Eyyüp Demir / Demokrat Haber

Kürtlerin legal siyasal mücadelesi bir “Anka Kuşu”nun öyküsü niteliğindedir. 28 yıllık süreçte yaşananlar aksiyon filmlerini aratmayacak kadar heyecanlı ve bir o kadar da trajik sahnelerle doludur. Bütün bu yaşananları “YASAL KÜRTLER HEP’ten HDP’ye Kürt Siyaseti” adını taşıyan kitapta en ayrıntısına kadar vermeye çalıştık.

Bu siyaset “Zümrüdüanka”nın yok oluşu ve kendisini yeniden yaratmasına çok benzemektedir. Bu bir mitolojik imge değil; Türkiye’nin Kürt imgesidir, fantastik değil, gerçeğin öyküsüdür. Her öyküde olduğu gibi burada da kahramanlar ve onların trajik çatışmaları vardır.

Türkiye’de Kürt gerçekliği inkar edildi. Yaşadığı coğrafyanın ismiyle birlikte Kürt sözcüğü yasaklandı. Devlet, Kürtleri inkar ederek “Dağlı Türk” olarak topluma empoze etmeye çalıştı. Bu paradigma gelişen Kürt mücadelesi karşısında iflas edince devlet Kürtlerin varlığını kabul etme noktasına geldi.

İllegal Kürt mücadelesi defakto da olsa devletin Kürt politikasında ciddi değişimler yarattı. Bunun sonucu 1990’larda “Türkiye Partisi” argümanı altında Kürtler ilk kez legal siyasal mücadele vermeye başladılar. HEP’ten HDP’ye geçen 28 yıllık süreçte devletin bakış açısında kısmi değişim olsa da, uygulamada Kürtlere karşı halen aynı gericiliği yaşamaktadır.

Devletin bu politikasının en iyi aynası de seçimler oldu. Her seçim döneminde Kürtler açık bir şekilde mengenenin dişlerine kıstırıldı. İşte, 1990-2018 yılına dek “Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı” yazımızda, bu güne kadar yaşanan seçim süreçlerini ve devletin Kürt politikasını özetlemeye çalışacağız.

HALKIN EMEK PARTİSİ (HEP)’İN KURULUŞ VE İLK SEÇİM İTİFAKI

Paris Kürt Enstitüsü taranfından Ekim 1989’da Paris’te düzenlenen "Kürt Ulusal Kimliği ve İnsan Hakları" konulu bir konferansa katılan Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) milletvekilleri Kenan Sönmez, İsmail Hakkı Önal, Ahmet Türk, Mehmet Ali Eren, Adnan Ekmen, Mahmut Alınak, Salih Sümer 16 Kasım’da partiden ihraç edildi.

İhraç kararını protesto eden Abdullah Baştürk, Fehmi Işıklar, Cüneyt Canver, Mehmet Kahraman, Arif Sağ ve İlhami Binici 23 Kasım’da, Kemal Anadol, Hüsnü Okçuoğlu ve Tevfik Koçak 1 Aralık’ta, Kamil Ateşoğlu ve Aydın Güven Gürkan da 13 Aralık’ta partiden istifa ettiler. Bunu Diyarbakır örgütündeki toplu istifalar izledi.

HEP1Kürtler, Türkiye’de “legal” anlamda ilk kez 1990 yılı ortalarında politik sahneye çıktı. Türkiye’nin sıkıntılı bir döneminde, bazı Kürt ve Türk siyasetçilerin girişimiyle başlatılan Yeni Demokratik Oluşum partileşme kararı aldı. Oldukça geniş bir yelpazeyi önüne koyan bu hareket, ‘Yeni Demokratik Oluşum Birinci Çalışma Kurultayı’ sırasında yaptıkları tartışmalar ekseninde bir partinin kurulmasına karar vermişlerdi. Buna göre kurulacak parti işçilerin, işsizlerin, köylülerin, memurların, demokrat, sosyal demokrat ve sosyalist aydınların, esnafın, zanaatkarın, baskıya ve sömürüye maruz kalan halk kitlelerinin ve demokrasiden yana olan herkesin partisi olacaktı.

Uzun bir aşamadan sonra, partinin kuruluş çalışmalarının ardından sıra partinin isminin belirlenmesine gelmişti. Kurucular Kurulu’nun elinde iki isim vardı. Bunlardan biri Demokratik Toplum Partisi, diğeri de Halkın Emek Partisi idi. 3 Haziran 1990’da toplanan Kurucular Kurulu “Halkın Emek Partisi”nde karar kıldılar.

Aralarında istifacı 10 milletvekilinin de (Abdullah Baştürk, Ahmet Türk, Cüneyt Canver, Kenan Sönmez, Salih Sümer, İsmail Hakkı Önal, Mehmet Ali Eren, Arif Sağ, İbrahim Aksoy, Adnan Ekmen) bulunduğu bazı eski SHP’liler tarafından 7 Haziran 1990 tarihinde “Halkın Emek Partisi” kuruldu. İlk genel başkanı Fehmi Işıklar, ilk genel sekreteri İbrahim Aksoy'du.

‘Kenetlenmiş ellerin halkalandığı kırmızı gül’ ile simgelenen Halkın Emek Partisi (HEP)’nin isminin belirlenmesi, program-ideoloji, formel-informel örgütlenme ve parti üyelerinin ayrışması çalışmaları tamamlandıktan sonra, Fehmi Işıklar ve beraberindeki kurucular 7 Haziran 1990 günü saat 11.00 sıralarında kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Mustafa Çetin’e verdiler. Kuruluş dilekçesinde şu ifadelere yer verilmişti:

“İçişleri Bakanlığı’na, /ANKARA

Biz aşağıda adı-soyadı, doğum yeri ve tarihi, öğrenim durumları, meslek ve sanatlarıyla ikametgahları belirtilen kurucuları “Karanfil Sokak 11/8 Yenişehir-Ankara” Genel Merkez adresinde Halkın Emek Partisi adıyla bir siyasi parti kurmuş bulunmaktayız. Biz kurucuların, yeteri kadar nüfus kayıt örneklerimiz, adli sicil belgelerimizi ve siyasal parti kurucu olabilme koşullarını taşımakta olduğumuzu belirten ve imzamızı taşıyan beyannameler ile tarafımızdan imzalanmış bulunan Parti Tüzüğü ve Parti Programını ilişikte sunmaktayız. Bilgi edinilmesini ve gereğini dileriz. Saygılarımızla, 07.06.1990”

İçişleri Bakanlığı’na verilen dilekçede toplam 81 kurucu üye yer alıyordu. Partinin çekirdek kadrosunu oluşturan 19 milletvekilinden 11’i kurucular arasındaydı: Abdullah Baştürk, Fehmi Işıklar, Ahmet Türk, Cüneyt Canver, Kenan Sönmez, Salih Sümer, İsmail Hakkı Önal, Mehmet Ali Eren, Arif Sağ, İbrahim Aksoy ve Adnan Ekmen.

Halkın Emek Partisi’nin kuruluşunda yer alan diğer 70 kişi ise şu isimlerden oluşuyordu:

Musa Anter, Feridun Yazar, Murat Bozlak, Remzi Kartal, Mahmut Kılınç, Osman Özçelik, Hasan Küçükoba, Hamit Geylani, Ahmet Açılmış, Ayten Günay, Musa Aslandoğan, Koç Ali Al, İsmet Cantekin, Zeki Bozalan, Hüseyin Ümit, Erdoğan Aktaş, Veysel Turan, Hasan Doğan, Mehmet Çelikten, A. Muhsin Melik, Salih Şahin, Ali Göçmen, İbrahim Doğan, Hıdır Yıldırım, Hüseyin Nergiz, Tahsin Kargun, Aysel Kalaman, Bahattin Günel, Orhan Bozalioğlu, Tülay Geyik, Fehmi Demir, Ahmet Karataş, Veli Kasımoğlu, Nizamettin Barış, Müzeyyen Ekmen, Tuncer Kocamanoğlu, Atilla Sarp, Kemal Akalın, Mükremin Mungan, Kifayet Özaydın, Hüseyin Güntaş, Orhan Demirbağ, Hüseyin Akar, Adıgüzel Özgüven, Ali Tutul, M. İskan Azizoğlu, B. Tuncay Çelen, Reşat Cengiz, M. Ceylan Dölek, Nurettin Ergün, Basri Esidir, Hasan Bulut, Hasan Fehmi Kara, Müslüm Aldede, Kazım Gürbüz, Bülent Öztürk, Ömer Faruk Kurt, Ali Taş, Selahattin Kaya, Abdurrahman Yolcu, Zeki Aktaş, Hakkı Çetin Özdemir, Gülşen Geylani, Nurşen Meriç, Bedri Akköse, Halit Ötun, Feridun Diyarbakırlı, Hulusi Altıntaş ve Zülfikar Yıldırım.

Parti kurucuları heterojen bir bileşim gösteriyordu. Bunlardan yüzde 12,5’i ilkokul mezunu, yüzde 10’u ortaokul mezunu ve yüzde 62,5’i de yüksek okul mezunuydu.

Yasanın öngördüğü koşulları yerine getiren Kurucular Kurulu, aynı gün parti genel merkezinde toplandı. Merkez organlarını seçmek üzere, Divan Başkanlığına İstanbul Milletvekili İsmail Hakkı Önal, başkan yardımcılığına da Ahmet Açılmış ve Mehmet Ceyhan Dölek getirildi.

Partinin ilk yönetim toplantısı sonrası 40 kişilik Merkez Karar ve Yürütme Kurulu (MKYK) üyeleri ile Genel Başkan belirlendi. Alınan toplantıda çıkan kararda şöyle denildi:

“Parti Genel Başkanlığına: Tek aday olarak Bursa Milletvekili Ahmet Fehmi Işıklar gösterilmiştir. Tutanak ekinde bulunan hazirun cetveline göre Kurucular Kurulunda yapılan gizli oylamada katılım gösteren 64 kurucu üyenin tamamının oyunu alan Ahmet Fehmi Işıklar Genel Başkanlığa seçildi.”

HEP Genel Başkanı Fehmi Işıklar, MKYK toplantısı sonrası düzenlediği basın toplantısında, partileri hakkında medyayı bilgilendirirken, HEP’in dışında kalan diğer siyasi oluşumları “düzen partileri” şeklinde niteleyerek, kendileri hakkında da, “Soldaki tek parti biziz” diyordu. Işıklar, siyasi arenada HEP’in yerini ise, şöyle izah ediyordu: “Sol yelpazenin solunda. Solu toparlayacak yerde.”( Milliyet Gazetesi, 9 Haziran 1990.)

Genel Başkan Işıklar, ayrıca düşünce suçlusu gazetecilerin cezaevinde tutuklu bulunmalarının ülkenin bir ayıbı olduğunu, TCK’nın 141 ve 142’inci maddelerinin derhal değiştirilmesi gerektiğini, düşünce suçlularının da en kısa sürede bırakılmasını istemişti.

Türkiye’nin siyasi hayatına giren ve 11 milletvekiline sahip HEP Meclis’te temsil edilen beşinci parti olmuştu. HEP’in dışında meclisteki diğer siyasi partilerin dağılımı şöyleydi: ANAP 279, SHP 81 (Ankara Milletvekili Tefik Koçak tekrar SHP’ye geçtiği için SHP’nin milletvekili sayısı 81’e çıktı), DYP 55, MDP 2, Bağımsız 1, Boş 8.

HEP kurulduğu günden itibaren basının ambargosu ile karşılaştı. Çeşitli yayın organları, parlamentodaki 5’inci parti olan HEP’e ya hiç yer vermiyor ya da çok küçük haberler bazında yer veriyordu. Gazetelerin yaptığı bu haberler aslında partiye bakışın da ilk sinyaliydi. Bu şekilde HEP’e yönelik olan yaklaşımlarını da ortaya koymuşlardı. Yeni kurulmuş bir partiye yayın kuruluşlarının bu derece ön yargıyla yaklaşması, medyanın tavrını da aşan bir durumu gösteriyordu. HEP yöneticilerine göre bu durum devletin Kürt sorununu sahiplenen HEP’e yönelik bir politikasıydı. Aradan 28 yıl geçmesine rağmen hem medyanın hem de devletin HDP’ye bakışı bundan farksızdır.

HEP’in kuruluşuyla, SHP’de de bir hareketlenme yaşandı. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü Kürt illerine yaptığı ziyarette tam bir şok yaşamış ve bir dönem kendisini parlamentoya taşıyan oyların yitip gittiğine gözleriyle tanık olmuştu. Mevcut durumu tersine çevirmek için İnönü, Kürtlere dönük devekuşu politikasını yeni bir biçim altında sunma düşüncesindeydi. Bu nedenle de kurmaylarına “Güneydoğu Raporu” hazırlatmaları emri verdi. Bu konuyla ilgili oluşturulan komisyon ilk toplantısında raporun yöntemini ve bölgeyle ilgili yapılan çalışmaları gözden geçirme kararı aldı (11 Haziran 1990).

İktidarın ve muhalefetin büyük bir hızla eridiği sırada gerek sağda gerekse de solda, partilere birleşme çağrıları yapılıyordu. İzmir bağımsız Milletvekili Kemal Anadol, Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)’nin kendini fesh ederek kurulacak Sosyalistlerin Birlik Partisi (SBP)’ne geçeceğini belirtmişti. SBP’nin 23 Haziran’da yaptığı kurultayında Aziz Nesin açılış konuşmasında solda güç birliği çağrısında bulundu. Nesin, 1986 yılında başlattıkları Marksist parti kurma çalışmalarının artık bir sonuca bağlanması gerektiğini ifade ederek, tüm sol güçlere de birleşme çağrısı yaptı. SBP içinde yer alan bağımsız Milletvekili Kamil Ateşoğulları, partinin kuruluşu konusunda acele etmediklerini, ileride HEP ile bir araya gelme fırsatlarının da doğabileceğini, bu konuda da köprüleri atmak diye bir olayın bulunmadığını, bir buğday tanesinin bile yerde kalmayacağını ifade ediyordu.

Bu çağrılar sadece solda değildi, sağda da yapılıyordu. Aynı tarihlerde Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Cem Boyner, sağın birleşmesinin gerekliliğine dikkat çekmişti. Boyner ANAP ve DYP’ye çağrıda bulunarak “Nerede birleştikleri önemli değil, önemli olan birleşmeleridir”( Cem Boyner, Sabah gazetesine verdiği özel röportaj, 24 Haziran 1990) diyordu. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Genel Başkanı Refik Baydur ise Cem Boyner’i destekleyerek Türk insanının sola kapalı olduğunu iddia etmiş, bütün sağ partilerin bir çatı altında toplanmasını istemişti.

Bu dönemde sağdaki partiler tam bir erime sürecine girdi. Turgut Özal, Çankaya Köşkü’ne çıktıktan sonra yerini devralan Yıldırım Akbulut’un başkanlığındaki ANAP erirken, DYP’nin durumu da bundan farklı değildi. SHP’de ise iç sorunlar hem parti kadrolarını hem de parti tabanını eritmişti. Parlamentodaki siyasi partilerin Kürt sorunu karşısındaki kayıtsızlıkları Kürtlerin bu partilerden uzaklaşmasına yol açtı.

Kürt sorunu bütün şiddetiyle çözüm beklerken, Ankara’daki hükümet ve muhalefet fiili anlamda geçerliliği olmayan yapay değişimler peşindeydi. Kürtçe önünde sadece anayasal engel olarak duran ilgili madde üzerinde tartışma başlatıldı. Kürt oylarına oynayan SHP Kürtçe konuşmanın serbest bırakılmasını isterken, ANAP da aynı eğilimde olduğunu belirtmişti.

Ekim 1983’te Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilerek yürürlüğe konulan 2932 sayılı karar aşağıdaki hükümleri içeriyordu:

“Türkçe’den başka dillerle yapılacak yayınlar hakkında kanun’un 3’üncü maddesinin (a) bendi; Türk vatandaşlarının anadili Türkçe’dir. Türkçe’den başka anadillerin anadil olarak kullanılmasına ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulunulması yasaktır.” deniliyordu. Yine aynı kanunun 4’üncü maddesinin (b) bendinde ise , “3’üncü maddenin (a) bendi ile yasaklanan hususlarda, her ne suretle olursa olsun faaliyette bulunanlar hakkında, fiilleri başka bir suç oluştursa bile, ayrıca 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 100 liradan aşağı olmamak üzere, ağır para cezasına hükmolunur.”

Durup dururken neden böyle bir kanunun değişimini gündeme taşımışlardı? Elbette sorun olarak görünen bu ilgili maddenin değiştirilmesi düşüncesi olumlu bir gelişmeydi. Yalnız, ilginç olan Kürt sorununu bütünlüklü çözmek yerine neden sadece parçadan görüldüğüydü.

Anayasa’daki ilgili hüküm erken genel seçim ve Körfez Krizi’nin gündemde olduğu bir sırada ele alınmıştı. Daha sonra da Kürtçe konuşma ve şarkı söyleme “serbest” bırakılacaktı. (6 Ocak 1991)

Kürtçe serbestisini SHP politikası açısından düşündüğümüzde, Kürtler arasında prestijini yitiren SHP, Kürt oylarını yeniden kazanma peşindeydi. Yakında yapılacak bir seçimde Kürt oyları SHP açısından vazgeçilmezdi. Nitekim henüz çalışmaları sürdürülen “Güneydoğu Raporu” da bu kapsam içindeydi.

Halkın Emek Partisi’nin politik sahneye girmesi, ister istemez Türkiye’nin siyasi tablosunu değiştirdi. SHP’nin yarım ağızla sahiplendiği ya da oylarına göz diktiği Kürtler, HEP’in kurulmasının ardından SHP’den koptular. Tabii bölgede sadece SHP’nin sahip olduğu oylar değil, diğer partilerin oyları da HEP’e kaydı.

Her ne kadar “Türkiye partisiyim” argümanıyla hareket edildiyse de, bölgedeki Kürtler HEP’i kendilerinin partisi, yani bir “Kürt Partisi” olarak görüyorlardı. Düne kadar düzen partilerini besleyen Kürt oylarının adresi değişmiş ve HEP’e yönelmişti. Nitekim bu durumu derinden hisseden SHP’nin Kürt oylarını tekrardan kazanmak için başlattığı girişimler de sonuç vermemişti.

Kürt oylarının HEP’e kayması ve SHP’nin büyük bir darbe alması bu partiyi ürkütmüştü. Muhalefetteki SHP erken genel seçime evet diyecek takati bile kendisinde bulamıyordu. SHP milletvekilleri açıktan açığa Güneydoğu’daki gerileme durdurulduktan sonra seçime gidilmesi gerektiğini ifade ediyorlardı.

Olası bir erken seçime karşı duran SHP’liler, milletvekillerinin partiden ihraç edilmesinin SHP’yi bölgede güç kaybına uğrattığını artık gizleyemiyorlardı. Hatta bu konuda ihraç edilen ve istifa eden milletvekillerinin anti propagandasının etkili olduğunu söylerken, bir grup milletvekili de, Güneydoğu’da yitirilen oyları tekrar kazanmadan seçime gidilmesinin hata olacağını belirtiyorlardı.( Bkz. “Erken Seçim Lafta Kaldı”, Tercüman, 24 Temmuz 1990)

ANAP açısından ise, Kürt oylarıyla birlikte daha farklı gerekçeler öne çıkıyordu. Bunların başında da Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Türkiye ve Irak’taki Kürtlere yönelik hesapları idi. Körfez Krizi’nde Saddam yönetiminden kaçan Güney Kürtlerinin, Kuzey sınırına yığılması yeni bir krizi de beraberinde getiriyordu.

1991 Mart’ında Kürtlerin ayaklanmaları ve Saddam birliklerince püskürtülmesi üzerine Kürt göçü Nisan’ın 2’sinde başladı. Dört gün sonra da Türkiye sınırına bir milyonun üzerinde Kürt yığıldı. Türkiye “insani nedenlerle” sınırını açtığını belirterek Kürtlerin geçişine izin vermişti. Daha sonraki günlerde sığındıkları vadide Kürtleri ziyaret eden Özal, çekim yapan televizyon kameralarının önünde onları Kürtçe konuşturmuş ve sohbet etmişti. Özal bu yaklaşımı ile bir kere daha SHP’nin önüne geçmişti.

Özal ile askerler arasında Irak politikası konusunda görüş farklılıkları vardı. Gelişmelerle birlikte bu iki kanat arasında tam bir restleşme yaşandı. Çankaya Köşkü’nde Körfez Krizi zirvesinde Genelkurmay, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Basra Körfezi’nde olası bir savaşa asker göndermesine karşıydı. Cumhurbaşkanı Özal ısrar edince Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay Körfez Krizi noktasında Özal’ın tutumuna muhalefet ederek, istifa etmişti (3 Aralık 1990). Torumtay’ın yerine kısa bir süre sonra da Orgeneral Doğan Güreş atandı.

Kürt sorununun çözümü konusunda Özal’ın askerlerle bir görüş ayrılığı vardı. Kürtçe’nin “serbest” bırakılması, bir bakıma Türkiye’nin “yeni” bir imaj yaratma çabasıydı. Zira kendi Kürtlerine hoşgörülü Türkiye’nin başka bir ülkedeki Kürtlerle ilişkisinin daha kolay olacağı düşüncesi de burada rol almıştı.

1991 SEÇİMLERİ: SHP LİSTELERİNDE HEP PARLAMENTODA

Turgut Özal’ın 1989’da Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından, Özal’ın desteğiyle Yıldırım Akbulut önce başbakanlığa sonra da parti genel başkanlığına getirilmişti. Akbulut’un görevi ANAP Kongresi’nde sona erdi. Mesut Yılmaz, Yıldırım Akbulut’tan farklı olarak önce Genel Başkan sonra da Başbakan koltuğuna oturdu.

Haziran 1991’de toplanan ANAP Kongresinin gündemindeki asıl konu başkanlık yarışıydı. Rekabet aylar öncesinde başlamıştı. Daha öncesinde yapılan ANAP Olağanüstü Kongresi’nde sessiz kalan Yılmaz, koltuğu Yıldırım Akbulut’a kaptırmıştı. Ancak bu kongrede sessizliğini bozmuş ve Özal’a karşı kıyasıya bir mücadeleye girmişti. Yılmaz ve Akbulut’un dışında bu başkanlık yarışında Hasan Celal Güzel, Cengiz Tuncer, Ekrem Pakdemirli ve Hüsnü Doğan da yer alıyordu.

Daha öncesinde Yıldırım Akbulut’u Başbakan ve Genel Başkan yapan Özal, kongreden birkaç gün öncesinde adaylardan hiçbirini desteklemeyeceğini açıkladı.

Sermaye ve öteki egemen güçler Mesut Yılmaz’ı ANAP’ın başına getirmek istiyorlardı, gizli adayları da Yılmaz’dı. Akbulut’un başbakanlık koltuğuna oturmasından sonra ANAP’ta parti içi iktidar kavgası daha da kızıştı. Mesut Yılmaz, artık açıkça ortaya çıkarak ANAP genel başkanlığına aday olduğunu açıkladı. Yılmaz topluma “genç, dinamik, kararlı lider” olarak sunuldu. Özal ailesi de Mesut Yılmaz’ı destekledi.

Seçimleri kaybeden Akbulut, Haziran’ın 16’sında Cumhurbaşkanı’na istifasını sundu. Ertesi gün, Mesut Yılmaz hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bakanlar Kurulu Özal tarafından onaylandıktan sonra Temmuz’un 5’inde hükümet güvenoyu alarak Yılmaz Başbakan oldu.

Koltuğa oturan Yılmaz, bir yandan yıpranan ANAP’ın imajını tazelemek ve partisine yeni kan kazandırmak, öte yandan da oturduğu koltuğun ömrünü uzatmak için erken seçim tartışması başlattı. DYP ve SHP ile görüşen Yılmaz seçime gitme konusunda uzlaşmışlardı. İvedilikle alınan bu karar, siyasi partileri de telaşlandırdı. Zira ne parlamento içi ne de parlamento dışı partiler kendilerini olası bir seçime hazır hissetmiyorlardı. Ama nihayetinde seçime gidilmesi konusunda parlamento çoğunluğunu elinde bulunduran partiler uzlaşmışlardı.

Ufukta seçim gözüktüğü için, mevcut siyasi parti ve seçim yasasıyla yapılacak bir seçimin adil olmadığı bilinmekteydi. Bunun için seçim yasasında bir takım değişiklikler tasarlanmıştı. Seçmen yaşının 18’e düşürülmesi milletvekili sayısının 600’e çıkarılması gibi bazı değişiklikler düşünülüyordu.

ANAP, DYP ve SHP arasında yapılan görüşmelerde seçimin 20 Ekim günü yapılması yönünde bir uzlaşma çıktı. Ancak bu tarihte yapılacak bir seçime HEP katılacak koşulda değildi. Siyasi Partiler Yasası’na göre seçime girebilmek için kurultay tarihi ile seçim tarihi arasında altı aylık bir süre olması gerekiyordu. Şayet seçimler 7 Kasım’da yapılmış olsa HEP’in seçimlere katılması önünde herhangi bir engel kalmayacaktı. Ülkenin yarısında örgütlü olan HEP’in, 6 aylık süreyi doldurması için iki haftalık zamana ihtiyacı vardı. Bu nedenle 20 Ekim’de yapılacak seçime de girmesine mevcut seçim yasası olanak tanımıyordu.

Başbakan ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, partisinin il başkanlarıyla seçim öncesinde yaptığı bir toplantıda, Kürt kökenli il başkanlarının Yılmaz’dan HEP’in seçime sokulması talebinde bulunduğu ileri sürülmekteydi. Teklifin ANAP Genel Başkanı Yılmaz tarafından kabul edildiği hatta Yılmaz’ın, “erken genel seçime Mecliste temsil edilen tüm partilerin katılacağı” (A. Osman Ölmez, DEP Depremi, s.141) şeklinde bir ifadeyi seçim yasasına ekleyeceği de kaydedilmekteydi.

TBMM’nin 24 Ağustos 1991’de yaptığı olağanüstü toplantıda ANAP grubunun verdiği yasa teklifi benimsenerek erken genel seçimin 20 Ekim 1991 günü yapılması kararlaştırıldı.

Ülke genelindeki yüzde 10’luk genel baraj yeni yasada korunurken, seçim çevrelerindeki barajlar değiştirilmişti. Buna göre iki, üç ve dört milletvekili çıkaran seçim çevrelerindeki baraj yüzde 25, beş ve altı milletvekili çıkran seçim çevrelerindeki baraj yüzde 20 olarak belirlendi. 1987 seçimlerinde getirilen milletvekili uygulaması ise korundu.

ANAP’ın yeni yasa teklifinde, “erken genel seçime mecliste temsil edilen tüm partiler katılır” ibaresi yer almamıştı. Gerek HEP’lilerin Başbakan Mesut Yılmaz ile yaptıkları ön görüşmedeki talepleri, gerekse de ANAP’lı Kürt il başkanlarının isteği sonuçsuz kalmıştı. Ayrıca, SHP’nin “bütün partiler seçime katılsın” önerisi ile seçimlerin 7 Kasım’da yapılmasıyla ilgili HEP’in meclise sunduğu öneri de ANAP oylarıyla reddedildi. (Bkz. İsmet Solak, Hürriyet Gazetesi, 16 Haziran 1994.) HEP Genel Başkanı Fehmi Işıklar, teklifin oylanmasından önce Genel Kurul’da yaptığı konuşmada HEP’in yer almadığı bir seçimin adil, demokratik ve genel olamayacağının altını çizmişti.

HEP bilinçli olarak parlamentoya sokulmak istenmiyordu. Ön görüşmeler, verilen sözler, adil ve demokratik bir seçimin yapılması herhangi bir şey ifade etmemiş ve bu koşullar altındaki anti demokratik yasa teklifi meclisten geçmişti.

HEP’in son dönemlerdeki çıkışlarının, gizil, derin ve yüzeydeki devleti rahatsız ettiği her şekilde hissediliyordu. Alınan erken seçim kararı da bunun somut örneğiydi. Seçimlere henüz bir yıl varken seçimlerin öne alınması, bir haftalık süre farkıyla HEP’in seçimlere sokulmamasını demokratik taammümler içinde izah etmek son derece güçtü.

Halkın Emek Partisi Genel Başkanı Fehmi Işıklar, seçim haklarının ellerinden alınmasına tepki duyarak, HEP’in seçime girme hakkı kazandığını ancak buna müdahale edildiğini işaret etmişti. HEP’in seçime katılıp katılmamasının Milli Güvenlik Kurulu’nda görüşülmesine de dikkat çeken Işıklar, “Devletin gizli güçleri de dahil olmak üzere, bütün kurmaylarıyla önümüze koyduğu engellere rağmen partimiz seçimlere girecektir” (Cumhuriyet Gazetesi, 27 Ağustos 1991) diyordu.

HEP içindeki bazı kişiler seçime girme hakkı kazanan Sosyalist Parti ile seçim ittifakına gidilmesini savunuyorlardı. Ancak bu seçenek de kabul görmemişti. Akla gelen ilk soru ise HEP’in seçime nasıl gireceğiydi?

TÜM ENGELLERE RAĞMEN HEP MECLİSTE

Seçim dışı bırakılan HEP’in önünde belirgin üç seçenek vardı. Bunlardan birincisi başka bir partinin çatısı altında seçime katılmak; ikincisi bağımsız adaylarla seçime girmek; üçüncüsü de seçimi boykot etmek.

Birinci ve ikinci seçenek parti organlarınca makul görülüyordu, ancak üçüncü seçenek zayıf bir ihtimaldi. Bu iki seçenek arasında da bir partiyle ittifak kurarak seçime girmek, bağımsız adaylarla seçime gitmekten daha sıcak karşılanıyordu. Burada asıl sorun ise hangi parti ile ittifakın sağlanacağıydı. ANAP ve DYP seçenekler arasında zayıf bir ihtimaldi; geriye ise SHP ve RP kalıyordu.

Refah Partisi ile belli temaslar kurulmuştu, fakat bir sonuç alınamamıştı. Bu esnada ise SHP ile de alttan alta bir dirsek teması yürütülmüştü. İlk olarak SHP Genel Sekreter Yardımcısı, HEP’i ve SBP’yi kastederek, bu partilerin belirleyecekleri adayların kendilerine müracaat ettikleri takdirde listelerinde onlara yer açacaklarını belirtmiş, “Biz bunu ‘seçim koalisyonu’ ya da ‘seçim cephesi’ gibi düşünüyoruz” (Cumhuriyet Gazetesi, 28 Ağustos 1991) açıklamasında bulunmuştu.

İttifak konusu HEP’te de, SHP’de de tartışılıyordu. Her iki parti içinde ittifaka karşı çıkanlar vardı. HEP’teki muhalifler bağlayıcı olmadığı halde, SHP’de muhaliflerin tavrı Genel Başkan Erdal İnönü için bağlayıcıydı.

SHP’nin HEP ile gayri resmi görüşmeleri ilk olarak Ahmet Türk ve Adnan Ekmen ile gerçekleşmişti. Bu temasta ittifaka dair pozitif bir sonuç çıkmıştı. Daha sonra ittifak konusunda SHP’den Hikmet Çetin ile HEP’ten Ahmet Türk arasında bir görüşme daha yapıldı; bu görüşmede olumlu bir netice alındı.

SHP, HEP’in seçime girip giremeyeceği konusunda kaygılıydı. YSK’nın bu konuda nasıl bir karar vereceğini kestiremiyordu. Bunun için de, YSK bu konuda görüşünü açıklayıncaya dek SHP-HEP arasındaki ittifak görüşmeleri yavaşlatılmıştı.

SHP’nin yaşadığı diğer bir kaygı da, partideki muhaliflerin ittifak konusunda nasıl bir tavır takınacakları yönündeydi. Erdal İnönü ile Deniz Baykal arasında yapılan bir görüşmede, Baykal HEP’le olan temasları desteklediğini açıkladı. Böylece YSK’nın ve Baykal’ın açıklamaları İnönü’yü rahatlatmıştı.

HEP Parti Meclisi, ittifak görüşmelerini yürütmek üzere 5 kişilik bir komisyon oluşturdu. Komisyonda Mardin Milletvekilleri Ahmet Türk ve Adnan Ekmen, Genel Sekreter Yardımcısı Feridun Yazar, Muş İl Başkanı Sırrı Sakık ve Siirt İl Başkanı Zübeyir Aydar görevlendirildi. Komisyon SHP ile ilk görüşmesinden sonra bu konuda Genel Başkan Fehmi Işıklar’ın tek başına yetkili kılınarak görüşmelere katılmasını talep etmişti. Bu durumu anti demokratik görüp karşı çıkanlara rağmen Işıklar yetkili kılındı ve ittifak çalışmalarını yürüttü. O günkü izlenimlerini Mahmut Alınak şöyle kaleme alıyordu:

“…Ve günlerce süren görüşmelerden sonra Fehmi Işıklar, bazı milletvekilleri ve genel merkez yöneticileri ile birlikte Erdal İnönü ile görüşmek üzere SHP Genel Merkezi’ne gitti. Operasyon tamamlanmıştı. Herkeste büyük bir heyecan vardı. Ben dahil hepimiz milletvekili seçilmek istiyorduk. Varsa da yoksa da milletvekili olmak istiyorduk… Hep Erdal İnönü’den telefon beklediğimiz günü hatırlarım. Seçim ittifakı ya da iltihakı konusunda İnönü ile ilk görüşme olacaktı. İnönü’den haber bekliyoruz Fehmi Işıklar’ın odasındayız; oda dolu. Sessiz ve heyecanlı bir bekleyiş var… Sabahtan akşama bekledik ve İnönü’den beklenen telefon geldi…” (Mahmut Alınak, Parlamentodan 9. Koğuşa-1, Tila Yayınevi, 1994, Ankara, s. 135)

HEP’lilerin SHP’den aday olabilmesi için öncelikle partileriyle ilişkilerini kesmeleri zorunluydu. Bu nedenle Merkezi Disiplin Kurulu’nun SHP’den aday olacak üyelerini formaliteden ihraç etmesi gerekiyordu. SHP’yle ittifak konusunda muhalif bir tutum sergileyen MDK üyeleri, ihraç kararı vermeyeceklerini açıklamışlardı. Bunun üzerine Genel Sekreter İsmail Hakkı Önal MDK’yı görevden alarak yerine yenilerini atadı ve böylece ihraç kararı da çıktı.

Fehmi Işıklar ve beraberindekiler SHP Merkezinde karanfillerle karşılandılar. Burada düzenlenen törenle HEP’li adaylar SHP’ye katıldılar. Genel Başkan Erdal İnönü katılımın yapılan bir seçim ittifakı olmadığı, geçmişte partiden ayrılan arkadaşlarının eski partilerine geldiklerini ve “yuvaya dönüş” olarak değerlendirirken, Genel Başkan Fehmi Işıklar da “iki partinin tabanlarının bir araya gelmesi” (Cumhuriyet Gazetesi, 6 Eylül 1991) şeklinde nitelendirmişti. Işıklar haftalık Yeni Ülke Gazetesine verdiği demeçte, “Bizi seçim dışı bırakanlara SHP ile birleşerek demokratik bir ceza verdik”( Yeni Ülke, 9-15 Eylül 1991, sayı.47) diyordu.

Erdal İnönü’nün “yuvaya dönüş” demesinin altında farklı bir gerçeklik yatıyordu. Görüşmelerde aslında bir SHP-HEP ittifakının sağlanmadığı, HEP Genel Başkanı Fehmi Işıklar’ın HEP’i feshederek SHP’ye katılacakları görüşü ağırlıktaydı. Hatta Erdal İnönü bunu deklere edinceye dek de HEP yönetiminin bundan bihaber olduğu, bu durumu öğrendikten sonra da itiraz ettikleri; Erdal İnönü’nün ise bir kere kamuoyuna deklere ettiği için HEP’lilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldığı da yine ileri sürülenler arasındaydı.

Resmen birleşme sağlandığı için tüm dikkatler PKK’nin bu olaya nasıl bakacağına çekilmişti. PKK Avrupa temsilciliğinden gelen açıklamada ittifakın desteklendiği görüşü çıktı. SHP-HEP ittifakına destek verilmesinin, Türkiye’nin demokrasi mücadelesine nispi de olsa bir etkisi olabileceği böylece bununla aşırı düzeye varan devlet terörünün de durdurulabileceği varsayılmıştı.

20 Ekim 1991’de yapılan erken genel seçimlerde SHP üçüncü parti oldu. DYP, oyların yüzde 27’sini alarak 178 milletvekiliyle birinci parti seçildi. ANAP yüzde 24 ile 115, SHP yüzde 20,8 ile 88 milletvekili çıkardı. Seçimlere ortak liste ile giren RP, MÇP ve IDP ile yaptığı ittifak sayesinde yüzde 16,9 ile 62 milletvekili çıkardı. DSP ise barajı güçlükle aşarak yüzde 10,8 ile sadece 7 milletvekili çıkarabildi. Sosyalist Parti’nin oyları yüzde 0,4 düzeyinde kalırken, seçmenlerin yüzde 0,1’i de bağımsız adaylara oy verdi.

SHP ittifakında HEP listelerinde parlamentoya giden milletvekilleri şunlardan oluşuyordu: Fehmi Işıklar (Diyarbakır), Salih Sümer (Diyarbakır), Hatip Dicle (Diyarbakır), Sedat Yurtdaş (Diyarbakır), Leyla Zana (Diyarbakır), Mahmut Uyanık (Diyarbakır), Remzi Kartal (Van), Sırrı Sakık (Muş), Mehmet Emin Sever (Muş), Muzaffer Demir (Muş), Mahmut Alınak (Şırnak), Orhan Doğan (Şırnak), Selim Sadak (Şırnak), Zübeyir Aydar (Siirt), Naif Güneş (Siirt), Mehmet Sincar (Mardin), Ahmet Türk (Mardin), Ali Yiğit (Mardin), Mahmut Kılınç (Adıyaman), Nizamettin Toğuç (Batman), Abdulkerim Zilan (Batman), Adnan Ekmen (Batman).

Seçimlerde tercihli oy sistemi geçerli olduğu için Remzi Kartal, Mehmet Emin Sever, Muzaffer Demir, Mahmut Uyanık, Ali Yiğit ve Abdulkerim Zilan HEP’in tabanından aldıkları tercihli oylarla ön sıralara geçerek SHP’den milletvekili seçilmişlerdi. Daha sonra Remzi Kartal ve Ali Yiğit dışında kalan dört milletvekili HEP listelerinden gelmediklerini ileri süreceklerdir.

Genel seçimlerde SHP’nin çıkardığı 88 milletvekilinin 22’si HEP kökenli milletvekilleriydi. Bu milletvekilleri seçimlerde HEP’in politikasını destekleyip seçim sonrasında da SHP’den ayrılacaklarını söylemişlerdi. Seçimden hemen sonra, HEP Genel Sekreteri basına verdiği bir demeçte “HEP’liler partilerine dönecek” diyerek, milletvekillerinin dönmelerini istemişti. Bu açıklama Fehmi Işıklar ve Erdal İnönü’yü rahatsız etmişti. Seçim sonuçlarını değerlendirmek üzere Fehmi Işıklar HEP kökenli SHP milletvekilleri ile Diyarbakır’da Demir Otel’de bir toplantı düzenledi. Toplantıda kimi milletvekilleri SHP’de kalıp kalmamayı tartışmaya açtı. Bunu tartışanlar Fehmi Işıklar’ın muhalefeti ile karşılaşmıştı. HEP’liler üzerinde büyük etkinliği olan Fehmi Işıklar, bu toplantıda da etkisini göstermişti. Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak’ın “SHP’yi Kürt ve Türk halkı arasında bir gönül partisine dönüştürmemeliyiz; çünkü buna SHP’nin yapısı, geleneği ve ideolojisi uygun değildir. SHP ile kuracağımız gönül köprüsünü Halkın Emek Partisi ile kurabiliriz” sözlerini, Fehmi Işıklar sinirli ve sert bir şekilde “Mahmut Alınak ajitasyon çekme. Ben ajitasyon çekersem feriştahın şaşar. Fazla ileri gitme.”( Bkz. Mahmut Alınak, Parlamentodan 9. Koğuşa-1.) diyerek tepki göstermişti.

Devamı: YAZI DİZİSİ-2: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)