, gelir bölüşümündeki adaletsizlikler, üretimsizlik ve toplumsal kriz Türkiye insanını belirsiz bir boşluğa sürüklüyordu. Kürtlerin yaşadığı illerde silahlar susmasına rağmen, ele avuca sığacak adımların atılmasında ciddi sorunlar yaşanıyordu. Ülkedeki bu siyasal açmazdan çıkışın yegane yolu belki de kurulacak geniş tabanlı bir sol ittifak olabilirdi. Özellikle de hükümetin içinde bulunduğu sıkıntılar göz önünde bulundurularak sol değerlere dayalı ve demokrasiyi hedefleyen tüm sol unsurların ortak girişimiyle yeni bir oluşuma gereksinim duyuluyordu. Ki, HADEP 4. Olağan Büyük Kongresinde de Türkiye halkıyla buluşma yönünde kurulacak bir birlikteliğin de yolu açık tutulmuştu.

Asıl sorun bu bağlam içine kimlerin gireceği ve nasıl bir birlikteliğin kurulacağı noktasıydı. Sol ittifak için “sosyal demokrat” kesimden CHP, solun diğer kanadında ise daha çok “sosyalist sol” olarak bilinen EMEP, ÖDP, TKP gibi partiler yer almaktaydı. Ancak daha sonrasında CHP ve ÖDP içinden kopan grupların gerçekleştireceği yeni oluşumlar da bu kapsam içine dahil oldu.

Altan Öymen’in genel başkanlığı sırasında CHP, HADEP ile kurulacak bir ittifaka sıcak bakıyordu. Fakat CHP Genel Başkanlığı’na Deniz Baykal’ın gelmesiyle bu yakınlık kalkmıştı. Deniz Baykal ile yaşanan çatışmalar nedeniyle Erdal İnönü’nün CHP’den istifası, Fikri Sağlar’ın CHP’den ihracı, Mehmet Moğultay’ın bir basın toplantısıyla partiyi terk etmesi, Murat Karayalçın’ın Parti Meclisi üyeliğinden ayrılmasıyla birlikte CHP tümden Deniz Baykal’a bırakılmıştı.

Sosyal demokrat cephedeki bu parçalanma ayrılanları yeni arayışlara itti. Erdal İnönü’nün ismi etrafında, İtalya’daki sol unsurların tümünü kapsayan ve gerçekçi bir program etrafında bir araya gelen güç birliği ve seçim işbirliği yapan “zeytin dalı” modeline benzer bir yapılanma tartışılmaya başlandı. Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV)’nın 7. Kuruluş yıldönümünde de bir araya gelen kimi sosyal demokratlar bu modele uygun yeni bir oluşum ihtiyacını yüksek sesle dile getirmişlerdi.

Sosyalist solda da benzer bir durum söz konusuydu. ÖDP içindeki parti içi çatışmalar kopuşla neticelendi. ÖDP muhalifleri, başta Mihri Belli olmak üzere aralarında Akın Birdal, Veysi Sarısözen, Celal Beşiktepe, Mustafa Kahya gibi muhalif isimlerin bulunduğu 35 kişi partiden ayrıldılar. ÖDP’den ayrılanların amacı da partileşerek bir sol ittifak gerçekleştirmekti.

HADEP’in hedefinde ise “sosyal demokrat” ve “sosyalist sol”u da kapsayan geniş tabanlı bir ittifak projesi vardı. HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak’ın bu yönlü söylemleri, kamuoyu nezdinde de tartışılıyordu. Bozlak, yaşanan kopuşların Türkiye’deki boşluğu doldurmaya yönelmediği taktirde “küskünler hareketi” gibi gelişmesi durumunda bunun yaşama şansının çok az olduğu inancındaydı. Bozlak, “Erdal İnönü bir parti kurar ve bizimle görüşmek isterse biz buna hazırız. Emek ve demokrasi güçlerini bir araya getirecek bir oluşumla birlikte oluruz; ittifak yaparız” (Radikal, 10 Nisan 2001) diyerek, İnönü olmasa dahi yine bu düşüncenin önemli olduğunu ve ittifak kurulması gerektiğini savunuyordu.

Murat Karayalçın’ın CHP’den istifası, ittifak umudunu daha da arttırdı. Karayalçın’ın istifasıyla birlikte sosyal demokrat cephede yeni oluşum tartışmaları da hız kazandı. Karayalçın sosyal demokrat cepheden yeni partinin işaretini verirken, ÖDP içinde istifa edenler de sosyalist solda yeni partileşme sinyalleri vermişlerdi.

Solda birlik bir özlem olarak duruyordu. HADEP’li yöneticiler, Türkiye’deki demokrasi güçleriyle güç birliği ve ittifak çağrılarını her seferinde yineliyordu. HADEP bu çağrılarla demokrasiyi hedefe koyan bir karma Türk-Kürt partisinin kurulmasını öneriyordu. Bunun içinde ÖDP ile birlikte ÖDP’den ayrılan sosyalistlerin, CHP’den ayrılan sosyal demokratların, bazı marjinal çevrelerin ve duyarlı davranan tüm solun katılacağı bir birlik önerisinin bu özlemi giderebileceği düşüncesindeydi.

Kısa bir süre sonra yukarıdaki fikirler harekete geçti. Solda parti çalışmaları yürüten Murat Karayalçın ile HADEP arasında görüşmeler yapıldı. Bu görüşmelerde İtalya’daki “zeytin dalı” modeli ve seçim ittifakı olmak üzere çeşitli seçenekler üzerinde değerlendirmelerde bulunuldu. Burada HADEP’in temel düşüncesi, hem seçmenin parlamentoda temsil isteğini, hem de birlik idealine uygun en geniş uzlaşmayı yakalamaktı. Karayalçın ise, HADEP’ten transfer yapmayı düşünüyordu. Karayalçın “HADEP’ten transfere açığız” derken, Bozlak da “Geniş bir güçbirliğine sıcak bakıyoruz; amaç iktidarı hedefleyen bir yapıdır.”(Cumhuriyet, 8 Mayıs 2002) diyerek Türkiye’deki demokrat, ilerici güçler arasında güç birliğinin sağlanmasını işaret ediyordu.

HADEP ile Karayalçın arasındaki görüşmeler birçok çevre tarafından izleniliyordu. Bu görüşmelerde HADEP net bir politika izlerken Murat Karayalçın ise sürekli kaçamak bir politik tavır sergiledi. Örneğin HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak, “Karayalçın’la görüşmeler var, uzun süredir görüşüyoruz. Geniş tabanlı bir parti oluşturma çabamız var” derken, Murat Karayalçın ise kaçamak cevaplarla ve biraz da savunma psikolojisiyle “Tabii ki görüşeceğim, ama kurumsal bir ilişki söz konusu değil” diyerek ikircikli bir yaklaşım sergiliyordu. Benzer şekilde Murat Karayalçın’la birlikte hareket eden Fikri Sağlar’ın da bir mülakatında “HADEP’le işbirliği yapar mısınız?” sorusuna verdiği şu yanıt bu kaçamak politikanın bir sonucuydu: “Partinin kurucuları içinde Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Araplar, Kürtler, Türkler, Türkiye’nin bütün zenginliklerinin olmasını istiyoruz.” (Derya Sazak, Fikri Sağlar’la Röportaj, Milliyet, 13 Mayıs 2002) diye cevaplıyor ve açık bir yanıt vermiyordu. Fikri Sağlar da kurumsal anlamda işbirliğini yanlış bulduğunu ama, bazı Kürt arkadaşlarla görüştüklerini belirtmişti.

Bu konuda tam bir mutabakat olmadığı için SHP’nin kuruluşu sık sık ertelendi. Karayalçın “dışlanmış çoğunluğun partisi” dediği Sosyal Demokrat Halk Partisi (SHP)’ni nihayet 24 Mayıs 2002 tarihinde kurdu. HADEP’ten de kurucular alacakları yönünde bazı noktalarda mutabık olsalar da dilekçenin İçişleri Bakanlığı’na verildiği gün 152 kurucunun içinde hiçbir HADEP’li bulunmuyordu.

SHP kurulmadan önce Karayalçın’ın “HADEP’ten transfer” fikri HADEP içinde de tartışılmıştı. Ancak bu fikir HADEP yönetiminin bazı kesimleri tarafından uygun görülmedi. Ki, o dönemlerde HADEP’ten 30 kişinin SHP’nin kuruluşunda yer alacağı fikrine sıcak bakan HADEP’li yöneticiler de vardı. Ancak parti içindeki tartışmalarda buna karşı çıkanlar olduğu için kabul görmedi.

SHP’nin tüzük ve program taslağı üzerinde HADEP’liler de çalışmıştı. Tüzük ve program taslakları üzerinde değişiklikler yapılarak kendi görüşlerini SHP’ye iletmişlerdi. Hangi boyutta birlikteliğin olacağı neredeyse karar altına alınmıştı. Buna göre HADEP’in tüzel kişiliği devam edecek, HADEP’ten bir grup SHP’ye geçecekti. Gelişmeleri değerlendiren HADEP Genel Başkan Yardımcısı Osman Özçelik, “Biz HADEP’li arkadaşlarımıza bu parti çalışmasında isterlerse yer alabileceklerini, serbest bırakacağız. Yöneticilerimiz, arkadaşlarımız orada yer alabilirler.” (Ünlem Dergisi, 31 Mayıs-14 Haziran 2002) diyordu.

SHP’nin kaçamak politikası, kurulduktan sonra da sürdü. Partinin program ve tüzüğünün oluşturulmasında HADEP’i de katmak isteyen Murat Karayalçın, kuruluşunun hemen akabinde yaptığı açıklamada SHP’nin HADEP’le ya da başka bir partiyle birleşme görüşmesi ya da bu anlama gelebilecek bir ilişki arayışı olmadığını açıkladı. Ancak çok sayıda HADEP’liyle görüştüğünü “kendilerinin de SHP’in kuruluşunda bizlerle olmalarını” (Posta, 31 Mayıs 2002) istedikleri belirtiyordu.

SHP’nin ve sosyal demokratların kaçamak politikalarını en iyi gazeteci Yıldırım Türker özetliyordu: “Merkezim, Solum, Yasam; durduğum yeri asla belli etmemek, halkı ürkütmeden, sağı irkitmeden, orduyu incitmeden, ikbal yoluna baş koymaktır.” (Radikal, 1 Haziran 2002) Doğrusu Türker’in bu tespitleri SHP’nin politikasını çok açık ve net olarak ortaya koyuyordu.

SHP’nin kurulmasından sonra Haziran’ın 10’unda Murat Bozlak ile Murat Karayalçın SHP Genel Merkezinde buluştu. Kameralar karşısında yapılan görüşmede Karayalçın, demokrasi ve sosyal demokrasinin kurulması ve gerçekleştirilmesi için HADEP’le yakın işbirliğine girmek istediklerini, Bozlak ise, sorunları el ele vererek aşacaklarını, kaydetmiştiler.

HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak ve SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın erken seçim kararından önce bir kez daha Temmuz’un 4’ünde bir araya geldiler. Bu görüşmede bir anlaşmaya varılmıştı. Ancak beklenmedik bir gelişmeyle Karayalçın bu anlaşmadan vazgeçti. Karayalçın’ın ittifak görüşmelerindeki bu ikili yaklaşımları HADEP’i patlama noktasına getirdi. HADEP Genel Başkan Yardımcısı Osman Özçelik, “Bize kendi koşullarını dayattılar. Böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil” (Evrensel, 5 Temmuz 2002) diyerek Karayalçın’ın bu tavrına tepki göstermişti. Genel Başkan Bozlak ise, ittifakın kurulmaması yönünde Karayalçın’a “yukarı”dan bir engellemenin geldiği düşüncesindeydi. Bozlak, “Kimler engelledi bunu bilmiyorum.” (Özgür Politika, 9 Temmuz 2002) diyordu. Bu durum karşısında SHP Genel Başkanı Karayalçın ise kendisini savunurken şunları kaydedecektir:

“İki partinin kurumsal birleşmesi söz konusu değil. HADEP yöneticileriyle partimizin kuruluşundan itibaren görüştük, bize katılmalarını istedik. Tüzük ve program konusunda tartıştık. Ancak olmadı. Temaslarımız sürüyor. Kurumsal ilişki diyeceğimiz görüşme süreci içinde değiliz. Bizim önerimiz birleşme yerine seçim öncesi bir koalisyon.” (Sabah, 5 Temmuz 2002)

HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak ise SHP’nin bu konuda tutarlı bir politika izlemediğini, Karayalçın’a tepki göstererek, SHP’nin ne kurucuları arasında ne de yönetiminde hiçbir HADEP’linin bulunmadığını açıkladı. “Bundan sonraki süreçte de SHP’nin örgütlerinde HADEP’liler yer almayacaklar.”(Özgür Politika, 9 Temmuz 2002) diyerek, bu çerçevede tüm il örgütlerine bir genelge gönderdi.

SHP-HADEP seçim ittifakı görüşmeleri seçim kararının alınmasından sonra sürdürülse de bir netice alınamayacaktı. SHP daha önce uyguladığı benzer politikayı seçim ittifakı sırasında da sürdürdü. Ancak SHP’nin geri adım atması noktasında birileri tarafından uyarıldığı da açıktı. Nitekim Milliyet gazetesinin Karayalçın’la ilgili haberinde “Karayalçın’a derin uyarı” (Milliyet, 7 Eylül 2002) başlığı bir çok şeyi aydınlatıyordu.

Serpil Çevikcan’ın imzasını taşıyan haberde SHP’nin HADEP’le yaptığı “flört”ün devletin etkin iki kurumunda rahatsızlık yarattığını; MGK’da temsil edilen iki önemli kurumun üst düzey iki yöneticisinin SHP-HADEP yakınlaşmasını eleştirdiği yazılıydı. SHP’nin geri adım atması adeta Yıldırım Türker’i doğrulamış; SHP “orduyu incitmeden ikbal yoluna baş” koymuştu.

Seçim ittifakları HADEP ile Saadet Partisi arasında da sürdü. Saadet Partisi ittifak istemesine rağmen o da “derin” yerler tarafından uyarılınca vazgeçti. HADEP Genel Başkanı Bozlak, “SHP tehdit aldı bunu açık açık ortaya koyamadı, ancak Saadet Partisi bunu açıkça söyledi” diyerek ilginç bir belirlemede bulunmuştu.

Sosyal demokratlarla ittifak görüşmeleri neticesiz kalınca HADEP sosyalist solla ittifak görüşmeleri başlattı. Anayasa Mahkemesi’nin kapatılma tehdidi altında olan HADEP, DEHAP çatısı altında seçime gitme kararı aldı. HADEP’in bu önerisi Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Emeğin Partisi (EMEP) tarafından kabul edildi.

HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak, DEHAP Genel Başkanı Mehmet Abbasoğlu, SDP Genel Başkanı Akın Birdal ve EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel 5 Eylül 2002 günü HADEP Genel Merkezi’nde ortak bir basın açıklaması yaptılar. Bu toplantıda “Emek, Barış ve Demokrasi Bloku”nu oluşturduklarını ve seçimlere DEHAP çatısı altında gideceklerini açıkladılar.

3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde parlamentodaki tüm partiler seçim barajına takılarak topyekun tasfiye yaşadılar. DEHAP ise yüzde 6,2’lik oy oranıyla seçim barajı altında kalarak parlamentoya giremedi. Şayet girmiş olsaydı 51 parlamenteri meclise gönderecekti. İktidar partisi DSP yüzde 1,22’lik oyla dokuzuncu sıraya düşerken Ecevit’in korktuğu başına geldi; AKP yüzde 34,41’lik oyla tek başına iktidar koltuğuna oturdu. Karayalçın’ın partisi SHP ise yasal nedenlerden dolayı seçime girememişti.

İTTİFAKLAR, BLOK VE ADAY LİSTELERİ

DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin içine girdiği kriz seçimleri gündeme getirdi. MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin çağrısı üzerine 3 Kasım 2002 tarihinde erken genel seçim yapılması kararını alındı. Her siyasi parti gibi HADEP’in de ana gündem maddesi seçimler oldu.

DEHAPHADEP’in Anayasa Mahkemesi’nde görülen kapatma davası partinin üzerinde Demokles’ın kılıcı gibi sallandırılıyordu. HADEP kapatma tehdidi altındayken seçimlere girme noktasında bir tereddüt yaşadı. Bir süre sonra da HADEP, seçimden çekildiğini ve DEHAP çatısı altında seçime gireceğini açıkladı. HADEP’in bu kararı DEHAP’ı da yedek parti konumundan asıl parti konumuna taşıdı.

DEHAP, sosyal demokrasiyi savunan SHP ile sosyalist solu temsil eden ÖDP, EMEP ve SDP ile seçim ittifakı yapma düşüncesindeydi. Fakat bu istediği şekilde sonuçlanmadı. DEHAP; HADEP, EMEP ve SDP’nin yer aldığı “Emek, Barış ve Demokrasi Bloku”yla seçime gitme kararı aldı. Dört partinin 5 Eylül 2002 günü HADEP Genel Merkezi’nde yaptıkları ortak basın toplantısıyla da işbirliği resmiyet kazandı.

“Emek, Barış ve Demokrasi Bloku”nun ilanından sonra DEHAP ile SHP ve ÖDP arasında görüşmeler sürdü. Ancak listeler Yüksek Seçim Kurulu’na teslim edilinceye dek görüşmelerden bir sonuç alınamadı.

SHP, ileri sürdüğü koşullar nedeniyle işbirliğini zorlaştırırken, ÖDP’ninde kendilerinden ayrılanların kurduğu SDP’nin ittifaka dahil edilmemesi ve listede Kürt illerinde bazı yerleri talep etmesi bu işbirliğini engellemişti. Buna karşın ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras ise, SHP-ÖDP-HADEP ittifakının HADEP’in tutumu nedeniyle gerçekleşmediğini öne sürmüştü. Ufuk Uras, birlikte hareket ettiği TDP lideri Sema Pişkinsüt’le Radikal gazetesinin Ankara Bürosu’nu ziyaretinde, “HADEP ne söylediyse kabul edildi; ama nedense daha sonra önerilerinden kendileri vazgeçtikleri için bu işbirliği bozuldu.” derken HADEP’i sorumlu tutmuştu. Sema Pişkinsüt ise HADEP’e suçlamada bulunarak, “HADEP kendilerine sunulan Türkiye partisi olma olanağını reddediyorlar. Çünkü Türkiye’den değil, yurt dışından yönetiliyorlar”(Radikal, 16 Ekim 2002) diyerek adeta hedef göstermişti.

DEHAP aslında yapılacak geniş tabanlı bir seçim işbirliğine sıcak bakıyordu. Gerek SHP ile kurduğu diyaloglarda gerekse de ÖDP ile geliştirdiği ilişkilerde bunu dile getirmişti. Hatta Murat Karayalçın’ın başkanlığında bir DEHAP’a da evet demişti. SHP ise DEHAP’ın Merkez Yürütme Kurulu’nunda SHP’den oluşturulmasını istemesi bu ittifakı kilitlemişti. SHP sürekli “ama”larla yaklaşan bir politika izlediği için de bu gerçekleşemedi. ÖDP’nin durumu da bundan farksızdı. ÖDP kendisinden koparak partileşen SDP’lileri kabule yanaşmadığı gibi bunların dıştalanması koşulunu ileri sürmüştü. Ayrıca batıda örgütlü olduğu illerin dışında özellikle de DEHAP kitlesinin yoğun bulunduğu Kürt illerinde milletvekilleri talebi ÖDP ile de diyalogların kopmasına yol açtı.

DEHAP; SHP ve ÖDP ile seçim işbirliğini kuramayınca “Emek, Barış ve Demokrasi Bloku” adı altında HADEP, EMEP ve SDP ile seçime girme kararı aldı. Daha sonra da kamuoyuna deklere edilen Blok’un nasıl bir seyir izleyeceği konusunda çalışmalar yürütüldü. Böylece her parti DEHAP çatısı altında güçlü olduğu bölgelerde adaylarını seçime sokacaktı.

Seçim arifesinde HADEP adaylarının belirlenmesi sorun haline geldi. İttifak kurulan partilerin adaylarının belirlenmesinde sorun yaşanmazken, HADEP’in aday belirlemesi parti içinde bir krize yol açtı. HADEP’ten istifa ederek DEHAP’a geçen HADEP yöneticileri her hangi bir ön yoklama yapmadan, en geniş kesimin eğilimini almadan doğrudan kendilerini liste başı yapmaları tepkilere yol açtı. HADEP’in bu liste kavgası neredeyse DEHAP Genel Başkanı Mehmet Abbasoğlu’nun açıkta kalmasını sağlayacaktı. DEHAP’ın genel başkanı olan Abbasoğlu’nun Mardin adaylığı 3’üncü sıraya kadar kaydırılmıştı.

Bu durumu izah etmek son derece güçtü. HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak, NTV’de Arzu Zengin’in sorularını yanıtlarken kendisine, “Mehmet Abbasoğlu’nun Mardin 3’üncü sırada yer almasını nasıl açıklıyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıt son derece ilginçti: “Genelde mevcut partilerde bir alışkanlık var; parti genel başkanları birinci sırada olur şeklindedir. Biz bu anlayışı kırmak için böyle yaptık!”(Arzu Zengin, “NTV Seçim Zamanı”, 17 Ekim 2002) diyecektir.

Liste kavgası DEHAP’ı yeni bir tartışmanın içine çekmişti. Bir çok kişi bu seçimde dıştalandı ya da gelen tepkiler üzerine partinin zayıf olduğu noktalarda aday gösterildiler. Seçilme ihtimali yüksek bölgeler merkez yöneticileriyle sınırlı tutulduğu için, aday tespitinde son derece sübjektif davranılmıştı. Genel Merkez yöneticileri daha çok adam kayırma mantığıyla kendilerine yakın gördükleri kişileri aday olarak göstermişlerdi.

Bu tablo beraberinde bir çok sorunu su yüzüne çıkardı. Kimileri aday gösterildikleri yerlerin yabancısıydı veya halkın tasvip etmediği kişilerdi. Kimi adaylar oy arttıracağı yerde aday olduğu ilde oy kaybına yol açmıştı. HADEP’in il yönetimleri ise Genel Merkezinin bu tavrına son derece tepkiliydi.

Ancak parti içi anti demokratik işleyişe rağmen halk, tavrını partinin genel çıkarından yana kullandı. DEHAP’ın 3 Kasım günü başarı elde etmesi amacıyla hissi davranmak yerine partinin başarı kazanması için tam olarak seferber olunmuştu.

Seçimler arifesinde yargıtay baskısı

“Emek, Barış ve Demokrasi Bloku”nda yer alan siyasi partilerin ortak hazırladığı “Seçim Bildirgesi”nin kamuoyuna deklere edilmesiyle seçim startı verilmişti. Liderler Eylül’ün 16’sında Ankara’da Best Western Örnek Otel’de düzenledikleri basın toplantısında seçim bildirgesinde yer alan siyasi ve ekonomik hedeflerini açıkladılar.

Altı sayfadan oluşan bildirgede DEHAP iktidara geldiği taktirde genel affın ilan edileceği; YÖK’ün kaldırılacağı; Kürt sorununun çözüleceği; OHAL’e son verileceği; köye dönüşün sağlanacağı; yargı reformunun gerçekleştirileceği; inanç ve ibadet özgürlüğünün sağlanacağı; konut sorununun çözüleceği; doğa tahribatının önüne geçileceği; dış ve iç borçların erteleneceği; esnaf ve köylünün vergilerinin azaltılacağı gibi bir çok konu ile ilgili görüş açıklandı.

DEHAP verdiği seçim startı kapsamında ilk mitingini düzenlemesinin ardından Yargıtay’ın engeliyle karşı karşıya kaldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, seçime girecek 21 parti içinden DEHAP’ın örgütlülük durumunu incelemek için harekete geçmişti. Buna neden olarak da “HADEP’in sürpriz şekilde seçimlerden çekilmesi ve DEHAP çatısı altında seçime gitmesi” gösterilmekteydi. Yargıtay “dönem dönem” bu tür incelemelerde de bulunduğunu öne sürerken, DEHAP’ın ise seçimlere girebilecek kadar örgütlülüğünün bulunmadığını iddia etmişti.(Bkz. Milliyet, 27 Eylül 2002)

Siyasi Partiler Yasası’nın 36. maddesine göre bir partinin seçime girebilmesi için 41 ilde (81 ilin yarısından bir fazla), seçimlerden en az altı ay öncesinde örgütlenmiş olması ve büyük kongresini gerçekleştirmesi şartı koşuluyordu. Yargıtay DEHAP’ın bu şartlardan yoksun olduğunu iddia ediyordu. Asıl soru ise Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanatoğlu’nun bu yargıya nereden ve nasıl vardığıydı?

Oysa DEHAP 63 ilde örgütlülüğünü kurmuş ve seçime girmeye hak kazanmıştı. Bu konuda örgütlülük durumunu belirleyen temel belgeleri de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiş, Başsavcılık’ta DEHAP’ın 63 ilde örgütlü olduğunu Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’na bildirmişti. Yüksek Seçim Kurulu, DEHAP’ın seçimlere katılmasında herhangi bir sakınca görmediği gibi, hazırladığı oy pusulasında da DEHAP’a yer ayırmıştı.

DEHAP’ın seçimlere girmesinde herhangi bir sakıncanın olmadığını bizzat Yargıtay’ın YSK’ya ilettiği bilgi notunda da açıkça ifade edilmişti. Yine bu konuda DEHAP Genel Sekreteri Nurettin Sönmez’de 14 Temmuz 2002 tarihinde Yargıtay’a partinin durumuyla ilgili başvuruda bulunmuş, DEHAP’ın 63 ilde örgütlü olduğu ve seçime girmeye hak kazandığı yanıtını almıştı. Bu konuda kendilerine DEHAP’ın durumunu belirleyen bir disketin sunulduğu da kaydedilmekteydi.

Fakat beklenilmeyen bir anda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı İçişleri Bakanlığı’ndan DEHAP’ın örgütlülük durumunu araştırılmasını istemiş, İçişleri Bakanlığı da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne verdiği talimat üzerine durumu araştırmaya koyulmuştu. Yapılan incelemeler sonunda da DEHAP’ın söylenildiği gibi 63 ilde değil, 21 ilde örgütlü olduğu iddia edilmişti.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, DEHAP hakkında araştırma yapmasını gazetelerde çıkmış haberleri ihbar kabul etmesine dayandırıyordu. DEHAP’la ilgili olarak soruşturma başlatan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, “Bu hususun resen araştırılması söz konusu olmamıştır. Siyasi partilerin verdiği bilgilerin doğru kabul edilmesi esasına dayalı olarak, DEHAP’ın örgütlenmesini tamamladığı yolunda ilettiği bilgi ve belgeler YSK’ya gönderilmiştir. Yayımlanan haberler üzerine Başsavcılığımız, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden, varsa adı geçen partinin örgütlenme durumuna ilişkin elde edilen belge ve bilgilerin bildirilmesini istemiştir.”(Milliyet, 28 Eylül 2002) diyerek yaptığı soruşturmaya gerekçe oluşturmuştu. Başsavcı gerekli soruşturmayı tamamladıktan sonra da DEHAP’ın seçimlere katılmasını önlemek için YSK’ya başvurmuştu. YSK ise seçime iki hafta kala, Ekim’in 15’inde verdiği yanıtta DEHAP’ın seçime girebileceğini açıkladı. YSK’nın bu kararına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu hukuki değil, siyasi diyerek tepki göstermişti.

YSK’nın kararı üzerinden 24 saat geçmemişti ki, 16 Ekim’de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı DEHAP’ın 26 yöneticisi hakkında “sahtecilik”ten dava açtı. “İllerde teşkilatlanması yeterli olmadığı halde sahte belgelerle yeterli gibi gösterdiği” gerekçesiyle her yönetici için 12 yıl hapis cezası istenilmekteydi.

Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi aralarında eski DEHAP Genel Başkanı Veysi Aydın, eski Genel Başkan Mehmet Abbasoğlu, eski Genel Sekreter Ayhan Demir, eski Genel Sekreter Nurettin Sönmez’in bulunduğu 26 sanık hakkındaki kararını 26 Haziran 2003 tarihinde açıkladı. Veysi Aydın, Mehmet Abbasoğlu, Nurettin Sönmez ve Ayhan Demir TCK 342. maddesi uyarınca “sahtecilik” suçundan 1 yıl 11 ay 11’er gün hapse mahkum edilirken 22 sanık hakkında da beraat çıktı.

Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 29 Eylül günü temyiz üzerine mahkeme kararını onaylamasıyla DEHAP’lılar yüz kızartıcı suçtan mahkum edildi ve siyasi yasaklı ilan edildiler.

Yargıtay’ın kararı onaylamasından sonra gözler Yüksek Seçim Kurulu’na çevrilmişti. Türkiye’nin kilitlendiği bir anda YSK DEHAP hakkında verilen kararın seçim sonuçlarını etkilemeyeceğini açıkladı. 30 Ekim 2003 tarihinde ise, Mehmet Abbasoğlu ve Nurettin Sönmez Haymana Cezaevine konuldu. Ayhan Demir karar açıklanırken yurtdışındaydı. Veysi Aydın’da yasal olarak kendilerine tanınan haktan yararlanarak cezasını dört ay ertelemişti.

SEÇİM SONUÇLARI

3 Kasım günü yapılan seçim sonuçları ilginç bir tablo ortaya çıkardı. 41 milyon 407 bin 27 seçmenden, 32 milyon 768 bin 161’i oy kullandı. Seçimde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yüzde 10 barajını aşabildi. Kullanılan oylardan 31 milyon 528 bin 783’ü geçerli sayılırken, 1 milyon 239 bin 378 oy ise geçersiz kabul edildi. Geçerli oylara göre yüzde 10’luk barajın aşılması için 3 milyon 152 bin 878 oyun alınması gerekiyordu. DEHAP ise 1 milyon 960 bin 660 oy alarak yüzde 6,22’lık oy oranıyla barajın altında kaldı. Bir önceki seçimde iktidara gelen DSP yüzde 1.22, MHP yüzde 8.36, ANAP ise yüzde 5.13’te kaldı. 3 Kasım’da iktidara gelen AKP 10 milyon 808 bin 229 oy alarak yüzde 34.28’lik oranla 363 milletvekili; CHP’de 6 milyon 113 bin 352 oyla yüzde 19.39’luk oranla 178 milletvekili çıkardı; 9 milletvekili de bağımsız olarak seçildi. Demokratik gibi görülen bu seçimlerde halkın yüzde 45’inin iradesi Meclis’in dışında kaldı. İktidar ve muhalefetin toplam oy oranı ise sadece yüzde 54,67’idi.

DEHAP barajın altında kalarak Meclise giremeyen bölgenin en büyük partisiydi. HADEP’in 1999 seçimlerinde elde ettiği oylarla kıyaslandığında, tek düşüş Hakkari’de meydana gelmişti. Ancak yine de DEHAP’ın beklediği oylar bu seçimde elde edilememişti. Fakat “Emek, Barış ve Demokrasi Blok”unu oluşturan siyasi partilerin liderleri 4 Kasım günü düzenledikleri ortak toplantıda aldıkları oy oranının memnun edici olmadığını; ancak Blok’un devam edeceğini belirtmişlerdi.

Halk bu seçimlerde tam bir hayal kırıklığıyla karşı karşıya geldi. Beklenilmeyen bu sonuçlar eleştirilerin ucunu DEHAP’a yöneltti. Çıkan sonuçtan doğrudan yönetim sorumlu tutuldu. DEHAP; KADEK’inde eleştiri hedefindeydi. KADEK lideri Abdullah Öcalan “Halkın istem ve taleplerine parti bürokrasisi engel oldu… Halk kazandı, parti bürokrasisi ve yöneticiler kaybetti.”(Ali Adalı, Halk hazır öncüler hazır değil, Yeniden Özgür Gündem, 16 Kasım 2002) derken, Başkanlık Konseyi Üyesi Osman Öcalan’da halkın kutlanması gerektiğini ifade ederek, eleştiri oklarını DEHAP’a çevirmişti: “Bırakalım projeleri, seçime girene kadar parti yönetimi suni gündemlerle yönetiliyordu. Bir yerde çekişme didişme yaşanıyordu. Kitleleri yeni döneme göre bilinçlendirme, örgütleme konusu tali plandaydı. Yönetimleri işlevsizdi, kadroları örgütleyip harekete geçiremiyorlardı. Çalışabilecek insanlar olabilmesine rağmen bunlar atıl bırakılıyordu.”(Forum, Yeniden Özgür Gündem, 5 Kasım 2002) diyerek tepki göstermişti. DEHAP listelerinin ciddi zayıflıklar içerdiği ve seçmene güven vermediğini ve halkın değişik kesimlerine hitap eden bir aday profilinin yoksunluğundan söz eden Başkanlık Konseyi üyesi Duran Kalkan ise “3 Kasım seçimleri bize, parti yönetimi olmanın ayrı, meclis grubu oluşturmak için milletvekili adayı olmanın ayrı bir şey olduğunu açıkça göstermiştir”(Selahattin Erdem, Özeleştiri, Yeniden Özgür Gündem, 11 kasım 2002) diyerek DEHAP’ın aday listelerini eleştirmişti.

DEHAP’ın seçimde “başarısız” çıkmasının bir çok nedeni vardı. Seçim sonuçlarıyla ilgili bir rapor hazırlayan DEHAP Mersin Milletvekili Adayı Doç. Dr. Ahmet Özer Blok’un barajın altında kalmasını şöyle gerekçelendiriyordu: Blok’un topluma Türkiye partisi imajını yeterince yansıtamaması ve bu konuda güven verememesi; DEHAP’ın parlamentoya girmeye karar vermiş bir partinin çalışma biçiminden uzak olması, parlamentoya girmeye, ülkeyi yönetmeye hazır bir partiden ziyade bir misyon partisi gibi davranması; partinin çalışma biçiminde gereğinden fazla bürokrasinin hakim olması, işleri komisyonlara ve alt komisyonlara havale ederek sürekli bir toplantı düzeni içinde zamanın heba edilmesi; seçime iyi hazırlanamaması; bloğun hazırlanmasında seçim işbirliğinin sağlıklı kurulamaması; aday belirlemesinde yaşanan sıkıntıların yarattığı motivasyon kırılması gibi bir dizi neden sıralamaktaydı.( Doç. Dr. Ahmet Özer, Seçim Sonuçlarının Değerlendirilmesi, DEHAP Parti Meclisi’ne Sunulan Rapor. Kasım 2002)

DEHAP 1999 seçimlerinde 11 ilde birinci parti olurken bu sayı 3 Kasım seçimlerinde 13’e çıktı. Ayrıca 18 ilde yüzde 10’un üzerinde oy alırken, 63 ilde de yüzde 10’un altındaydı.

Devamı: YAZI DİZİSİ-7: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)