Öncesi:

YAZI DİZİSİ-1: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

YAZI DİZİSİ-2: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

YAZI DİZİSİ-3: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

YAZI DİZİSİ-4: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

YAZI DİZİSİ-5: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

YAZI DİZİSİ-6: Kürtlerin Seçim Serüveni ve Devletle İmtihanı (1990-2018)

Eyyüp Demir / Demokrat Haber

DEMOKRATİK GÜÇ BİRLİĞİ VE 2004 SEÇİMLERİ

3 Kasım 2002 seçimleri DEHAP için yeniden yapılanmanın ön ayağı oldu. Uzun bir dönemi kapsayan yapılanma faaliyetlerinin amaçlarından biri de 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde başarılı bir sonuç elde etmekti. 50 binin üzerinde katılımla yapılan kongre süreci de güçlü bir şekilde yerelde iktidar olmanın provası olarak görülmüştü. Parti içi demokrasinin geliştirilmesi ve politik alanda üretim, yerelde iktidar olmak için elzem kabul ediliyordu. Bu nedenle de belediye başkan adayları ve il genel meclisi üyelerinin seçilmesinde yereldeki sivil toplum örgütleri ve parti teşkilatlarından oluşan “Özgür Seçim Platformları”na bırakma kararı almıştı. Genel Başkan imzalı il başkanlarına gönderilen bir genelgede adaylık koşulları ve “Özgür Seçim Platformu”nun görev şekli ayrıntılı olarak ifade edilmişti.

Bu durum, partinin önüne koyduğu demokratikleşmenin pratik bir ön adımı sayılmaktaydı. Ki, toplum nezdinde de oldukça sıcak karşılandı. Ancak Genel Başkan Bakırhan’ın bu konuda sık sık strateji değişimi kafalarda ciddi sorular uyandırdı. Bir mülakatında “Belediye başkanlarının yeniden adaylıklarını tercih etmiyoruz.” (Özgür Gündem, 22 Aralık 2003) şeklindeki sözleri “Özgür Seçim Platformu”na örtük bir müdahale olarak yorumlandı. Aslında bu açıklama demokrasinin “genellik” ilkesine de aykırı duruyordu.

DEHAP yönetiminin her defasında aday belirleme yöntemini değiştirmesi, kafalarda ciddi soru işaretleri uyandırdı.  Parti yönetimi bir süre sonra “Özgür Seçim Platformları”nı devre dışı bırakarak, anket yöntemiyle “eğilim yoklaması”na gitti.  Parti Genel Merkezinin bir çok noktada aday belirleme sırasında gizli veya aleni olarak dayatmaları yeni bir tartışmayı de beraberinde getirmişti.

Bütün bu olanlar, içinden çıkılmaz bir hal aldı. Yine DEHAP’ın toplanan Parti Meclisi’nin beklenmedik bir şekilde karar alma yetkisini Merkez Yürütme Kurulu’na devretmesi ve yürütme organının bir anda karar organı olarak öne çekilmesi de ilginç bir durum ortaya çıkarmıştı.

DEHAP, bir yandan aday belirlenmesinde bu sorunları yaşarken aynı zamanda da yerel seçimlerde “Demokratik Güç Birliği”ni oluşturmak için de bir seçim işbirliği arayışındaydı. Bu konuda çeşitli partilerle yapılan görüşmeler sonuç verince DEHAP, SHP, ÖDP, EMEP, SDP ve Özgür Parti, 29 Ocak 2004 tarihinde yaptıkları ortak bir basın açıklamasıyla “Demokratik Güç Birliği”ne gittiklerini açıkladılar.

Altı siyasi partinin genel başkanları Ankara’da Park Otel’de bir araya gelerek yaptıkları ortak açıklamada bu güç birliğinin şeklini çizmişlerdi:  Buna göre her siyasi parti güçlü olduğu bölgede seçimlere girecek, diğer partilerde ‘alan terki’ yaparak destek sunacaklardı.

Yalnız bu güçbirliğinde DEHAP ile SHP’nin konumu biraz daha farklıydı; DEHAP, SHP çatısı altında seçime gitme düşüncesindeydi. Yapılan anlaşmalar neticesinde 9 Şubat günü Park Otel’de bir araya gelen DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın “tek çatı” ve “ortak program” adı altında bir protokol imzalayarak bu durumu resmileştirmişlerdi. DEHAP böylece 28 Mart seçimlerine SHP çatısı altında girdi.

‘MUHALİF SES’ VE YEREL SEÇİMLER

Diyarbakır’da beklenmedik bir gelişme yaşandı. Aday listelerinin Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’na verileceği son günde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Feridun Çelik, düzenlediği bir basın toplantısıyla bağımsız aday olacağını açıkladı. Legal parti geleneği içinde aykırı olan bu durum, HEP eski Genel Başkanı Ahmet Türk, HADEP eski Genel Başkanı Murat Bozlak başta olmak üzere, legal parti mücadelesi içinde stratejik noktalarda bulunan muhaliflerce de desteklendi. 

DEHAP içindeki inisiyatifsizlik, özellikle aday tespitlerinde ortaya çıkmış ve tam bir kaotik ortama dönüşmüştü. Parti yönetiminin pasif kalışı, anket sistemini de işletemez hale getirilmişti. Ki, Diyarbakır’da yapılan “eğilim yoklaması”nda açık arayla birinci gelen Fırat Anlı’nın  üstten gelen bir müdahaleyle Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanlığına aday olması engellendi. Anlı’nın yerine Osman Baydemir’in kaydırılması kafalarda soru işaretleri uyandırırken, Feridun Çelik’in de bağımsız adaylığını açıklaması yeni bir tartışma yarattı. Basın açıklaması sırasında Çelik’in yanında Ahmet Türk ve Murat Bozlak’ın oturması, DEHAP’a karşı yeni bir partinin sinyalleri şeklinde yorumlandı (24 Şubat 2004).

Hızlı gelişmeler bir biri peşi sıra geldi. Diyarbakır’da Osman Öcalan, Kani Yılmaz, Nizamettin Taş’ın da aralarında bulunduğu 19 üst düzey örgüt yöneticisinin imzasını taşıyan ve Feridun Çelik’in desteklenmesini isteyen bir bildiri yayınlandı. Bildiride, “Başkan Apo, bu tartışmalara bir nokta koyarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı için uygun adayın Feridun Çelik olduğunu açıklamıştır. 28 Mart seçimlerinde tüm Diyarbakır halkını Feridun Çelik etrafında  kenetlenmeye çığırıyoruz.” denilmekteydi.  Bildiri başta Diyarbakır olmak üzere tüm ülkede büyük yankı uyandırdı. Ancak kafalarda da ciddi soru işaretlerine yol açtı.

Kongra Gel Başkanı Zübeyir Aydar, bağımsız aday konusunda sert bir açıklama yaptı. Bağımsız adayları Demokratik Güç Birliği’ne karşı niteleyerek, buna destek sunanları da “rantçı” ve “bozguncu” olarak suçladı. Aynı şekilde bir açıklama da DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’dan geldi. Bakırhan, bağımsız adayı ve buna destek çıkanları “rantçılık” ve “kişisel çıkar”la suçlarken şöyle diyordu:

“Halktan gerekli desteği görmeyenlerin partimiz karşısında bağımsız aday olduklarını açıklamaları, siyaseti, hangi amaçlarla yaptıklarını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu anlayışın rant ve kişisel çıkarlara dayandığını, demokratik birliği zedelediğini herkes çok açık bir şekilde görmektedir… Halkımız, kişisel rant ve çıkar peşinde koşarak, demokratik birliğimizi bozmaya yönelik çaba içinde olanlara, gereken yanıtı verecektir.”(Tuncer Bakırhan, Yazılı Basın Açıklaması, 25 Şubat 2004)

Kongra Gel Kurumsal Başkanı Abdullah Öcalan ise 18 Şubat 2004’te kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmede “Benim adayım Feridun Çelik’tir”(Abdullah Öcalan ile yapılan görüşme notları, 18 Şubat 2004) açıklamasında bulunmuştu. Bağımsız adaylığını açıklayan Feridun Çelik daha sonra iki başlılığa son vermek için adaylığını geri çekerek Demokratik Güç Birliği’ni destekleyeceğini açıkladı. Çelik DEHAP’ı eleştirirken, çekilmesinde de şunları ifade ediyordu: “Halkın iradesi yok sayılarak anti demokratik aday belirlendi. Halkımızı iki tercihle baş başa bırakmamak için adaylıktan çekildim. Yaşanan olumsuzluklara rağmen Demokratik Güç Birliği’nin adayını destekleyeceğim.”

Ancak Feridun Çelik’in aday gösterilmemesi üzerine 10 Mart 2004 günü yapılan görüşmede ise Öcalan, “Feridun’u ben önerdim” açıklamasında bulunarak, Çelik’in aday gösterilmemesini de “olan oldu” diyerek sitemli bir dille ifade etmişti. Öcalan, seçim sonrasında da yaptığı görüşmelerde, “Feridun yiğit biridir” diyerek, hem Çelik’i sahiplenmiş hem de Çelik üzerinde yoğunlaşan eleştirilerin dozunu da düşürmüştü.

Yapılan tüm bu tartışmaların ardından 28 Mart 2004 Yerel Seçimleri’nde Demokratik Güç Birliği beklediği sonucu alamadı. İl Genel Meclisi’nde 5,1 oranında oy aldı. 3 Kasım seçimlerinde ise DEHAP’ın aldığı oy oranı yüzde 6,2 idi. Demokratik Güç Birliği DEHAP’ında gerisinde kaldı. AKP yüzde 41,6, MHP yüzde 10,1, DYP yüzde 9,9 oranına oyunu yükseltirken CHP’de yüzde 18,2 oy oranıyla 3 Kasım seçimlerinden bir puan gerilemişti. Bu seçimlerde SP yüzde 3,9, Genç Parti yüzde 2,5, ANAP yüzde 2,5, DSP yüzde 2,1, TKP yüzde 0,26, İP yüzde 0,25 oranında oy aldı. Seçime tek başlarına katılan Güç Birliği’nin diğer iki bileşeni EMEP yüzde 0,06, ÖDP’de yüzde 0,04 oranında oy aldı.

Demokratik Güç Birliği seçimlerde biri Büyükşehir olmak üzere toplam beş ilin belediye başkanlığını aldı. 33 ilçe ve 31 belde belediyesi kazandı. Ayrıca Güç Birliğinin Tunceli Belediye Başkanı Songül Erol Abdil Türkiye’nin tek kadın il belediye başkanı oldu.

Demokratik Güç Birliği bir Büyükşehir (Diyarbakır-Osman Baydemir), dördü il; Batman (Hüseyin Kalkan), Şırnak (Ahmet Ertak), Hakkari (Metin Tekçe), Tunceli (Songül Erol Abdil) olmak üzere toplamda 69 belediye başkanlığı kazandı.

DTP VE SEÇİMLER

Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin kuruluşu, HEP geleneği içinde gelen diğer partilerden farklı bir yol izledi. DTP’nin evelyatı, Demokratik Toplum Hareketi idi. Bu siyasal ve toplumsal yeniden yapılanma, bir hareket biçiminde ortaya çıkarken, yeni bir umut olmakla birlikte, aslında Kürt siyasetinde yaşanan iç kargaşanın yeniden düzenlenmesiydi. Kürt toplumsal yapısında demokratik dönüşüm ve buna bağlı olarak DTP’nin kurulması bir yıldan daha fazla bir zamanda gerçekleşebildi.

DTPBu gecikmede DEHAP, 2004 yerel seçimlerinde yaşadığı iç çatışmanın rolü büyüktür. Aday belirlenmesi sırasında ortaya çıkan tablo karşılıklı sataşmalarla gergin bir ortam doğurmuştu. İmralı’dan gelen açıklamaların hemen ardında, Diyarbakır’da Feridun Çelik’in bağımsız olarak seçime girmesinin desteklenmesi tartışmaların fitilini ateşledi. Ahmet Türk, Feridun Çelik’i desteklediği için hem DEHAP Genel Başkanı, hem de KONGRAL-GEL Başkanı tarafından “rantçı” ve “hizipçilikle” suçlandı. Gerek DEHAP içinde gerekse de KONGRA-GEL’de yaşanan iç sorunlar ve Osman Öcalan’ın beraberindeki bir grup ile buradan ayrılması örgüt içerisinde kısa dönemli bir belirsizlik başgösterdi. Legal ve illegal alandaki bu olumsuz gelişmeler siyasal alanda aylarca süren bir sessizliği getirdi.

2004 seçimlerinden sonra PKK lideri Abdullah Öcalan İmralı’da yaptığı açıklamalarda, legal hareketin seyrinde değişim gerektiğine işaret ederek, DTP’nin çalışmalarının yürütülmesi yönünde avukatlarından Doğan Erbaş ve Aysel Tuğluk’u görevlendirdi.

HEP geleneğinden farklı olması istenilen bu çıkış, Demokratik Toplum Hareketi (DTH) olarak kitleselleşme adına uzun bir süre çalışmalar yürüttü. Ancak, daha sonra dört DEP’li parlamenterin cezaevinden çıkışı ve bu çalışmalara destek sunmaları olumlu bir sinyal verdi.

22 Ekim 2004 günü Ankara’da Gordion Otel’de bir basın toplantısı düzenleyen Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak “Demokratik Toplum Hareketi” (DTH) adı altında bir partileşme hareketi başlattıklarını açıkladılar.

Yeni bir siyaset tarzıyla hareket edeceklerini açıklayan ve  9 Eylül 2005 günü Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un eşbaşkanlığında Demokratik Toplum Partisi (DTP) olarak kuruldu.

HEP ve DEP’ten sora parlamentoya giren üçüncü parti DTP oldu.  22 Temmuz 2007 tarihinde girdiği seçim çevrelerinde 8’i kadın olmak üzere toplam 22 milletvekili çıkararak, hedeflediği sayının çok altında oy aldı.

Grup kurma yeterliliğine sahip olan DTP ülke genelinde %3.9 oy oranında kaldı. DTP’nin bağımsız olarak çıkardığı milletvekilleri ve seçim çevreleri: Ahmet Türk (Mardin), Emine Ayna (Mardin),  Akın Birdal (Diyarbakır), Aysel Tuğluk (Diyarbakır), Gültan Kışanak (Diyarbakır), Selahattin Demirtaş (Diyarbakır), Şerafettin Halis (Tunceli), Osman Özçelik (Siirt), Pervin Buldan (Iğdır), Sırrı Sakık (Muş), Nuri Yaman (Muş), Fatma Kurtulan (Van), Özdal Üçer (Van), Hasip Kaplan (Şırnak), Sevahir Bayındır (Şırnak), Nezir Karabaş (Bitlis), İbrahim Binici (Urfa), Ayla Akat Ata (Batman), Bengi Yıldız (Batman), Sebahat Tuncer (İstanbul), Hamit Geylani (Hakkari), Ufuk Uras (İstanbul)

Bağımsız adaylarla seçime gidildiği için eş başkanlar Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk yasalar gereği ve milletvekili olma nedeniyle partiden istifa etmişlerdi. Bu durumda boşalan başkanlık koltuğuna Nurettin Demirtaş getirildi. Fakat Demirtaş’ın başkanlık dönemi çok kısa sürdü; sahte çürük raporu aldığı iddiasıyla gözaltına alınıp askere gönderildi. Demirtaş, asker olduğu için yasa gereği DTP’den istifa etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine DTP’nin boşalan koltuğuna Mardin Milletvekili Emine Ayna getirildi.

Ahmet Türk, DTP’nin başkanlık koltuğunu istemekteydi, ancak bu konuma getirilmemesi daha öncesinde Federe Kürdistan Bölgesi’nde yaptığı konuşmaya bağlayanlar oldu. Türk, Kürdistan Bölgesi’ne yaptığı ziyaret sırasında; “Silahlı mücadele davaya zarar veriyor” demişti. Açıklama nedeniyle ortaya çıkan gerginlik DTP’nin ilk grup toplantısında hemen hissedildi; DTP meclis grubu toplanamadı. DTP’nin yaşadığı sorunlar, 20 Temmuz 2008 günü Ankara Atatürk Spor salonunda gerçekleştirilen 2. Olağan Kurultayda “Kongre Perspektifi” başlıklı genelgede de işlendi:

“İki yılını dolduran partimiz DTP, tarihin kendisine yüklediği görevleri ve halkımızın beklentilerini hak ettiği kadar yerine getiren ve karşılayan bir siyaset ve temsiliyet düzeyini yakalayamadık. 22 Temmuz Genel Seçimlerinin gerçekliği içinde konjonktürel ortamda parti olarak rolümüzü tam oynadık dersek doğru olmaz. Dezavantajları ne olursa olsun, özellikle AKP'ye karşı gerekli ve doğru politik tutum belirlememek, yine iç sorunlardan (daha doğrusu kişisel çekememezlik, bireysel çatışma vb) kaynaklı olarak gerçek potansiyelimizi açığa çıkaramadık ve beklediğimiz sonuçları alamadık.”

Ahmet Türk’ün başkanlık krizi daha sonra yapılan kongreyle aşıldı. Ahmet Türk Genel Başkanlığa getirilirken Emine Ayna Eşbaşkan seçildi.

DTP’nin Meclis’teki serüveni devam ederken hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılan kapatma davası nedeniyle yeni parti arayışı başladı. Yedeği konumundaki Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ise 2 Mayıs 2008 günü kuruldu. Kurucu Genel Başkanlığı’na da Avukat Mustafa Ayzit getirildi.

“Kongre Perspektifi” adı altında yapılan eleştirilerin aşılması için 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri uygun bir platform olarak seçildi.

Kürdistan adeta DTP ve AKP restleşmesine sahne oldu. AKP’nin bölgedeki yükselen grafiğini aşağı çekmek için DTP var gücüyle harekete geçti. AKP’nin tüm teknik hataları DTP tarafından son derece titiz ve başarılı bir seçim propagandasına dönüştürüldü. AKP’nin TRT Şeş açılımına yönelik, DTP Meclis Grup Toplantısında yaptığı Kürtçe konuşmayla adeta karşı atak yaptı. Ahmet Türk’ün bu konuşması birçok Kürt çevresi tarafında ve seçmen kitlesi üzerinde oldukça sıcak etki yarattı. AKP’nin teknik hataları ve Kürt açılımındaki yeterince samimi olmayan duruşu, 2009 seçimlerinde doğrudan sandığa yansıdı.

2004 Yerel Seçimlerinde DEHAP’ın SHP çatısı altında gittiği seçimde Demokratik Güç Birliği’nin İl Genel Meclisi’nde aldığı yüzde 5,1’lik oyunu DTP 2009 Yerel Seçimlerinde yüzde 5,6’ya çıkararak bu oranını ülke genelinde artırdı. Biri büyükşehir; Diyarbakır, yedisi il; Batman, Dersim, Hakkâri, Şırnak, Van, Siirt ve Iğdır; 50’si ilçe olmak üzere toplamda 98 belediye başkanlığı kazandı. 2004 yılında kaybettiği Van ve Siirt illerini tekrardan geri alarak bunlara ek olarak Iğdır’ı da dâhil etti.

“KİMLİK” KAZANDI, “HİZMET” KAYBETTİ

Kürt sorununun esasında yatan asıl faktörün Kürt kimliği olduğu 29 Mart 2009 seçimlerinde bir kez daha ilan edildi. Bununla Kürdistan’da DTP’nin elde ettiği başarı Türkiye’de yeni bir sorgulamanın da ön adımı oldu.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin seçim sloganı haline getirdiği “Biz kimlik siyaseti değil hizmet siyaseti yapıyoruz” sözlerini Kürt seçmenler açık bir şekilde Kürtler’in inkârı anlamına geldiği yorumunu yapmış olmalılar ki, 2004 yerel seçimlerinde emanet oylarını 2009’da geri çektiler. Çıkan sonuçlar bu yönüyle çok şaşırtıcı değildir, “kimlik siyaseti” kazandı “hizmet siyaseti” kaybetti. Diğer bir ifadeyle bölgede, iktidar partisi AKP, DTP karşısında yenik düştü.

Bu seçimler Kürt sorununun ekonomik ve bölgesel gelişmişlik farkından ileri gelmediğini, sorunun siyasal ve kültürel olduğunu açık bir şekilde ortaya koydu. Bunun için de diyebiliriz ki DTP’nin seçimde üstün çıkması, Kürt sorunun siyasi ve kültürel çözümünün mesajını açık bir biçimde iletmiş olmasıydı.

DTP’nin 2004’te gerilemesi ve 2009’da yeniden ivme kazanması, Kürt seçmeninin ilgisini yeniden bu harekete kaydırdı. AKP’nin oyalayıcı taktiği, Kürt sorunu esasta çözmeye yanaşmaması, seçim öncesi ve seçim sürecinde yaptığı ciddi hatalar, Kürtler’in AKP’den uzaklaşmasını getirdi. Sınır ötesi operasyonlar, halka karşı şiddetin meşrulaştırmasına dönük kimi açıklamalar, Kürt kimliğini sahiplenenlerin dışlanması, ya sev ya terk et siyasetinin bizzat başbakan tarafından dillendirilmesi, vatandaşların pompalı tüfekle Kürtler’in üzerine ateş açmasına Başbakan’ın doğrudan sahip çıkıp desteklemesi, bölgede halk tarafından seçilmiş Kürt milletvekillerinin Başbakan tarafından elinin sıkılmaması ve dışlaması AKP’nin Kürler nezrindeki sempatisini düşürdü.

AKP’nin tüm açılımları, bölgede DTP’ye Türkiye’nin diğer illerinde de MHP’ye yaradı. TRT Şeş AKP’den daha çok DTP’ye oy kazandırdı. Aslında TRT Şeş’in Kürt mücadelesinin bir sonucu olduğu TRT Şeş içindeki en yetkili ağızlardan bile duymak mümkündür. Bu bir AKP başarısından daha ziyade Kürt mücadelesinin bir sonucu olduğu bilinen bir gerçekti. AKP’nin oylarının MHP’ye kayması bu açılımların milliyetçi kanat tarafından sıcak karşılanmadığının da göstergesiydi.

Bu seçimlerin en önemli boyutu, DTP’nin bölgede bir aktör olarak ortaya çıkmasıydı. Bu da gösteriyor ki Kürtler, Türkiye’de kendi etnik kimlikleri üzerinde bir politikaya bel bağlıyor. İşte tam da bu noktada Kürt meselesinde AKP’nin sendeleyip gerilemesi DTP’nin yeniden yükselmesine yol açtı.

DTP’nin bu siyasi çıkışları Kürtlerin yüreğini kazanırken, Anayasa Mahkemesi’nin ise öfkelenmesine yol açtı. DTP hakkında açılan kapatma davası Anayasa Mahkemesi’nde görülmeye başlandı. Mahkeme 11 Aralık 2009 tarihinde yaptığı son toplantıda DTP’nin kapatıldığına karar verdi. Böylece DTP’de, önceki kardeş partiler gibi geleneksel Türk yargısının kader kurbanı oldu.

BDP VE 12 NİSAN 2011 SEÇİMLERİ

Türkiye’de Kürtlerin siyasi yolculuğu hep engebeli olmuştur. DTP’de işte bu engebeli yolda geçerken kapatıldı. Devletin Kürt politikasını yıllarca tecrübe eden Kürtler, her an kapatılma riskinin olduğunu bildiği için, tek parti sistemi yerine “yedek” parti sistemini oluşturdular. Örneğin, ÖZEP DEP’in, DEHAP HADEP’in yedeği partilerdi. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)’de, DTP’nin yedeği olarak 2 Mayıs 2008 tarihinde, bir “önlem partisi” olarak kuruldu.

BDP ilk çalışmalarını yürütürken Meclis çalışmalarında ise en sıcak gündemi “Türkiye Anayasa Değişikliği Referandumu” yer almaktaydı.

BDP ise bu komisyonlar içindeki çalışmalarında, 12 Eylül Anayasası’nın tümden değiştirilmesini ve yeni bir demokratik anayasanın oluşturulmasını istemekteydi. Anayasa çalışmaları gerek hükümet gerekse de diğer siyasi partiler arasında yoğun tartışmalara sahne oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekillerinin verdiği 26 maddelik anayasa değişikliği teklifi önce anayasa komisyonunda görüşüldü ve kabul edildi. TBMM'de yapılan oylamada da 72 red 336 kabul oyu alan anayasa değişikliği teklifi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün onayına sunuldu. TBMM'deki oylamada AKP pakete destek verirken MHP muhalefet etti. CHP ve BDP meclise girmedi. Mecliste temsil edilmeyen partilerden Saadet Partsi ve BBP pakete destek vereceklerini açıkladılar. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 12 Mayıs 2010 tarihinde değişiklik paketini halkoyuna sundu.  Yapılan Referandum sonucunda %57.88 evet ve %42.12 hayır oyu çıkarak anayasa değişiklikleri kabul edildi.

Referandum’um hemen ardından kapıda bekleyen 2011 genel seçimleriydi. Değişiklikle ilgili maddeler Referandum’dan geçerken 12 Eylül Anayasası’nın kalıntısı olan antidemokratik yüzde 10’luk seçim barajı olduğu gibi kaldı. BDP barajın kaldırılmasına dönük muhalefet etmesine karşın, Hükümet bu konuda geri adım atmadı.  Bunun üzerine BDP, seçimlere bağımsız adaylarla katılma kararı aldı.  Bağımsız aday başvurusu için eşbaşkanlar BDP’den istifa ettiler.

 “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku”, 12 Nisan 2011 Türkiye genel seçimlerinde, BDP başta olmak üzere bir grup siyasi partiden oluşan bağımsız aday platformuyla seçime gitti. Bu oluşum çerçevesinde 41 ilde 65 kişi bağımsız milletvekili adayı oldu. Bu seçimde BDP bağımsız adayları desteklerken, seçim propagandasında "Demokratik Cumhuriyet", "Demokratik Özerklik” ve “Özgürlük ve Demokrasi" sloganlarını ağırlıklı olarak kullandı.

BDPEmek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku, 2,5 milyonun üzerinde oy alarak Türkiye genelinde yüzde 6.4′lik bir oranla 36 milletvekili çıkardı. Meclise gitmeyi hak kazanan milletvekilleri ve seçim çevreleri ise şöyle: Murat Bozlak (Adana), Halil Aksoy (Ağrı), Ayla Akat Ata (Batman), Bengi Yıldız (Batman), İdris Baluken (Bingöl), Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis), Nursel Aydoğan (Diyarbakır), Emine Ayna (Diyarbakır), Hatip Dicle (Diyarbakır), Şerafettin Elçi (Diyarbakır), Altan Tan (Diyarbakır), Leyla Zana (Diyarbakır), Esat Canan (Hakkari), Selahattin Demirtaş (Hakkari), Adil Kurt (Hakkari), Mülkiye Birtane (Kars), Pervin Buldan (Iğdır), Sırrı Süreya Önder (İstanbul), Sebahat Tuncel (İstanbul), Abdullah Levent Tüzel (İstanbul), Erol Dora (Mardin), Ahmet Türk (Mardin), Gülser Yıldırım (Mardin), Ertuğrul Kürkçü (Mersin), Demir Çelik (Muş), Sırrı Sakık (Muş), Gültan Kışanak (Siirt), Selma Irmak (Şırnak), Hasip Kaplan (Şırnak), Faysal Sarıyıldız (Şırnak), İbrahim Ayhan (Urfa), İbrahim Binici (Urfa), Kemal Aktaş (Van), Nazmi Gür (Van), Aysel Tuğluk (Van), Özdal Üçer (Van).

Hatip Dicle'nin “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan aldığı 1 yıl 8 aylık hapis cezası, 9 Haziran tarihinde, yani seçimden önce kesinleşmişti. Yüksek Seçim Kurulu, KCK davasından tutuklu bulunan Diyarbakır bağımsız milletvekili Hatip Dicle'nin milletvekilliğini düşürdü. Kurul gerekçe olarak Anayasa'nın 76. maddesini gösterdi. Madde, örgüt suçundan 1 yıl ve daha fazla hapis cezası alanların milletvekili olamayacağını öngörüyor. Aslında, daha önceki durumlar hatırlandığında, Hatip Dicle hakkındaki bu kararın ne denli siyasi bir karar olduğu çok net anlaşılıyor. Hatip Dicle’nin dışında kalan bağımsız diğer milletvekiller daha sora BDP’ye katıldı. BDP ise 4 Eylül 2011 günü yaptığı kongresinde Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak’ı bir kez daha eşbaşkanlığa seçti.

Seçimler sonrasında hem Türkiye’yi hem de BDP’yi sıcak gündemler bekliyordu. “Arap baharı” Türkiye’nin kapısına dayanırken, Türkiye izlediği yanlış politikalar nedeniyle kendisini doğrudan Suriye krizinin içinde buldu. Beşar Esat rejiminin devrilmesi için Suriye’nin terörist kabul ettiği “Özgür Suriye Ordusu”nu aleni bir biçimde destekledi. Suriye rejimine karşı savaşan her terörist grubu kendine yakın gördü. BDP ise bu kargaşa içinde Suriye Kürdistanı’nda (Rojava) otaya çıkan olası gelişmelere kilitlendi. BDP ne siyasetteki iç gelişmelere ne de Suriye’de ortaya çıkan duruma kayıtsız kalamazdı. Bu yüzden de Türkiye’nin Suriye politikasına en büyük muhalefet BDP’den geldi.

Dış siyasetle ilgili bu tartışmalar yapılırken, iç siyasette de Kürt sorunu hayati önemini koruyor, sorunun çözümü ise giderek kristalize oluyordu. Türkiye Devleti ile PKK arasında Oslo’da yapılan görüşmeler, gizli bir el tarafından ifşa edildi. Bu durum karşısında AKP Hükümeti ise gizli kapalı olma yerine açık görüşmelere kapı araladı. Sorunun muhatabı olan Abdullah Öcalan’la İmralı’da doğrudan temasa geçildi. Görüşmeler her ne kadar MİT üzerinden yapılsa da, aslında Öcalan’ın muhatabı AKP Hükümeti’nin kendisiydi. Bu görüşmelerde BDP ise Öcalan ile Kandil’deki KCK arasında stratejik bir rol üstlendi. Ancak Hükümet ile BDP arasında görüşmelerle ilgili zaman zaman sert tartışmalar yaşandı. BDP’nin hükümete dönük eleştirileri ve çözüm sürecinin sağlıklı ilerlemesine yönelik sert ifadeleri, hükümetin şiddetli tepkisine yol açtı. Hükümet bu eleştiriler karşısında İmralı’ya gidecek heyetleri cezalandırarak, BDP’nin belirlediği isimleri değil, kendi belirlediği isimlerin gitmesine izin verdi.

Aslında BDP “Çözüm Süreci” ile ilgili salt hükümetten eleştiri almadı, zaman zaman İmralı ve Kandil tarafından da eleştirildi

“Çözüm Süreci” ile ilgili legal Kürt siyaseti hakkında yapılan değerlendirmeler, legal siyasetin hızını kesmedi, tam tersine ivmelendirdi. BDP geniş bir katılımla 25-26 Mayıs 2013 tarihleri arasında siyasetin ana merkezi olan Ankara’da “Demokrasi ve Barış Konferansı”nı gerçekleştirdi. Aslında bu konferansla BDP, yapılan müzakere sürecinde, Kürt sorununun çözümünde kolaylaştırıcı bir rol oynamak istiyordu; bu nedenle de çok geniş katılımlı bir konferans oldu. BDP bir taraftan bu tür etkinlikler organize ederken, öte taraftan da yaklaşan seçimlere hazırlık yapıyordu.

30 Mart 2014’te yapılan yerel seçimlerde BDP, 3’ü büyükşehir belediyesi olmak üzere 11 il, 68 ilçe ve 23 belde belediye başkanlığını kazandı. Bu seçimlerde BDP elindeki iller arasına 3 kent daha eklerken, toplam belediye sayısını 102’ye çıkardı. 2009 seçimlerine göre bazı illerde oy oranlarını düşürürken, bazılarında ise rekor sonuçlar elde etti. 2009’da yüzde 5,21 oranında oy elde eden BDP, 2014 yerel seçimlerinde HDP ile birlikte yüzde 6,36 oy oranına ulaştı. İller arasında BDP’ye yeni katılan kentler Mardin, Ağrı ve Bitlis oldu, Diyarbakır, Batman, Van, Dersim, Siirt, Hakkari, Şırnak ve Iğdır’daki belediyeler korundu.

Kürt legal hareketi siyasi rotasını belirlerken Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmeler de hızlı bir değişim göstermekteydi. Kürt siyasetinin odağında bulunan merkezler BDP’nin örgütsel yapısının mevcut gelişmelere yeterince yanıt olamadığını düşünmekteydiler. Bu yüzden de devletin Kürt partilerini kapatma geleneğinin dışında, BDP 22 Nisan 2014 tarihinde aldığı bir kararla kendisini fesh etti. 5 yıl 11 ay ve 20 günlük ömrünü tamamlayan BDP geriye kalan mirasını Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP)’ne devretti. Bu iki partiden DBP Kuzey Kürdistan başta olmak üzeri, Kürt yoğunluğunun bulunduğu bölgelerde siyaset yürütmeyi hedeflerken, HDP ise daha geniş tabanlı Türkiye siyasetine yöneldi.

HDP 7 Haziran 2015 Genel Seçimler’de ilk barajı aşarak parlamentoya 80 milletvekili taşıdı. Daha sonra 1 Kasım 2015 günü yapılan Erken Seçim’de de barajı tekrar aşarak 59 milletvekiliyle parlamentonun üçüncü büyük partisi konumunu yakaladı. Fakat her ne olduysa bundan sonra oldu. Bir çok milletvekili tutuklandı ve eş başkanlar tutuklandı, 10’ine aşkın partili zindanlara konuldu. HDP şimdi ise 24 Haziran 2018 seçimlerine tekrar OHAL ve her gün karşılaştığı saldırılarla seçime gidiyor. Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş ise tutsak olarak seçim kampanyası yürütmektedir.  

(SON)